19 Temmuz 2015 Pazar

Bir işgücü bilmecesi

bilmeceden kastımız, verilerde görülen ama sebebi çözülemeyen, kafa kurcalayan şey. bundan bir süre önce betam bir araştırma makalesi yayımladı; düşük büyüme olağanüstü istihdam artışı diye. özetle diyorlar ki, 2011'den beri türkiye'de istihdam büyümeden daha fazla artıyor. bu da demek oluyor ki emek verimliliği düşüyor. hakikaten de öyle. aşağıdaki grafiği ve sonrakileri, tuik verilerini kullanarak ben çizdim, daha açık görülmesi için.
2009'daki gsyh küçülmesi döneminde çok fazla gerilemeyen istihdam, daha sonra hız kesmeden büyümüş. (makalede daha fazla önem verildiği için tarım dışı istihdama baktım. ama toplama da baksak, o da anlatmak istediğimizi destekliyor.) 2009'da ekonomi daralırken istihdamın hemen hemen değişmemesi kendini üretkenlik düşüşü olarak göstermiş. enteresandır, insan küçülme döneminde atıl kalan işgücücünün daha sonra bir süre istihdam artışına ket vurmasını bekliyor, ama öyle olmamış. istihdam 2009'dan sonra hemen artmış. 2010-11 yıllarında %9'lara ulaşan gsyh büyümesinin katkısıyla aynı dönemde işgücü üretkenliği de düşmüş. sonrasında ise büyüme hız kesmiş ama istihdam artışı aynen devam etmiş; bunun işaret ettiği, işçi üretkenliğinde düşüş.
tabii insan şaşırıyor, üretkenlik düşerken firmalar neden aynı hızla insan istihdam etsinler? makale de ona dikkat çekmiş zaten. bu konuda fazla bir araştırma yok ama, istihdam teşvikleri işgücü maliyetlerini düşürmüş olabilir denmiş. ben de bunun üzerine hakikaten var mı acaba böyle bir durum diye tuik'in saatlik işgücü maliyeti endeksine baktım. tarım dışı sektörlerin önemli bölümünü kapsayan bu endeks, kazanç (ücret, ikramiye vb.) ve kazanç dışından (sgk primi, kıdem tazminatı vs.) oluşan maliyetlerin seyrini gösteriyor. bu endekse göre 2007'den beri işgücü maliyetleri yıllık ortalama %11 civarında artmış. bu da enflasyonun %7 civarında olduğu ülkede %4 gibi senelik reel artış demek.

grafik olarak göstermek istersek aşağıdaki gibi bir şey çıkıyor. burada tarım dışı gsyh deflatörü kullanarak hesapladığım reel saatlik işgücü maliyet endeksini görüyoruz. buna göre işgücü maliyetinde azalış şöyle dursun ciddi bir artış var. işgücü üretkenliği artmazken maliyetin artması ve buna paralel olarak istihdamın da yükselmesi kafa karıştırıcı bir durum.
maliyet endeksinin saatlik, hesapladığımız üretkenlik göstergesinin işçi başına olduğunu dikkate alırsak, acaba saatlik üretkenlikte  bir artış olmuş olabilir mi diye düşünebiliriz. ancak maliyet ve üretkenlik göstergeleri arasındaki farkın büyüklüğü bununla açıklanamayacak kadar fazla gibi duruyor. yine de veri varsa kontrol etmek lazım. yanıtını aradığımız soru: işçiler zaman içinde daha az saat çalışarak mı bu üretimi yapmışlar?

şimdi grafiklere boğup yazıyı uzatmayayım. oecd'den bulduğum, çalışan başına yıllık çalışma saatleri verisi 2007-2013 arasında işçilerin yıllık çalışma saatlerinin %4 kadar azaldığını söylüyor. tuik'in yayımladığı sanayi ve ticaret-hizmet sektörleri için üretim girdi endeksleriyse çalışma saatlerinde artışa işaret ediyor. yani oecd verisini bile dikkate alsak, çalışma saatlerindeki değişim, üretkenlikle maliyet artışı arasındaki farkın ancak küçük bir bölümünü açıklayabiliyor.

özetle, tekrarlarsak, veriler işgücü üretkenliğinin son senelerde artmazken işgücü maliyetinin arttığını ve buna paralel olarak istihdamın da yükseldiğini gösteriyor. belki ilginç bir sebebi vardır, belki de kısa vadede tesadüfen ortaya çıkmış bir anomalıdır. bilemedim.

5 Temmuz 2015 Pazar

Korumacılık iyi bir şey değil

devletin üreticiyi koruması çok makul geliyor değil mi? bir şey (belki şeker pancarı, et; belki televizyon, telefon) üretmek isteyen insanlar var. devlet de bunları destekliyor. bu sayede ülkenin işadamı yatırım yapıyor, işçisi çalışıyor; malı vatandaşına satınca para içeride kalıyor, dışarıya satınca ülkeye döviz geliyor; ülke zenginleşiyor, açıklar kapanıyor falan. bunları yapacağını söyleyen kimseyi sorgulamak, gerekirse ona karşı çıkmak kolay değil. 

koruma çeşitli şekiller alabiliyor: üretim teşvikleri (sübvansiyon, vergi indirimi, arazi tahsisi vs.), iç rekabetten koruma (yasal tekeller, regülasyon), dış rekabetten koruma (gümrük tarifeleri, kotalar, ihracat teşvikleri) ve benzerleri. ahbap-çavuş kapitalizmi denen, birinin akrabasını zengin etmek için yapılan uygulamaları bir kenara bıraksak; sadece salih niyetle uygulanan politikalara baksak bile, açık ya da örtülü çokça israf görürüz.

bir defa şunu sorgulamamız lazım. bir iş alanı karlıysa, yatırımların getirisi yüksekse, neden bir de üzerine devletin desteği gerekir? değilse, devlet niye kötü yatırımları, ayakta duramayan işletmeleri desteklesin? sağlanacak her tür desteğin, doğrudan ya da dolaylı yoldan başka vatandaşlar tarafından üstlenilecek bir maliyeti olduğuna göre, politika ancak geçerli ortak bir amaca hizmet ediyorsa ve ortada uygulanabilir daha iyi bir alternatif yoksa iktisadi yönden anlamlıdır.

yatırım yapmak, istihdam yaratmak tek başına kamu desteğini haklı çıkarmaz. kazma kürek satın alıp iki işçi tutsak ve boş bir arazide çukur kazıp doldursak; yatırım yapmış, istihdam yaratmış, milli gelire kağıt üzerinde katkı yapmış oluruz. devlet buna arazi tahsis edip para verse görünüşte yatırımı, istihdamı teşvik eder; ama gerçekte hepimizin vergilerini çarçur eder. oysa doğalgaz borusu döşemek söz konusu olduğunda çukur kazmak çok faydalı bir iştir ve herhangi bir desteğe gerek kalmadan gerçekleştirilir. ne yazık ki gerçekte israflar şu hayali çukur kazma örneğindeki kadar bariz değil. geçenlerde üzerine yazdığım elektronikte devlet koruması örneğinde olduğu gibi, yüksek teknoloji içeren ürün üretmek gibi önemli ve kamunun fayda sağlayabileceği alanlarda dahi yanlış politika uygulanabilir (bakınız, o yazı).

bi diğer sorun, mikro ölçekli politikaların (GSYH büyümesi, işsizlik, cari açık gibi) makroekonomik meselelere çözüm olmasının beklenmesi. gözden kaçan şu ki, firmalar ülkedeki sermayeyi, emeği ve bilhassa da nitelikli emeği kendilerine çekmek için rekabet halindedir. dolayısıyla sanayi politikası bir grubun diğerlerinin aleyhine desteklenmesi anlamını taşır. desteklenen sektörün büyümesi; ekonominin tamamının da büyüyeceği, istihdamın artacağı, dış açıkların azalacağı anlamına gelmez. mikroekonomik politikaların verimlilik gibi ekonomik, bölgesel eşitsizliklerin azaltılması gibi politik, savunma sanayiinin geliştirilmesi gibi askeri stratejik gerekçeleri olabilir; ve bu gerekçeler çerçevesinde gerekliliklerinin tartışılması gerekir.

makro sorunlar; nitelikli işgücünün, tasarrufun, yabancı yatırımın çoğaltılması gibi, tüm üreticilerin faydalandığı kaynak havuzunu genişletecek makroekonomik politikalarla çözülebilir. bu doğrultuda, eğitime ve bilimsel araştırmaya yapılan yatırımlar uzun vadede üretkenliği artırır. hukuka güvenin sağlanması, hem iç hem dış yatırımcının türkiye'de güvenle iş yapmasını sağlar; yatırımı çoğaltır. ülkede barış ve huzurun tesisi, bilhassa ülkenin doğusuna hiçbir teşvikin yapamayacağı katkıyı yapar. mikro ölçekte tekellerin önüne geçilmesi, piyasaların serbestleştirilmesi; kamuda vergi sisteminin düzeltilmesi; makroekonomide istikrarın sağlanması ülke çapında verimliliği artırır.

özetle, herkesin faydasına olacak o kadar çok iş var ki, devlet korumacılığı bırakıp onlara odaklansa kafi.

4 Temmuz 2015 Cumartesi

Güney Kore olamama vergisi

geçenlerde ekonomi bakanı elektronik ürünlere ek vergiler konacağını, bunların ticaretine kısıtlamalar getirileceğini duyurmuştu (misal: hürriyet'in haberi). sebep yerli üreticinin ithal ürünlerle rekabet edememesi. bir takım gerekçeler de sunulmuş, anti-damping gibi. yani, yabancı şirketler rekabeti bozucu hareketlerde bulunuyor, ya da onların devletleri şirketlerine destek çıkıyor, bu yüzden haksız rekabet ortaya çıkıyor demek isteniyor. geçerli olan-olmayan başka gerekçeler de vardır muhakkak korumacılığa destek çıkan.

benim aklıma ise şu geliyor: ülkemizin bilim ve teknoloji altyapısıyla (eğitim sistemi, akademik kurumları, ar-ge faaliyetleri vs.) gelişmiş ülkeler arasında dağlar kadar fark varken, damping midir asıl sorun yaratan?

bunu düşünürken zamanında bir vesileyle yaptığım aşağıdaki grafik geldi aklıma. ortaöğretimdeki öğrencilerin temel becerilerinin uluslararası karşılaştırmasını yapmayı sağlayan pisa testlerinde, oecd ülkelerinin durumunu görüyoruz burada. güney kore, japonya ve finlandiya tepede; yani samsung, sony ve nokia'yı çıkaran ülkeler. biz dipteyiz. abd de nispeten başarısız ama onlar beyin göçüyle kapatıyorlar herhalde arayı.





pisa testi eğitimin kalitesini yansıtan bir gösterge. bunun dışında, ortalama eğitim süresi, üniversite eğitimi görmüş insan oranı, nitelikli akademik makale ve patent sayısı gibi çok sayıda istatistik gösterebiliriz ülkemizin durumunun parlak olmadığını anlatmak için. yeterince bilim yapamayan bir ülkenin firmalarının teknolojik ürünlerde rekabetçi olmamaları da şaşırtıcı değil.

elbette bu istatistikleri düzeltecek eğitim-bilim-teknoloji politikaları bizi gelişmiş ülkeler düzeyine uzun vadede (belki bir 30 senede) getirebilir. o arada hiç teknolojik ürün üretemeyiz diye bir şey yok. ülkenin mevcut kaynaklarıyla bile, girişimciler çıkıp başarılı ürünler ortaya koyabilirler. ancak, genel bir teknolojik atılım için makro düzeyde bir gelişim sağlamalıyız. son haberlerde gördüğümüz türden etkisi belli sektörlerle sınırlı mikro politikaların, hele rekabetçiliği teşvik etmek yerine caydırarak, bunu sağlayamayacağı açık.

sonuç olarak, maliyeti hepimize yansıyacak, faydası büyük ölçüde korunan firmalarla sınırlı kalacak, muhtemelen kaynak israfına yol açacak ve belki çok uzun süre yürürlükte kalacak korumacı bir devlet müdahalesiyle karşı karşıyayız. dikkat!

(korumacılık üzerine daha detaylı yazasım var zamanım olursa. bakalım, kısmet...)