21 Ağustos 2015 Cuma

Döviz kuru ve para politikası

dolar kurunun üç liraya dayandığı şu günlerde, kur artışlarının etkileri konusunda bir şeyler yazmak istedim. umarım birilerine faydalı olur.

döviz kurları artarsa, yani lira değer kaybederse ne olur? bir defa ithal ürünler pahalılaşır, fiyatları artar. enflasyon yükselir. ikincisi, ihraç malları yabancı paralar cinsinden ucuzlar. ihracatçı daha rekabetçi olacağından ihracat artar (türkiye özelinde burada bazı ihtilaflar var ama konudan sapmayalım). ithal ürünler pahalılaştığından, ithalatın bir bölümü yerli ürünlerle ikame edilir. sonuçta, dış ticaret açığı daralır. üçüncüsü, döviz borçlusu firmaların borcu artar.

para ve kur politikasını yürüten kurum merkez bankası. o zaman, bizimki gibi enflasyon hedeflemesi yapan bir merkez bankası kur artışlarına karşı ne yapar?

öncelikle tek seferlik, beklenmedik bir kur artışı yaşandığını düşünelim.  merkez bankasının bir enflasyon hedefi var; insanların enflasyon beklentilerini hedefte "çıpalar" (bizde burası problemli), sonra 1-2 senelik bir vadede enflasyon hedefe ulaşacak şekilde elindeki araçları kullanarak para politikasını yönetir. kur artışı gibi bir arz yönlü şok geldiğinde bunun birincil etkilerine müdahale etmez. zira yapacağı müdahale etkisini belli bir zaman içinde gösterecektir; o arada ithal ürünlerin fiyatları artmıştır bile. şokun etkisi geçtikten bir sene sonra, bunun yıllık enflasyonda izi kalmaz. (fiyatlar arttığı yerden geri gelmez. enflasyon oranı normale döner.) merkez bankası sadece, bu fiyat artışlarının başka fiyatlara da sirayet etmesine ve enflasyon beklentilerinde bozulma olmasına sebep olabilecek ikincil etkilere karşı, para politikasını sıkılaştırır. eğer doğru okuyorsam, bizim merkez bankamız da türk lirasında yaşanan değer kayıplarının ardından, bankaların ağırlıklı ortalama fonlama faizini yükselterek böyle bir sıkılaştırma yapıyor.

tabii, kur artışı her zaman beklenmedik ya da bir seferlik değildir. misal, dış dünyada faizlerin yükselmesi ya da içeride risk priminin artması sebebiyle ülkeden sermaye çıkışı gibi bir durum varsa, paranın değer kaybedeceği tahmin edilebilir. bu durumda merkez bankasının beklemesinin bir alemi yok. zaten açık bir ekonomide faiz paritesi ve fisher denklemleri; reel faiz, kur artışı ve enflasyon beklentilerindeki değişmelerin nominal faizlere yansıması gerektiğini bize söylüyor. yine doğru okuyorsam, merkez bankamız bu doğrultuda, kısa vadeli piyasa faizlerini (gecelik olanı %10.75) ağırlıklı ortalama fonlama faizinden (şu sıralar %8.70 gibi) yukarıda tutarak, muhtemel kur şoklarına karşı türk lirasının getirisini yüksek tutmaya çalışıyor. (bunun yeterli olup olmadığı ayrı bir tartışma konusu, profesyonel ekonomistleri ilgilendiren o konuya burada girmiyoruz.)

burada merkez bankasının sabit kur ya da hareketli kur çipası gibi bir şey uygulamadığına, dolayısıyla bir kur hedefi olmadığına dikkat etmek lazım. ancak kur artışı enflasyonda da artışa sebep olduğundan, buna kayıtsız kalamıyor.

kur artışının enflasyonist etkisine karşı yapılabilecekler bunlar. ya diğer etkiler? merkez bankasının ithalat fiyatlarındaki artışa karşı tüketiciyi korumak, ya da tersine ihracatçıyı desteklemek gibi bir rolünün olmaması lazım. şahsen bu tip korumacı politikalardan hazzetmiyorum; merkez bankasının da gördüğüm kadarıyla öyle bir kaygısı yok zaten. lakin "kur savaşları" denen konu dünyada çok revaçta. bizde de kimileri merkantalist bir bakış açısıyla (ülkeyi kar kovalayan şirket gibi görerek), kur artışlarına ihracatı destekleyeceği için sıcak bakıyor.

özel sektörün döviz borcuna gelince, bu da doğrudan merkez bankasının işi olmaması lazım aslında. ama fiiliyatta kurlar çok yükselir de döviz borçlusu firmalar patır patır batmaya başlarsa, merkez bankasının kurlara müdahale ederek bunu durdurması beklenebilir. burada da ciddi bir ahlaki tehlike (moral hazard) görüyorum; abd'de kriz sırasında ortaya çıkan "too big to fail" sorunu gibi. abd'de sıkıntı aşırı risk almış olan büyük bankalardı, batmaları durumunda ekonomiyi beraberinde götüreceklerinden, devlet bunları kurtarmak zorunda kaldı. bizde sorun bu kadar büyük olmasa da, çok sayıda döviz borçlusu şirketin batmasına yol açacak bir kur artışına göz yumulacağını sanmam. bu da aslında kur riski almayı teşvik eden bir şey. ekstra maliyet yüklenip ("hedging" yoluyla) kendini güvenceye alan firmalar enayi durumuna düşecekler. bu tip piyasa başarısızlıklarına en baştan önlem alınmalıydı ya, geçti artık.

yine de sistemik risk yaratacak düzeye gelmezse, merkez bankası döviz borçluluğu meselesini ön plana almayabilir. zaten daha iyi denetlendikleri için bankalar döviz riski taşımıyor. likidite problemleri olursa da, merkez bankasının döviz likiditesi sağlayacak araçları var. tabii, kredi verdikleri firmalar batarsa bankalar dolaylı yoldan etkilenecektir.

ee, sonuç? abd'de faizler artacak. ülkede neredeyse savaş ortamı var; kalıcı bir hükümet yok. ithal fiyatlarının enflasyona etkisi yüksek. çok sayıda firma döviz borçlusu ve döviz rezervlerini de idareli kullanmak gerekiyor. bu şartlarda merkez bankamızın para politikası daha çok sıkılaşır sanki.

not: tcmb'nin para politikasını daha iyi anlamak için, kurumun başekonomistinin geçenlerde yayımladığı şu makaleye bakılabilir: faiz koridoru ve para politikası duruşu.

7 Ağustos 2015 Cuma

Gıdada korumacılıkla nereye kadar?

gıda fiyatlarının genel enflasyonun üzerinde artması, yani gıdanın diğer şeylere göre nispeten pahalılaşması türkiye'nin önemli sorunlarından biri. vatandaşın tüketim sepetinde gıdanın payı yüksek (tuik enflasyonda %25 ağırlık veriyor), alt gelir gruplarında daha da yüksek. son zamanlarda da kırmızı et fiyatları almış yürümüş. businessht internet sitesinde bununla ilgili bir haber vardı. twitter'da da paylaştım ama, çok cevherler olduğu için şurada da iki satır yazmadan edemedim.

haberden ne öğreniyoruz? bir defa, talep artıyormuş ama arz artamıyormuş. anladığım, oldukça inelastik (esneksiz) bir arz eğrisi var. talep artınca, dengeleyecek ithalat da olmadığı için fiyat uçuyor. bunun bir anlamı, arz tarafında birileri (üretici, aracı, satıcı ya da hepsi) ciddi kar ediyor.

talep tarafında ise, dengede arz talebe eşit olacağı için, sadece oluşan yeni yüksek fiyatı ödeyen insanlar eti alabiliyor. kim bu insanlar? habere göre turistler bunlardan bir grup. yani ithal etmediğimiz gibi, bir anlamda et ihraç ediyoruz. ingilizin bizim etimizi antalya'da ya da londra'da yemesinin bir farkı yok çünkü. iki durumda da vatandaşımızın bazısı bu yüzden et alamıyor. ayrıca yaklaşan kurban bayramının da etkisi var deniyor. yani et alan (ya da alacak) diğer bir grup, kurban kesecek olanlar. bunlar da toplumun nispeten varlıklı kesimi. diğerleri onların keseceği kurbanı bekleyecek.

bu arada, fakirdir çoğu, et alamaz diye burada bahsedilmemiş olabilir; gelen suriyelilerin de gıda fiyatlarına etkisi vardır muhakkak. zira sayıları az değil; 2 milyon olsa türkiye nüfusuna oranla yaklaşık  yüzde 2.5 yapar. bu kadar insan birkaç sene içinde geldiğine göre, gıda arzı esnek de değilse (ki öyle görünüyor), gıda fiyatlarına bir hayli etki yapmıştır. merkez bankasının yakından ilgileneceği bir konu aslında ama, bu konuda bir çalışma görmedim. konunun hassasiyeti sebebiyle olabilir.

ilginçtir, et fiyatları neden artıyor, ne yapılmalı diye fikri sorulanlar sektör temsilcileri. onlar da tabii ithalat serbest bırakılsın dememişler. ya ne demişler? girdi maliyetlerinin (yem, mazot falan) ucuzlamasını istemişler. yükselen fiyatlar, artan karlar daha çok üretmeyi teşvik etmiyor, üstüne girdi maliyetleri de aşağı çekilecek. kim çekecek? tabii ki devlet. nasıl? başka kaynak olmadığına göre vatandaşın vergisiyle. oldu! kaldı ki mazotun fiyatıysa dert, son bir senede petrol fiyatlarıyla beraber o da düştü; pek bir faydası olmamış. hiç devlet desteğinin dara maliyetine (deadweight loss) falan girmiyorum bile.

bir de büyükbaş değil, küçükbaş üretmemiz lazım diye görüşler var haberde. normalde piyasa ekonomisinde neyin ne kadar üretileceği, fiyat mekanizması sayesinde piyasa koşullarında belirlenir. fiyat mekanizması işliyorsa (ki parasını vermeye hazır olduğu halde istediği eti alamayan insanlar olduğunu sanmıyorum) bunlar çok sağlam argümanlar gibi gelmedi bana. yok bilmediğimiz bir sebep (devlet politikası, eksik rekabet vs.) nispi fiyatları bozup üretimi verimsiz bir tarafa yönlendiriyorsa, bunun da çözümü o sebebi ortadan kaldırmak olur.

belkı en önemli nokta, ithalat çözüm değil denmiş. niye değil? bir defa vatandaşa ucuz gıda sağlar, refahını artırır. ikincisi, içerde rekabeti artırır; üreticiyi daha verimli olmaya zorlar. üçüncüsü, gıda fiyatlarına istikrar sağlar. böylece merkez bankasına daha az maliyetle (büyümeden daha az feragat ederek) enflasyonu düşürme imkanı verir. bir de, türkiye işgücü piyasası koşullarında gıda fiyatlarının ücretler üzerinden reel işgücü maliyetlerine ne derece etkisi vardır bilmiyorum ama, ekonomi genelinde işverenlere dahi faydası olabilir. sonuç olarak, çözüm olmayan bir şey varsa, bugüne kadar uygulanan korumacılık gibi duruyor.

özetle, serbest piyasa, rekabet, açık ekonomi diyorum. o noktaya da geleceğiz er ya da geç. zira bunlardan faydalanacak kesim geri kalandan çok daha büyük.