12 Nisan 2007 Perşembe

Greg Mankiw'den Optimal Vergileme Uzerine

Greg Mankiw's Blog: Frank needs to read more widely

greg mankiw blogunda yuksek gelirli bireylere uygulanan marjinal vergi oranlarinin dusurulmesi icin teorik ya da ampirik bir delil olmadigini savunan ny times yazarina iktisat literaturunu daha dikkatli takip etmesini oneriyor. ingilizce bilmeyenler uzulmesinler, eksi iktisat'ta bu konuda turkce bilgi mevcut. adimiz mankiw olmayabilir, ama biz de literaturu az bucuk takip ediyoruz.

aslinda Mankiw'in soyledigi sadece yuksek gelirlilere uygulanan yuksek verginin, en nitelikli calisanlari daha az calismaya tesvik edebilecegi. basit bir isci ya da memur gecinmek icin vergiler yuksek dahi olsa calismak zorundadir. ama bir genel mudur, ust duzey yonetici, deneyimli bir muhendis, avukat, doktor; kisaca ekonominin en cok kazanan (ve ayni zamanda en uretken) calisanlari vergiler cok yukselirse eskisi kadar cok calismayabilirler. doktor hastaneyi birakir, muhayenehanesine haftada iki defa ugrar; bankaci trakya'da ufak bir ciftlik alip erken emekli olur; muhendis web sitesi dizayni, ufak tefek projeler vs. ile mesgul olup kalan zamaninda golf oynar falan. yani bilgi ve becerileri sayesinde fazla calismadan da gecinebilecek insanlarla, belirli birikimi olan insanlarin ne kadar calisacaklari vergilerden etkilenir. basta dusuk nitelikli calisanlar olmak uzere, tum toplumun refahi bu nitelikli insanlarin calismasina bagli oldugu icin, bu gruptaki insanlari calismaya tesvik etmek onemlidir. bu yuzden cok kazaniyorlar diye onlara cok yuksek vergi koymak akilci olmayabilir.

Mankiw gazeteciye bunu gosteriyor. ancak Mankiw'in sozlerinden amerika'da ya da baska bir yerde yuksek gelir grubu fazla vergilendiriliyor anlami cikmaz. burada onemli olan vergilerin optimal duzeyde olmasidir. gecen hafta dinledigim bir seminerde, kamusal iktisadin onde gelen iktisatcilarindan biri amerika'da yuksek gelir grubuna uygulanan vergilerin optimal seviyeden daha dusuk oldugunu belirtmisti. kimbilir turkiye'de nasildir? bakmak lazim.

Refah Ekonomisinin İkinci Temel Teoremi

ikinci refah teoremi olarak da bilinen bu teorem, ingilizce’de “second fundamental theorem of welfare economics” ya da kisaca “second welfare theorem” olarak anilmaktadir. hatirlayacagimiz uzere, birinci refah teoremi rekabetci piyasadaki denge dagiliminin pareto verimli oldugunu soyluyor, ama bu dagilimin hakkaniyetli olup olmadigi konusunda bir sey soylemiyordu. ikinci teorem, birincinin suskun kaldigi bu noktayi hedef almaktadir. ikinci refah teoremi, gerekli sartlar saglanirsa, pareto verimli bir dagilimin, devletin uygulayacagi goturu (lump-sum) vergi ve transferler yardimiyla, rekabetci piyasanin denge dagilimi olarak elde edilebilecegini soyler. bu da teorik olarak, piyasa ekonomisinde adil bir bolusumun mumkun oldugu anlamina gelir; ustelik verimsizlik de yaratilmadan.

birinci ve ikinci refah teoremlerinin gecerli oldugu durumlarda, serbest ya da degil, piyasa her derde devadir. burada "serbest ya da degil" sozunun altini cizmeliyim. zira refah teoremleri serbest piyasa ekonomisi kavraminin teorik destekcileri olarak gorulseler de, bu teoremlerin tutmasi icin piyasanin serbest olmasi gerekmez. aslina bakilirsa, ekonomideki pareto verimli dagilimlarin ve bunlari rekabetci denge olarak destekleyecek fiyatlarin hesaplanip bu dengenin elde edilmesini saglayacak goturu vergi ve transferlerin tum bireyler icin tek tek bulunup uygulanmasini gerektiren ikinci refah teoremi, serbest piyasadan cok planli bir ekonominin teorik destekcisi gibi duruyor. zira bir planlama teskilati her seyi bu kadar iyi hesaplayip uygulayabilseydi, o zaman serbest piyasayi savunmanin bir anlami kalmazdi. (daha once birinci refah teoremi hakkindaki yazimizin ek kisminda yazdiklarimizla, piyasa sosyalizmi ve hesaplama problemi hakkinda yazdiklarimiz ikinci refah teoremi icin de gecerlidir. )

ikinci refah teoremi, teorik acidan piyasa ekonomisinin adil bolusumle celismedigini gostermesi acidan onemli bir teoremdir; ama gercek dunyadaki uygulamasi sinirlidir. gercekte daha adil bir dagilima ulasmak icin cogunlukla verimlilikten feragat etmek gerekir.

peki ikinci refah teoremi ne zaman gecerlidir? ne zaman cuvallar? once teorik, sonra da pratik acidan degerlendirelim. rekabetci piyasa modeli icerisinde, ikinci refah teoremi, birincinin aksine, guclu teorik varsayimlar altinda gecerlidir. her seyden once ekonomideki bireylerin tuketim setleri (consumption set) ve tercihleri (preferences) ile firmalarin uretim setlerinin disbukey (convex) olmasi gerekir. bu yuzden, mesela yuksek sabit maliyetler sebebiyle firmalarin olcege bagli artan getiriyle uretim yaptigi bir ekonomide ikinci refah teoremi tutmaz. hatta boyle bir ekonomide denge var olmayabilir bile. (bu teknik sorunlar ve buyuk ekonomilerde bunlara bulunan teknik cozumler uzerinde daha fazla durmayacagim. genel dengenin varligi, ozellikleri ve refah teoremleriyle ilgiyle detayli teknik bilgi arayanlar zaten mas-colell'e bakarlar.)

ikinci refah teoreminin rekabetci piyasa modeli icerisinde guclu varsayimlara dayandigini soyledik. buna ek olarak, daha once birinci refah teoremi konusunda degindigimiz gibi, rekabetci piyasanin kendisi de guclu kurumsal varsayimlara dayanir. oncelikle rekabetci piyasada bireyler ve firmalar piyasada olusan fiyatlari etkileyemez, onlari aynen kabul edip iktisadi kararlarini verirler. eger ekonomide fiyatlari etkileyebilecek buyuklukte bir alici ya da satici varsa, piyasalar rekabetci degildir. bu durumda planlama teskilati arzu edilen pareto verimli dagilimi destekleyecek denge fiyatlarini dogru bicimde uygulayamayabilir.

refah teoremlerinin onundeki en buyuk sorun ise, gercek hayatta piyasalarin ve bilginin rekabetci piyasa modelinde varsayildigi gibi tam olmamasindan kaynaklanir; hatta bazen piyasa kurumsal olarak var olmayabilir bile. bu yuzden dissalliklar (externalities), kamu mallari, bilgi eksiklikleri (incomplete information), eksik piyasalar (incomplete markets) ve benzeri sebepler refah teoremlerinin sonuclarini gecersiz kilabilir. (bu sorunlarin refah teoremlerini nasil cokertebileceginin uzerinde su anda durmuyorum. piyasa basarisizliklari uzerine daha once de yazdik, bundan sonra da cok yazacagiz. planlama teskilati ve uygulama ile ilgili sorunlara bakalim biz.)

iki refah teoremi de yukarida saydigim sorunlardan olumsuz etkilenir. ancak bu sorunlar planlama teskilatinin gorevini etkin bicimde yerine getirmesini imkansiz hale getirebilecegi icin, ikinci refah teoreminin gercek dunyadaki gecerliligi daha zayiftir. peki neden? planlama teskilatinin isi ekonomideki pareto optimal dagilimlari, piyasada bunlari destekleyecek fiyatlari ve istenilen dengeyi uygulayacak goturu (lump-sum) vergi ve transferleri bulmak. bunun icinse ekonomideki tum bireylerin tercihlerini, sahip olduklari varliklari, firmalarin uretim bilgilerini ve diger tum ilgili verileri bilip islemesi gerekiyor. milyonlarca, hatta milyarlarca veriden bahsediyoruz. denge dagilimini ve onu destekleyecek fiyati bulmak icin en azindan bu bilgilerin istatistiki dagilimi kullanilabilir. ama her bireye uygulanacak goturu (lump-sum) vergi ve transferi belirleyebilmek icin devletin herkesin tercihlerini, sahip oldugu varliklari ve benzeri ozel bilgileri tam olarak bilmesi gerekir ki bu imkansizdir. boyle oldugu icin goturu (lump-sum) vergileme uygulanamaz. ya ne yapilir? insanlara dair gelir, finansal varliklar ve benzeri gozlemlenebilen bilgiler uzerinden vergileme yapilir. o zaman da insanlarin calisma istekleri degisir, paralar yastik altina gider, ekonomi kayit disina kayar; kisaca, insanlar vergiden kacabildikleri oranda kacarlar. bu da bireylerin piyasadaki optimal kararlarini bozdugu icin kacinilmaz olarak verimsizlik yaratir. bu vergilerin toplanmasi, vergi kacakciligi gibi sorunlar da cabasi tabii.

ozetle, gercek dunyada goturu (lump-sum) vergileme islemez. mevcut vergi sistemleriyle erisilebilecek pareto verimli sonuclar da sinirlidir. bu yuzden gercek dunyada vergi sistemleri verimsizlik yaratir; yani ikinci refah teoremi uygulamada islemez.

not 1: bu yazi mas-colell ve daha bir dizi kaynaktan zamaninda derledigim notlardan cikmistir. bir ders kitabinda bulunabilecek seyleri yazmayi, fazla teknik konulara girmeyi sevmiyorum. ancak piyasa ekonomisi uzerine yazilar yazarken, refah teoremlerine atifta bulunmamak imkansiz. o yuzden bu kadar temel bir konuda bir kosede referans olarak duracak bir yazi yazmadan edemedim. yine de fazla teknik konulardan olabildigince kacinmaya calistim.

not 2: yukaridaki elestiriler ve benzerleri, her turlu sosyal, siyasi ve iktisadi sistemdeki merkezi planlama faaliyetleri icin gecerlidir.

not 3: goturu vergilemenin uygulanamadigi durumlarda, tuketime, sermayeye ya da emege koyulan vergilerle verimsizlikleri en aza indirme isine (vergilendirme) ramsey yaklasimi deniyor. ama ramsey yaklasimi yukarida belirttigim turden bilgi sorunlarinlariyla bas etmeye yetmiyor. o zaman da devreye, daha once uzun uzun bahsini ettigimiz mirrlees yaklasimi giriyor.

7 Nisan 2007 Cumartesi

Optimal Vergilendirme: Mirrlees Yaklaşımı

sorumuz su: "calisanlarin gelirlerini nasil vergilendirelim?". (dikkat ediniz menkul, gayri-menkul falan demiyorum. onlari baska zaman tartisiriz.)

sokaktaki vatandas buna "cok kazanandan cok, az kazanandan az vergi alalim" diye cevap verecektir; iktisat gormus olanlarsa bunu "vergiler artan oranli (progressive) olsun" diye duzelteceklerdir. zira ikisi ayni sey degil. "progressive" marjinal vergi oraninin gelirle birlikte artmasi demek. yani mesela yillik 150000YTL geliri olan biri ilk 100000YTL icin %30 kalan 50000YTL icin %40 vergi oduyorsa vergi sistemi "progressive"dir (oranlari ve esikleri salliyorum kimse kusura bakmasin). artan gelirle birlikde marjinal vergi orani duserse, vergi sistemi "regressive" olarak adlandirilir.

sol egilimli bir iktisatci olan nobel odullu James Mirrlees de bu konulari otuz kusur sene once dusunmus ve bu sorunun gorundugunden daha cetrefilli oldugunu farketmis. zira devletin insanlarin kisisel ozelliklerini gozlemleyemedigi ve sadece gelirlerini dikkate aldigi durumda vergi sisteminde cok ciddi sorunlar dogabilecegini farketmis. Bunun uzerine boyle bir bilgi asimetrisi durumunda devletin toplumun refahini en ust duzeye cikarmasi icin nasil bir vergi sistemi getirmesi gerektigi sorusunun uzerinde calismaya baslamis.

sene 1971. james mirrlees, bu alanda cigir acan ve kendisine nobel getiren calismalarin ilki olan "an exploration in the theory of optimum income taxation" adli makaleyi yayinliyor. ama bu makalede ne yazik ki, olabilecek en genel bicimde kurdugu modeli, onu tatmin edecek guclu sonuclari veremiyor. mirrlees sokaktaki adamin yargisini destekler sekilde optimal vergi miktarinin gelirle birlikte artmasi gerektigini ispatliyor; ama verginin artan oranli (progressive) olmasinin toplumsal acidan en iyi olmayabilecegini de goruyor. mirrlees'in bundan duydugu rahatsizlik da makalede seziliyor. (burada toplum deyince zengin-fakir herkesi dusunuyoruz. ama bu sonuclar sadece fakirinin refahini dusunen devlet icin de gecerli. nedenini birazdan gorecegiz.)

simdi devlet vergi sistemini nasil dizayn etmeli ona bir bakalim. burada gelir vergisi problemi dedigimiz sey aslinda bir sosyal sigorta problemi. hicbir insan bu dunyaya gelirken hangi genlerle nasil bir sosyal cevreye gelecegini; ne olcude zeki, becerikli,
guzel ve saglikli olacagini bilmiyor. dolayisiyla kimisi dogustan gelecekte cok kazananacak potansiyele sahip oluyor, kimisi de olmuyor. devletin vergi ve transferler yoluyla yaptigi, dogustan sansli bireylerden alip sanssiz bireylere vermek. boylece devlet dogmamis cocugu, kaderin sillesini yeme riskine karsi en bastan sigortalamis oluyor.

eger ortada bilgi problemi olmasa, sorunun cozumu kolay. yani mesela devlet Tuncay Sanli'nin futbola, Ersin Ozince'nin bankaciliga, Cem Yilmaz'in komedyenlige olan yetenegini bilecek; bu insanlarin bu yetenekle ne kadar kazanabileceklerini de bilecek. bu durumda optimal vergi sistemi sunu diyor: cok kazanandan oyle bir vergi toplayip digerlerine dagit ki, isci de olsa, koylu de olsa, bankaci da olsa, futbolcu da olsa, falanca holdingin genel muduru de olsa, calisamayacak kadar ozurlu de olsa herkes gunun sonunda toplumun kaynaklari elverdigi olcude (en verimli bicimde) ihtiyaci kadar tuketsin (bireylerin ihtiyaclari esitse tuketimleri de esit olacaktir). teknik olarak bunu her bireyin tuketimden elde ettigi marjinal faydanin digerinin marjinal faydasina esit olmasiyla ifade ediyoruz.

peki Tuncay BMW yerine Clio'ya binince futbol oynamak istemez, antremanlari aksatir, maclarda sahada gezinirse ne olacak? o zaman onu Stalin'in yaptigi gibi bir calisma kampina sureriz. ne dedik bastan? su an ortada bilgi problemi yok. devlet her seyi biliyor ve goruyor. tuncay'in da nasil iyi bir futbolcu oldugunu biliyor. tuncay sahaya cikip oynamazsa, akli basina gelene kadar calisma kampinda tas kirar. yani eli mahkum, sahaya cikip aslanlar gibi oynayacak; mactan sonra da clio'suna binip kucukyali minibus caddesi uzerindeki mutevazi evine donecek. kisaca, devlet herseyi biliyor ve goruyorsa, herkesten yetenegine gore alip herkese ihtiyacina gore dagitmak, uygulanabilir olmanin yanida, en ideal sonuc olarak ortaya cikiyor.

ancak gercek dunyada tuncay'i calisma kampina gondermekle tehdit etmenin bir cozum olmadigi acik. tuncay'i bilmem, ama boyle bir durumda "gol oruclari"yla unlu hakan sukur'un calisma kampindan cikamayacagi belli. adam zaten duygusal; bazen formdan dusuyor, sahada geziniyor. bir de bu ceza stresi ustune gelir de gol atamazsa ne olacak? sen hakan sukur sahada gezinirken kaytariyor mu, yoksa hakikaten psikolojisi mi bozuk anlayamiyorsan bu mekanizmayi isletemezsin.

boyle bir sistemde daha uretken olanlar, uretken olmayanlarla ayni harcanabilir gelire sahip olduklari icin uretken olmalarina yol acan yeteneklerini saklama egilimine girerler. ersin ozince bankaciliktan iyi kazanmasa manyak mi banka genel mudurlugu gibi stresli ve manevi yonden tatminkar olmayan bir isle ugrassin. ayni geliri olacaksa gider ogretmen olur, akademisyen olur, fotografci olur; illa bankaci olacaksa daha az sorumluluk gerektiren, kendisine ve ailesine daha cok zaman ayirabilecegi bir pozisyona girer. ne de olsa, gercekte devletin kisilere iliskin ozel bilgileri bilmesi mumkun olmadigina gore, kimin ne kadar uretken olabilecegini bilip onu zorlamasina imkan yoktur.

bakin ortamda bilgi asimetrisi varsa ne oluyor. diyelim ki ersin ozince isbankasindan ayda 40000YTL alsin. ortalama maas da 2000YTL olsun. bilgi tamken devlet ersin'den 38000YTL'yi alip calisamayan 19 kisiye dagitiyordu. ama simdi ersin daha basit bir isi tercih ediyor ve yine 2000 aliyor. peki ersin'in 38000 lirasindan nasiplenen 19 kisiye ne oldu? goruldugu gibi tesvik yokken insanlarin daha fazla calisma istekleri ortadan kalkabilecegi icin, bundan herkes ama ozellikle de en az uretken olanlar olumsuz etkileniyor.

buradan cikan sonuc su: ortada bilgi problemleri varken devlet bir sosyal politika uyguluyorsa, bu politika tesvik uyumlu olmalidir. yani ersin ozince'den oyle bir miktar para keseceksin ki kaytarmaya calismasin. sonra da o parayi daha sanssiz insanlara dagitacaksin. ortaya cikacak sonuc bilginin tam oldugu duruma gore daha az ideal olacak; ama erisilebilir secenekler arasinda da en iyisi olacak. (bazilari ilk duruma first best, ikincisine de second best diyorlar.)

bu konuda berkeley'den emmanuel saez'in mirrlees'in teorisinin gercek hayattaki vergi politikalarina uygulanabilmesini saglayan calismalarindan da bahsedecektim, ama yoruldum. su kadarini bilin yeter. bu adam o kadar super bir adam ki, tuketimin ve isgucu arzinin gelire gore esnekligine bagli bir formul yoluyla, zengin nasil urkutulmeden optimal optimal vergilendirilir sip diye soyluyor.

calisanlarin gelirleri konusunda simdilik bu kadar. ancak, calismayan ama kira ve faiz geliriyle gecinen zenginlere ne olacak? mirascilara ne yapacagiz? vergilerin dogustan gelmeyen ama egitimle kazanilan becerilerin edinilmesine etkisi olabilir mi? gercekte devlet toplumsal acidan en iyi vergi sistemlerini bulabilir ve uygulayabilir mi? peki ya devlet vatandasin refahini degil, kendi kisisel ve siyasi cikarini dusunen guvenilmez politikacilarca yonetiliyorsa? vergilerle daha cok ilgilenecegiz...

not: yukarida stalin'in adini gecirdim diye suraya bir not ekleme ihtiyaci hissettim. aslinda, her ne kadar komunist ideallerle celisse de, gercek hayatta iscilerin ne idealist ne de ideal insan oldugunu bilen stalin uretimde iscilere tesvik verilmesinin oneminin farkindaydi. bu yuzden stalin doneminde sovyet rusya'da da isciler icin parca-basi ucret, muhendisler ve teknik personel ile kollektif ciftciler icin prim sistemleri uygulaniyordu. goruldugu gibi burada vergilendirme teorisi cercevesinde inceledigimiz tesvik sorunu, kendini her yerde gosterebiliyor.

3 Nisan 2007 Salı

Ekonomi Turk: Oyun Teorisi Nedir?

Bu da bir ekonomi blogunda yer alan bir pazarlik (bargaining) oyunu hakkındaki yorumum. Gerçek hayatta legal ya da illegal bir rantın, mesela rüşvetin bölüşüm problemi gibi yorumlayabileceğimiz oyun şöyle:

"5 tane korsan 1000 altini paylasacaklarmis. Birinci korsan bir teklif yapacak, teklif oylanacak, kabul edilirse, altin yapilan teklife gore pay edilecek. Eger oylamada teklif reddedilirse teklifi yapan korsan gemiden kopekbaliklarina atilacak ve sira ikinci korsana gelecek. Ikinci korsanin yaptigi teklif de ayni sekilde geride kalan 4 korsan tarafindan oylanacak, vs. vs.Korsanlarin hepsi inanilmaz zeki insanlar, gozlerini kan burumus, ve ayni zamanda acgozluler. Siz birinci korsan olsaydiniz altinlari paylasmak icin ne tur bir teklifte bulunurdunuz?" Ekonomi Turk: Oyun Teorisi Nedir?


bu tip sonlu sayidaki tekrarli oyunlarin cozumu geriye dogru tumevarimla (backward induction) yapilir, ve yontem son derece standarttir. Yani herkes suya atilsa son kalan adam ne kazanir diye baslanip sirasiyla iki, uc, dort adam varken herkes ne kadar kazanir bulunur, boylece besinci oyuncunun optimal stratejisi olan teklif kabak gibi ortaya cikar.

ancak bu tip sorularin farkli varsayimlar altinda farkli cozumleri vardir. oyun teorisi hakkinda az bucuk malumat sahibi insanlar, bazi standart varsayimlari gozleri kapali kabul ederek cozume girisirler. lakin standart cozum yollariyla doktrinize edilmemis, zihni acik bir insan cok farkli akilci cozumler de uretebilecektir. zaten oyun teorisinin guzelligi, standart cozumlerin acikca cuvallayabilmesindedir. bu sayede insanin aklinin sinirli oldugu, insanlarin akilci degil duygusal davranabildigi, kisaca standart varsayimlarin islemedigi turlu durumlar icin yeni cozumler uretilebilmekte, oyun teorisi konusundaki arastirmalar farkli alanlara dogru kayarak canliligini koruyabilmektedir.

bu oyun konusunda yazilan yorumlara bir bakin. oyun teorisi konusunda bir miktar egitim aldigi belli insanlar disindaki insanlarin cozum onerileri nasil farklilik gosteriyor. bunlarin hepsi akilli insanlar ve cozum onerileri de kendi varsayimlari cercevesinde eminim akilcidir. simdi oyun teorisinin amaci insanlara belirli bir dusunce ve davranis kalibini empoze etmek degil, insan davranislarini inceleyip aciklamak olduguna gore; problemdeki tum korsanlari birer oyun teorisi ustadi gibi degil, akilli ama siradan insanlar olarak kabul edip problemin olasi sonuclarini aramak cok daha ilginc olacaktir. probleme boyle yaklasinca oyun teorisi, yazarin belirttigi gibi, gercek hayatta yaya kalan basit bir dusunce egzersizi olmaktan cikacaktir. bir ornekle gosterelim:

diyelim ki (varsayimlara basliyoruz) ilk teklifi yapacak korsan bir oyun teorisi ustadi; ve hem kellesini kurtaracak, hem de kendisini zengin edecek bir teklif sunmaya hazirlaniyor. biliyor ki son korsan herkesi denize atip tek basina altinlara konmak ister. ayrica herkes de akilliysa bunu bilir diye dusunuyor ve oyunu sondan baslayarak cozmeye basliyor.

once ilk uc adamin suya atildigini varsayip son iki adamin nasil davranacagini bulacak. ama once iki adam kaldiginda bolusum mekanizmasinin nasil isleyecegini belirlememiz gerek. tamamen farazi bir dusunce egzersizi yapiyorsak, her teklifin kabulu icin salt cogunluk gerektigini varsayip son adamin teklifi reddetmesinin teklifi yapani kopekbaliklarinin arasina gonderecegini varsayabiliriz. Ama problemi daha ilginc kilmak icin, son asamada teklifi reddedilen korsanin gonul rizasiyla gemiden atlamayacagini varsayalim. bu durumda iki adam kaldiginda teklifi yapanin yaptigi teklif kabul gormezse kavga cikar; kazanan digerini suya atar. eger korsanlarin riskten kacan ya da risk konusunda tarafsiz bireyler oldugunu varsayarsak son teklifin taraflar arasindaki guc dengesi gozetilerek yapilacagini; ve kavgaya gerek kalmadan 1000 altinin iki tarafin da riza gosterecegi bir sekilde taraflara dagitilacagini dusunebiliriz.

Yalniz burada korsanlar hakkindaki yaptigimiz riskten kacan birey varsayiminin sacmaliginin altini cizmek isterim. risk almaktan korkan adam gider devlet kapisinda memur olur, denizlerde ganimet pesinde isi ne? ama korsanlari risk alan bireyler olarak alirsak, cozumu oylamayi falan reddedip karsidakinin bogazina sarilmakta bulabiliriz. o yuzden daha makul bir varsayim olan risk konusunda tarafsiz birey varsayimini kabul edelim biz. cozumu de fazla karmasiklastirmamak icin, her korsanin esit gucte oldugunu varsayalim. boylece, ortada ikiden fazla korsan varsa, teklifi reddedilen korsani diger korsanlar kollarindan tutup denize atabileceklerdir. bu varsayimlar altinda iki korsan kaldiginda altinlarin bu iki korsan arasinda esit olarak bolusulecegi durumun oyunun sonucu olacagini ongorebiliyoruz.

simdi son uc adam kaldiginda cozumun ne olacagina bakalim. bu asamada teklifi yapacak korsan, aptal degilse, digerlerinin kendisini kopekbaliklarina yollayip altinlari paylasmak isteyeceklerini bilecektir. o zaman oyle bir teklif yapmali ki aralarindan birini yanina ceksin ve cogunlugu saglayip isi bitirsin. En akilci teklif iki korsandan herhangi birine 500 altin vermek ve geri kalan 500 altini kendine ayirmaktir. Diger korsan ise avcunu yalayacaktir. Kendisine 500 altin teklif edilen korsan, teklifi reddederse bir sonraki asamada yine 500 alacaktir. dolayisiyla kendi cikarindan baska bir sey dusunmedigini varsaydigimiz bu korsanin teklifi reddetmek icin bir sebebi yoktur. (ne olur ne olmaz deyip rusvet babinda diger korsana biraz fazla altin teklif etmeyi korsanliginin sanina yakistirmiyoruz).

simdi son dort adam kaldigini dusunelim. teklifi yapan korsan, bir sonraki asamada ucuncu korsanin 500 altin, digerlerinden birinin 500, digerinin 0 altin alacagini biliyor. ama ucuncu korsanin teklifini yaparken kimi yanina cekecegini ise bilmiyor olsun. bilse diger adami kendi yanina cekmek isteyecekti. ama simdi farkli bir strateji izlecek. Diyelim ki ucuncu adam bu tercihi tamamen rasgele yapacak olsun ve tum oyuncular da bunu bilsin (ne cok varsayim oldu degil mi?). yani son iki oyuncu ucuncu asamada ucuncu oyuncunun kendisine 1/2 ihtimalle 500 altin teklif edecegini tahmin edecektir; bunun da beklenen getirisi 250 altindir. bu yuzden, risk konusunda tarafsiz oldugunu varsaydigimiz korsanlar, dort korsan kaldiginda teklif yapan korsan (ikinci korsan) kendilerine en az 250 altin verirse onun yanina gececeklerdir. ama ucuncu korsan bir sonraki asamadaki kazanci olacak olan 500 altindan asagisina evet demeyecektir (aslinda evet deme ihtimali olsa isler arap sacina donebilir; fazla kurcalamiyoruz.). boylece, dort adam kaldiginda, teklifi yapan korsan, 250'ser altin teklif edecegi son iki korsanin desteklegini alacak ve 500 altinin uzerine konacaktir. ucuncu korsan ise avucunu yalayacaktir.

boylece kendisi denizin dibini boylarsa bolumusumun nasil olacagini goren oyun teorisi uzmani birinci korsan, bu bilgiler isiginda teklifini yapar. birinci korsanin kellesini kurtarmak icin kendi disinda iki oya ihtiyaci var. bir defa ucuncu korsanin teklif reddedilirse bir sonraki asamada hicbir sey alamayacagini biliyor. ona 1 altin verse bile bu onu kara gecirir. diger korsanlardan ikinci korsan, dorduncu roundda teklifi yapip 500 kazanmak isteyeceginden ondan uzak duracaktir. dolayisiyla birinci oyuncu, son iki korsandan birine 250, ucuncu korsana ise 1 altin verip kendisine 749 altin birakarak oyunu sonlandirabilir. diger oyuncular ise hicbir sey almazlar. (aslinda ucuncu korsan hicbir sey almasa da teklifi reddetmek icin akilci bir sebebi yok ama bir altinin lafi olmasin artik.)

ama derseniz ki ucuncu oyuncu birincinin acgozlulugune kizmaz mi diye, ben de derim ki neden olmasin? ya da pek tabii ucuncu korsan hayatinda oyun teorisi nedir duymamis, stratejisini standart kurallara gore degil kendi icgudusel egilimlerine gore belirliyor olabilir. eger ucuncu korsan birincisi gibi oyunu sondan basa dogru cozemezse, ilk teklifi reddettiginde ikinci turda hicbir sey alamayabilecegini ongoremez. belki ongorur ama diger korsanlarin ikinci korsan kadar akilci bir strateji izlemeyebilecegine dair olumlulere ozgu bir iyimserlige kapilabilir. eger korsanlardan bazilari birinci korsanin akilciligina sahip degilse, birinci korsanin stratejisi cokebilir.

lafi uzatmayalim, birinci korsani zengin edecek teklif kendi akilciligi kadar diger insanlarin da akilci dusunmesine bagli. ama goruluyor ki akilci olmak burada ucuncu korsana yaramiyor. belki bir aptal olsa birinci korsan gibi analiz yapamaz ama muhtemelen daha iyi bir teklifle karsilasir. o zaman diyebiliriz ki bazen aptal, inatci, cilgin takilmak rasyonel olmaktan daha iyi sonuclar verebilir. zaten bu konu oyun teorisindeki en guncel calismalarda hararetle inceleniyor.

gercek hayatta boyle bir bolusum problemiyle karsilassak, muhtemelen birinci oyuncu yine aslan payini alacak ama daha hakkaniyetli davranmayi sececektir. zira korsanlarin kafasini kizdirmaya gelmez. 700 kusur altin alacagim derken hem altinlardan hem de kelleden olabilir insan...

1 Nisan 2007 Pazar

Refah Ekonomisinin Birinci Temel Teoremi

birinci refah teoremi olarak da bilinen bu teoremi, iktisadi ingilizce ogrenenler "first fundamental theorem of welfare economics" ya da "first welfare theorem" olarak hatirlayacaklardir. birinci refah teoremi, adam smith'in piyasalarin kendiliginden, adeta gorunmez bir el vasitasiyla, toplumsal acidan en iyi sonuclari ortaya koyduguna (koyabildigine) iliskin tezinin matematiksel iktisattaki genel ve formel ifadesidir. birinci refah teoremi, gorece zayif matematiksel varsayimlar altinda rekabetci dengenin pareto verimli bir dagilim ortaya cikardigini soyler. yani rekabetci piyasalarda olusan denge bazi bireyleri daha kotu duruma getirmeden digerlerini daha iyi duruma getiremez. baska bir deyisle, rekabetci dengede toplumun kaynaklari sonuna kadar kullanilir, zayi olmaz.

birinci refah teoremi zayif matematiksel varsayimlara dayansa da, rekabetci piyasa guclu kurumsal varsayimlara dayanmaktadir. her seyden once rekabetci piyasa modeli ekonomideki birey ve firmalarin piyasadaki fiyatlara etki edemedigi varsayimina dayanir. ekonomide az sayida firma varsa ve bu firmalar fiyatlara etki edebiliyorlarsa, piyasalar rekabetci degildir; dolayisiyla piyasada olusacak dagilim pareto verimli olmayabilir. ayrica rekabetci piyasa modeli bilginin mukemmel ve piyasalarin tam oldugu varsayimlarina dayanir. bu yuzden dissalliklar (externalities), kamu mallari, bilgi eksiklikleri (incomplete information), eksik piyasalar (incomplete markets) ve benzeri sebepler piyasalarin pareto verimli sonuclar ortaya cikarmasini engelleyebilir.

gercek hayatta rekabetci piyasalarin verimli sonuclar ortaya cikarmasini saglayan kurumsal sartlarin nadiren gerceklesebildigini one suren stiglitz gibi iktisatcilar, birinci refah teoreminin sonuclarina ihtiyatla yaklasilmasi gerektigini savunmaktadirlar. (bkz: piyasa basarisizligi)

birinci refah teoremi konusunda dikkate deger bir husus da teoremin rekabetci denge dagiliminin verimliligini vurgularken, dagilimin hakkaniyeti konusunda sessiz kalmasidir. ornegin, ekonominin tum kaynaklarinin tek bir bireyde toplandigi bir dagilim, hicbir kaynak zayi olmuyorsa verimlidir. birinci refah teoreminin hakkaniyet konusundaki bu sessizligi, ikinci refah teoremini ortaya cikarmistir.

ek: birinci refah teoremi her ne kadar serbest piyasa ekonomisinin teorik temellerinden biri olarak gorulse de piyasa sosyalizmi olarak anilan, sosyalizmin hem teori ve hem de uygulamadaki ana kollarindan biri olan modelin de temel dayanaklarindan biridir. Daha once de ilgili maddelerde tartistigimiz uzere piyasa sosyalizmi, uretim araclarinin devlete ait oldugu bir ekonomide, devlete ait firmalar arasinda sanal bir piyasa yaratilarak hesaplanan fiyatlar yoluyla merkezi planlamanin yurutuldugu bir sistem. birinci refah teoremi, boyle bir piyasa temelli planlama ekonomisinde de acikca tutmaktadir. yani planlama teskilati, soz konusu sanal piyasada olusacak dengeyi hesaplayabildigi muddetce, teorik olarak sosyalist bir ekonomide de verimli dagilima ulasabilir. ilerleyen teknolojiyle birlikte boyle bir hesaplamanin uygulamasinin giderek kolaylastigini iddia eden piyasa sosyalisleri, bu teorik modelin gercek hayatta uygulanabilir oldugunu savunmuslardir. hatta daha da ileri giderek serbest piyasa ekonomisinde rekabetci ekonominin sartlarinin olusmasinin zorluguna isaret ederek, merkezi planlama yoluyla rekabetci dengenin planlama teskilati tarafindan dogrudan uygulanmasinin pareto verimli bir dagilima ulasmanin en etkin yolu oldugunu savunmuslardir. lakin rekabetci serbest piyasa modeli gibi piyasa sosyalizmi modeli de, stiglitz, hayek ve daha pek cok neoklasik gelenegin disindaki iktisatci tarafindan, bilgi problemleri basta olmak uzere pek cok gerekceyle elestirilmektedir. macaristan basta olmak uzere pek cok planli ekonomide zamaninda uygulamaya konulan piyasa sosyalizmi modelinin gercek hayattaki basarisizligi, modelin muhaliflerinin goruslerini destekler niteliktedir.

Bu konuyu ikinci refah teoremi konusunu tartisirken daha genis tartisacagiz; ama ona gelmeden, daha once degindigimiz hayek’in elestirisi icin (bkz: calculation debate).

Pareto Verimlilik

eger bir dagilim erisilebilir (feasible) ise ve ekonomide bir bireyi daha kotu duruma dusurmeden baska birisini daha iyi konuma getirebilecek erisilebilir bir baska dagilim da yoksa, o dagilim pareto verimli olarak tanimlanir. baska bir ifadeyle, pareto verimli dagilimda toplumun kaynaklari kimseyi baslangicta oldugundan daha kotu duruma getirmeyecek sekilde sonuna kadar kullanilir.

Bir piyasada olusacak dagilimin pareto verimli olmasi su dort sarti gerektirir:

1. uretimde verimlilik (efficient production): firmalar en verimli (dusuk maliyetli) uretim yapandan baslayarak uretim yapar ve olusacak talebi karsilarlar. yani daha verimli bir firma uretmiyorken daha az verimli firma uretim yapmaz.

2. tuketimde verimlilik (efficient consumption): bireyler bir mali once en yuksek degeri bicen tuketiciden baslayarak satin alirlar.

3. verimli miktar (efficient quantity): firmalarin urettigi ve tuketicilerin tukettigi (yani arzi talebe esitleyen) miktar, toplumun toplam refahini en yuksek duzeye cikaran miktardir. bu miktar uretilen malin marjinal maliyetinin tuketiciye sagladigi marjinal faydaya esit oldugu noktadadir.

4. bariz israf yoktur (no obvious waste): tum kaynaklar sonuna kadar kullanilir; hicbir kaynak israf edilmez.

İşletme ile İktisat Arasındaki Fark

tercih yapma asamasindaki genc icin yeri geldiginde ceyrek nete kadar inebilen bir farktir. ama isin asli isletmeci direksiyondaki sofor gibidir; her bir isletmeci farkli tipte, buyuklukte ve ozellikteki bir araci turlu hava ve yol sartlarinda gidecegi yere goturmeye calisir. iktisatci ise yeri geldiginde araclara ceza kesen trafik polisi, trafik problemlerini cozmek icin projeler gelistiren karayollari ya da buyuksehir belediyesi, surucunun yaninda oturup ahkam kesen adam, yoldan gecen 35 plakali arabalari sayan cocuk gibi cesitli roller ustlenebilir. bilmem aciklayici oldu mu?

ABD’de doktora yapmak için gerekenler

her sene abd'de doktora yapmak icin basvuruda bulunan binlerce kisinin kafasini kurcalayan bir mevzu. bu yuzden bunlardan biri olan bir sozluk yazariyla gecenlerde yaptigim bir yazismayi uygun bicimde degistirerek, bir-iki ekleme cikarma yaparak sozluge aktarmayi uygun buldum.

"dr jekyll: oncelikle bu linkteki sitede isine yarayacak pek cok bilgi mevcut. detayli bilgi icin inceleyebilirsin.

http://www.mezun.com/...cation/content/doktora/p1.cfm

simdi sorularina gelelim:

1- doktora icin ilk adimim ne olmali? yani oradaki okullar benden ne istiyorlar? ne sinavlar, ne belgeler gerekli?

dr jekyll: verdigim likteki sayfada detayli bilgi mevcut. ama orada genel basvuru bilgileri var. ozel olarak psikoloji doktorasi icin gerekenleri birkac universitenin internet sitesine bakarak ogrenebilirsin. dikkat etmen gereken nokta basvuru sureci bir sene once kadar onceden baslar. o yuzden bir sonraki sene baslamak istiyorsan, bu yaz hazirliliklara baslaman gerek.

2- kendime uygun okulu neye göre secebilirim? daha ziyade yasanılası bir sehir secmek de onemli olabilir. ben amerika'yi hic bilmiyorum. bu secimimi neye gore yapmam gerekir?

dr jekyll: okul secmek ve sehir secmek iki farkli sey. bazi iyi okullar dag basinda olabiliyor, bazen de tam tersine okulun bir tek bulundugu sehir guzel olabiliyor. oncelikle iyi okul nasil secilir ona bakalim. bu konuda internette cesitli siralamalar var. bunlarin en bilinenin us news dergisinin siralamalari. internette aratarak birkac tanesine rahatlikla ulasabilirsin. ondan sonra teker teker okullarin internet sitelerine girip bilgi toplaman gerek. hangi okullar hangi alanlarda daha iyi, hangi okullardan cikanlar daha iyi is buluyorlar, senin ilgi alanin ve akademik beklentilerin ne? tum bu sorularin yanitlarini bulmak icin okullarin web sitelerinde arastirma yapmalisin. ayrica o okuldaki doktora ogrencilerine mail atarak bilgi isteyebilirsin. onlarin icerden verecegi bilgiler, okulun disardan birinin bilemeyecegi pek cok ozelligi hakkinda seni aydinlatacaktir.

sehir icinse pek cok farkli kriter goz onune alinabilir. bunlar da kisiden kisiye degisir. okullara bakarken bulunduklari sehirleri arastirabilirsin. en iyisi bilen birisine sormaktir. bu konuda sehrin buyuk ve canli bir sehir olup olmamasi, yasam masraflarinin yuksekligi, iklimi, suc orani ve daha pek cok faktoru goz onune alman gerekiyor. internette cok sayida kaynak var. bu ve benzeri pek cok sey icin epey bir sure internet basinda gecirmen gerekecek.

3-doktora kac sene suruyor (bolume gore degisir mi?) ve devam zorunlulugu var mi? yani hem calisip hem okula gidiliyor mu? calisiliyorsa, okulda asistanlik yani sira disarda bir yerde calisma izni var mi ogrencilerin?

dr jekyll: doktora ortalama bes sene surer. ama bolumden bolume ve okuldan okula bu sure degisebilir. bununla beraber doktoraya tam zamanli devam etmelisin. yoksa bitmez. doktora ogrencilerinin buyuk cogunlugu ayni zamanda asistanlik yaparlar. okul ucretlerini ve yasam masraflarini boyle cikartirlar. ogrenci vizesiyle okul disinda bir iste calisman ise kanunen mumkun degil.

4-ben 24 yasindayim. yaklasik 3 senedir calisiyorum. burdaki is hayatimdan da memnunum. yani isimi birakip gitmek akil kari olmayabilir. ama olursa da orada calismak isterdim (bu mumkun mu bilmiyorum).

dr jekyll: dedigim gibi ogrenci vizesiyle gelip calisman mumkun degil. calismak istiyorsan baska yollar arayabilirsin. doktora yapmak istiyorsan, bunun uzun ve emek isteyen br surec oldugunu dikkate alman lazim. yas onemli degil. ben de 24 yasindayim ve buranin en genclerindenim. buralarda doktoraya baslama yasi genellikle 25-26. ama kararlilik onemli tabii. iyi dusunmen ve hayattan beklentilerini goz onune alman lazim. karar senin.

5- isin manevi boyutu ve maddi boyutu icin de,
a) sozlukte de okudum. insanin uzaklarda cok mutsuz olabilecegi yaziyor. psikolojik olarak insani cok etkileyebilecegi vs. herkese gore degisebilir ama senin ilk sene icin izlenimin nedir?

dr jekyll: orasi kisiden kisiye degisir. benim icin zor olmadi. ama bizim burasi kucuk turkiye gibi. o yuzden hic yabancilik cekmedim. baska yerlerde hic turk olmayabilir. ama insanlarla rahat kayasabilen bir insansan o da hic sorun olmaz. tabii ailenden ve turkiyedeki sevdiklerin ayri kalmak seni etkileyecekse bunlari da dikkate alman gerek.

b) maddi olarak bu is icin yasamak + okul + harclik senelik ne gerekir?

dr jekyll: bu da okuldan okula degisir. ama zaten doktora asistanlik ya da burs olmadan kolay kolay yapilmaz. onlar da masraflari karsilar. zaten asistanlik, burs ya da egitim masraflarini karsilayacak baska bir kaynak gostermeden vize alamazsin. boyle bir kaynak olmadan maliyet senelik 25000-50000 arasindadir.iste boyle, simdilik aklima gelenler bunlar. verdigim linkte ve internette daha fazlasini bulabilirsin. hadi bakalim, kolay gelsin. "

Türkiye Ekonomisi

(duzeltme ve ozelestiri: krugman'in "what do undergrads need to know about trade?" makalesini seneler sonra yeniden okuyunca, ardindan da su yaziyi hatirlayinca fark ettim ki hala bozulmayan ezberlerim varmis. Su 5. soruya verdigim yanita bakar misiniz? utandim kendimden. Hep beraber ezberlerimizi bozalim: bkz: krugman ezber bozuyor . )


Bunlar da bir ilkokul öğrencisine çeşitli mesleklerden 10-15 kişiye dağıtılmak üzere ödev olarak verilen bir anket formunda sorulara verdiğim cevaplar. Bir ilkokul öğrencisinin anlayacağını umduğum şekilde Türkiye ekonomisini şöyle değerlendirmişim:


1. Ekonomi nedir?

Bir bilim olarak ekonomi (iktisat), kaynaklarin verimli dagilimini incelyen sosyal bir bilimdir. Mikro anlamda bireylerin, firmalarin ve kucuk gruplarin iktisadi tercihlerini ve bunlarin sonuclarini incelerken; makro anlamda ise bu mikro tercihlerin ulke ekonomisine ve ulkeler arasindaki iktisadi iliskilere yansimasini inceler.
Bir kavram olarak ulke ekonomisi ise bir ulkede uretilen mal ve hizmetlerle birlikte, mal ve hizmetlerin uretiminde kullanilan sermaye ve emek gibi uretim araclarini ifade eder. Bir ulkenin ekonomisi makroiktisadin inceleme alanina girer.

2. Ulkemiz ekonomik olarak hangi alanda daha fazla gelismistir? Nicin?

Bir ulke ekonomisini tarim, sanayi ve hizmet sektoru olarak uce ayirabiliriz. Bu sektorleri de uretilen mal ve hizmetlerin uretiminde agirlikli olarak kullanilan uretim faktorune gore emek agirlikli, sermaye agirlikli ve bilgi ve teknoloji agirlikli olarak uce ayirabiliriz. Soz konusu uc faktorden emek ve sermaye uretimde birbirlerinin yerine kullanilabilseler de hem emegin hem de sermayenin uretkenligini arttiran bir faktor olarak bilgi ve teknolojinin eslenigi yoktur. O yuzden gelismisligi, uretkenligin ve verimliligin gostergesi olan bilgi yogunluguyla olcebiliriz. Ornegin, geleneksel uretim tekniklerinin hakim oldugu tarimsal uretimde Turkiye gelismemistir. Ote yandan turizm, pazarlama, reklamcilik, (kismen) bankacilik ve finans gibi hizmet sektorunun belli alanlarinda dunya standartlarinda egitime sahip calisanlar, en gelismis hizmet araclarini ve tekniklerini kullanarak hizmet vermektedirler. O yuzden hizmet sektoru, bilgi agirlikli calisan kollarinda oldukca gelismistir.

3. Dunyada ekonomik acidan gelismis ilk uc ulke hangisidir?

Ulkelerin ekonomik gelismisliklerini farkli acilardan degerlendirebiliriz. Ulkelerin refahi uretime bagli oldugu icin en onemli kriter, 2. soruda sektorel bazda sozunu ettigim uretimdeki gelismisliktir. Ayrica sadece bugunku uretim genel bir gelismislik olcusu olamaz. Zenginligin surdurulebilmesi icin ulkelerin gelecekte de uretkenliklerini koruyup attirabilecek potansiyele sahip olmalari gerekir. Bu yuzden bilgi ve teknoloji uretiminde ileri; egitimli, genc ve uretken bir nufusa sahip ulkeleri gelismis sayabiliriz. Buna gore dunyanin en gelismis ekonomileri sirasiyla ABD, Cin dahil Dogu ve Guneydogu Asya ve Avrupa Birligi’dir.

Uretilen mal ve hizmetlerin bir ulke vatandaslari arasindaki bolusumu, gelir dagilimi, fakirlik, ekonomik ozgurlukler ve daha pek cok kritere gore farkli siralamalar da yapilabilir.

4. Turkiye’nin dunya ekonomisindeki yeri nedir?

2. ve 3. soruya verdigimiz cevaplar isiginda Turkiye’yi gelismekte olan bir ulke olarak niteleyebiliriz. Turkiye onemli bir gelisme potansiyeli olan ama bunu gerceklestirmek konusunda onunde ciddi problemler olan bir ulke. Genc nufusu, dogal kaynaklari, cografi konumu ve hatta sosyal ve kulturel sermayesi Turkiye’nin gelismislik yonundeki artilari; ama genel egitim duzeyi, bilgi ve teknoloji uretimi ve kullanimi, sosyal ve siyasal istikrarsizliklar da en buyuk sorunlari.

Su anda orta buyuklukte ve gelismislikte bir ekonomi olan Turkiye ekonomisinin gelecekteki durumunu bugun uygulanan politikalarin sonuclari ve zaman gosterecek.


5. Hangi alanlarda hangi uluslarin ekonomisiyle rekabet edebiliriz?

Bir ulke icin rekabetciligin olcusu verimlilik ve uretkenliktir. En onemli hedef ise yuksek katma deger getiren sektorlerde rekabetci olabilmektir. Yuksek katma deger ise bilgi yogunluklu mal ve hizmet uretiminden elde edilir. 2. soruya donup sektorel bazda inceleyelim. (Duzeltme: Piyasalarin oligopolistik yapida oldugu, yuksek teknoloji ve bilgi ureten sektorler dikkate alindiginda su paragraf anlamli gorunuyor. Ama ekonomik iliskilerin geneli dikkate alindiginda; bilgi ve teknolojinin yardimiyla yenilik yaratalim, mal ve hizmetlerimizin uretiminde verim ve kaliteyi artiralim demek varken, yuksek katma degeri olan urunleri uretelim demek olmamis. Gerci bastan sona birincisini soyluyoruz ama bir yerde sasirmisiz. sebebi sonuc, sonucu sebep yapmisiz.)

Tarimdan ve hayvanciliktan elde edilen katma deger dusuktur. Ama dogal zenginliklerin de verdigi avantajla tarimda verimlilik ve kalite arttirilarak elde edilen katma deger attirilabilir. Tarim sektorundeki asiri istihdam diger sektorlere kaydirilir, bilgi ve teknolojiye yapilan yatirimla gerek endustriyel gerekse dogal uretimde verim arttilir, dis piyasalarda akilci pazarlama stratejileri uygulanirsa Turkiye tarimdan elde ettigi katma degeri arttirabilir.

Sanayi konusunda da yine bilgi ve teknoloji onemli. Fakat en yuksek katma degeri getiren alan olan teknoloji uretiminde Turkiye cok gerilerde kalmistir. Ama sanayide de ihrac ettigimiz urunlerin kalitesini arttirarak, yenilik yaratip Turk urunlerini dis pazarlarda farklilastirmaya calisarak, akilci pazarlama stratejileri uygulayip markalasarak konumuzu guclendirebiliriz. Bugune kadar uygulanan ucuz isgucune dayali rekabet anlayisinin ise sonu gelecektir.

Hizmet sektoru bu uc sector icinde en onemlisi. Tarim sektorunun kuculmesinin ve ayni zamanda sehirlerde var olan issizligin azaltilmasinin en etkin yolu hizmet sektorundeki is olanaklarinin artmasidir. Ustelik hizmet sektorunden yuksek katma deger elde etmek de mumkundur. Turizmi ele alalim. Turkiye her kosesi dogal ve tarihi guzelliklerle dolu bir ulke. Etkin bir tanitim ve pazarlama stratejisiyle Turkiye’yi bir tatil ulkesi olarak markalastirabiliriz. Tabii bu yetmez. Gerekirse dogrudan devlet politikalari yoluyla hizmetin kalitesini arttirmali; bunun icin de tesislerden, calisanlarin egitimine, ulasima ve siyasi istikrara kadar pek cok alanda iyilestirme icin caba gostermeliyiz. Colun ortasinda bir tatil cenneti kuran Dubai’yi bu konuda ornek alabiliriz.

Hizmet sektorunde yenilik ve rekabet imkanlari sinirsizdir. Turkiye genc nufusuna yeterli egitimi verirse ve yeni sektorleri ve firmalari finanse edebilecek saglikli bir bankacilik ve finans sistemi gelistirirse, hizmet sektorunun her alaninda etkin olabilir.

6. Bir ulkenin cografi konumu, yeryuzu sekilleri ve iklimi o ulkenin ekonomisinde etkili midir?

Etkilidir. Bu yuzden Turkiye ozellikle tarim ve turizmde avantajlidir. Ayrica Avrupa ve Ortadogu pazarlarina yakinligi sebebiyle tum sektorlerde ticari avantajlari vardir. Bunlara ek olarak petrol, dogalgaz gibi enerji kaynaklarinin Turkiye uzerinden tasinmasinin getirdigi onemli jeopolitik getirileri de dikkate alabiliriz.

Ancak dogal kaynaklar ve zenginlikler bilginin yerini tutmaz. Petrol zengini Dubai Emirliginin, petrol rezervlerinin ileride tukenecegini gorup turizm ve ticaret alanlarina yaptigi yatirimlarla colun ortasinda bir turizm cenneti yaratmasi hepimize ders olmalidir.

7. Turkiye’nin ekonomik acidan kalkinmasi sizce nelere baglidir?

Bunu yukarida uzun uzadiya tartistik. Ozetleyelim. Oncelikle egitimli, genc, dinamik bir nufusa ihtiyac var. Sonra bu egitimli nufusu istihdam edip verimli kullanmak uzere, dunya piyasalarinda rekabetci, yuksek katma deger getiren is alanlarinin dogmasi ve gelismesi gerekir. Bunun icin de ulkedeki bilgi ve teknoloji altyapisinin gelismesi, bilimsel uretiminin artmasi; ulkede uretilemeyen bilgi ve teknolojinin ise gerek yabanci sermaye, gerek ticaret yoluyla, gerekse baska kanallardan ulkeye aktarilmasi; yeni is olanaklarini finanse etmek uzere yurt icindeki bankacilik ve finans sisteminin gelistirilmesi ve sistemin yurt disindaki finans piyasalariyla entegre hale getirilmesi gerekir.

Piyasa Başarısızlığı

adam smith'ten bu yana piyasa ekonomisinin temeli olan bireylerin kendi cikarlari dogrultusunda hareket etmesinin toplumun toplam refahini encoklayacagi ilkesi, iyi isleyen bir fiyat mekanizmasiyla gerceklenir. fiyat mekanizmasinin iyi islemesi piyasadaki her malin bir fiyatinin olmasi ve bu fiyatlarin mallarin goreceli kitlik ya da bolluklarini yansitacak sekilde "dogru" bir sekilde belirlenebilmesine baglidir. bunun saglanabildigi her alanda adam smith'in ongorusu gecerlidir, zira dogru fiyatlar dagilimin verimli olmasini saglar. (bkz: refah ekonomisinin birinci temel teoremi)

ote yandan iktisadi verimlilik kaynaklarin bireyler arasinda esit ya da hakkaniyetli dagilacagi anlamina gelmez. iyi isleyen bir piyasa ekonomisinde kimse ticaret neticesinde daha kotu duruma gelmez. ama piyasa birilerini digerlerine gore daha iyi duruma getirebilir. ancak disaridan bir devlet mudahalesiyle bu sorunun da ustesinden gelinip piyasa ekonomisi cercevesinde hem verimli, hem de hakkaniyetli dagilima (en azindan teoride) ulasilabilir. (bkz: refah ekonomisinin ikinci temel teoremi)

("dogru" fiyatlarin iktisadi verimliligi saglamasi aslinda sadece piyasa ekonomisi icin degil tum ekonomik sistemler icin gecerlidir. ornegin sosyalist planlamada kaynaklarin verimli kullanimi fiyatlarin dogru hesaplanabilmesine baglidir. merkezi planlama altinda bunun basarilip basarilamayacagi sorunu bundan 70 sene kadar once onemli bir iktisadi tartismaydi (bkz: calculation debate). daha sonra oscar lange'nin calismalari sonucu ortaya cikan ve piyasa sosyalizmi adiyla anilan model, teorik olarak bu sorunun ustesinden gelebilmistir.)

fiyatlarin dogru bicimde olusamadigi (ya da bazen hic olusamadigi) durumlarda verimsizlikler ortaya cikar. iste bu durumlara piyasa basarisizligi adi verilir. buradan cikartilacak onemli bir sonuc, eger bireylerin kendi hedefleri dogrultusunda hareket etmesi birilerinin zararina isliyorsa ya da toplumsal faydayla celisiyorsa, bunun nedeni ortamda fiyatlandirilamayan ya da yanlis fiyatlandirilan bir mal olmasidir. bunun bilgi sorunlari, piyasanin kurumsal olarak olus(a)mamasi, dissalliklar (ve kamu mallari) ana basliklarinda incelenebilecek pek cok nedeni olabilir. (lakin su an bunlarin etkilerini incelemeyecegim.)

bireyler arasi iliskilerin fiyat mekanizmasiyla yonlediril(e)medigi durumlar oyun teorisinin inceleme alanina girer. oligopolistik piyasalardan tutun da bir sehrin trafik sorununa, cevre problemlerine, hatta insan iliskilerine kadar pek cok mesele bu cercevede incelenebilir. bu tip sorunlardan bazilari icin piyasalarin devlet politikalariyla olusturulmasi ve duzenlenmesi gibi cozum onerileri getirilebilir. cogu "insani" sorun, bazi cevre sorunlari gibi dogalari geregi piyasa duzlemine indirilmeleri etik sebeplerden oturu makbul olmayan meselelerde ise bu mumkun degildir.

toparlamak gerekirse; iktisadi verimlilik acisindan, fiyatlarin dogru belirlenememesi ve neticesinde ortaya cikan piyasa basarisizligi ciddi bir sorundur. sorunun piyasa icerisinde kendiliginden cozulmesi genellikle mumkun degildir. bu yuzden piyasalarin yeniden verimli islemesini saglayacak mudahaleleri yapmak, ya da bunun mumkun olmadigi durumlarda toplumsal refah acisindan gerekli piyasa disi tedbirleri almak devletlerin iktisadi acidan varlik sebebidir.

ek: konuyla dogrudan ilgili degil ama bahsetme geregi hissettim. buraya kadarki analizden cikartacagim bir sonuc da fiyat mekanizmasinin tesis edilmesi yoluyla her turlu insani etkilesimin iktisadi analizin kapsamina dahil edilebilecegidir. aslina bakarsaniz edilmektedir de (ornegin insan davranislarinin teorik analiziyle gary becker nobel bile almistir). serbest piyasa mantigiyla dusunuldugunde hayatin her alanindaki iliskilerin piyasa temeline oturtulmasi toplumsal acidan en iyi cozumdur. lakin teorik acidan dogru gibi gorunen bu onerme, hayatin matematiksel bir kesinlikte yasanmadigi, mutluluk ve acilarin gercek oldugu ortamlarda, yani gercek dunyada, cuvallar.

buna ragmen piyasa iliskileri bugun pazardaki limon alisverisi gibi salt ticari iliskilerle sinirli degildir; aksine hayatin her alanina yayilmistir, ve yayilmaya da devam etmektedir. ozellikle onsekizinci yuzyilda hiz kazanan uretimde ve ticari iliskilerde geleneksel kurumlarin yikilmasi ve piyasalarin kurumsallasmasi sureci insanlarin hayatlarinda piyasa iliskilerinin rolunu surekli olarak arttirmistir. ornegin onceleri tarim, zanaat gibi geleneksel sektorlerde geleneksel sartlarda calisan isciler, bu surecte ucretli ısgucune donusmustur; zaten issizlik gibi bir sorunun ortaya cikmasi da bundan sonraya rastlar. daha sonra yavas yavas yukarida anlattigim mantik cercevesinde tum iktisadi iliskiler piyasa temeline oturtulmustur. lakin piyasalarin bu yayilma sureci sonucta sadece klasik iktisadi iliskilerle sinirli kalmamis, hayatin tum alanlarina sirayet etmistir. yarattigi olumsuz sonuclar nedeniyle, piyasa iliskilerinin bu yayilmaci egilimi hem iktisadi, hem sosyal, hem etik ve insani acidan elestirilebilir. zaten gunumuzun tum belli basli kuresel sorunlari ve en ciddi kapitalizm elestirileri bu temellere dayanmaktadir. konunun iktisadi ve sosyal yonu icin: (bkz: karl polanyi)

Sinyal Teorisi

bilgi asimetrilerinin var oldugu durumlarda bireylerin disardan gozlemlenemeyen ozeliklerini aciga vurup bunlari diger bireylere belli etmesi esasi uzerine kurulu teoridir. kisaca ozetlemek gerekirse, "ayinesi istir kisinin, lafa bakilmaz" prensibi uzerine kurulmustur. bir ornekle aciklamak gerekirse; eli yuzu duzgun, hamarat, hanim hanimik bir genc kizimiz cesitli koca adaylarinin yaptigi evlenme tekliflerini degerlendiriyor olsun. bu genc kizimizin onunde tipik bir bilgi asimetrisi sorunu vardir. zira genc kizimizi evlenmelik kiz olarak degerlendiren damat adaylari ona evet dedirtebilmek icin onun gonlunu yapmaya, gozunu boyamaya; kendilerinin iyi ozelliklerini one cikartip kotu ozeliklerini saklamaya calisacaklardir. adamlarin asil yuzleri evlendikten bir sure sonra ortaya cikacaktir. ama bir ev kurulup coluk cocuga karisilinca geri donus zor olacagindan, genc kizimiz bir serseriyle evlenip hayatini zehir etmek istemiyorsa dikkatli olmali, damat adaylarinin soz ve vaatleriyle yetinmemelidir. bu konudaki derin bir analiz icin (bkz: bilgi asimetrisi).

o zaman genc kizimiz ne yapmali? diyelim ki eli ekmek tutan bir koca adayi ariyor. o zaman adaylarin meslek sahibi olup olmadiklarina, nasil bir iste calistiklarina, maaslarina ve benzeri bazi kriterlere bakacak. gencler de bu konularda gelin hanima sinyal vererek gelecekte ailesine bakabilecegini kanitlamaya calisacak. ornegin genc askerden dondukten sonra birkac senedir babasinin onun icin actigi markette canla basla calisiyorsa, bu olumlu bir sinyaldir; ve gencin gelecekte ailesine bakabilecek yeterlilik ve sorumluluga sahip olma olasiliginin yuksek olduguna delalet eder. askerden dondukten sonra mahalle kahvehanesinde okey konusunda master yapmis bir genc ise boyle bir sinyal veremeyeceginden elenir. burada onemli nokta kotu adayin soz konusu sinyali verememesidir. eger iyi bir aday kendisini ayirt edecek sinyali veremiyorsa kotu adayin onune gecemez. ornegin, ekonomik kriz zamanlarinda cevval genc de issiz kalabileceginden iyi ve kotu adayi ayirt etmek zorlasabilir.

bilgi asimetrisi ve sinyal teorisi evlilik konusunda cok onem tasir. ailelerin kizi isteyen adami komsularindan, is yerinden, cevresinden sorusturmasi iste bu yuzdendir. kisinin gecmisi, ailesi, yasantisi ve daha pek cok sey kisinin disardan gozlemlenemeyen ve ancak onun tarafindan kesin olarak bilinebilecek ozelliklerine iliskin pek cok ipucu tasir. kiz tarafi bu ipuclarini tespit etmeye calisirken, ideal koca adaylari da bunlari kizin ve ailesinin onune serip onlari ikna etmeye calisirlar.

kisaca burada es secimi ornegi uzerinden acikladigim sinyal teorisi, bilgi asimetrisi sorununun var oldugu tum durumlarda, asimetrinin olumsuzluklarini azaltan birey davranislarini aciklayan, oyun teorisinin onemli bir uygulama alanidir.


II


bu alanin oncu ismi, 1973 yilinda yayinlanan "job market signaling" adli makalesiyle, nobel odullu iktisatci michael spence'dir.

spence'in modelinde, isciler aldiklari egitim yoluyla isverene yeteneklerinin sinyalini verirler. daha yetenekli isci daha iyi ucret alacagi icin tum isciler yetenekli gorunmek ister. ama isveren iscinin lafina degil aldigi egitime bakar. burada egitimin isciye uretkenlik anlaminda bir katkisi olmasi gerekmez (spence'nin orijinal modelinde analizi kolaylastirmak icin egitimin uretkenlige katkısı gozardi edilmistir). egitim zor ve maliyetli bir surec oldugu icin yetenekli iscinin daha fazla egitim almasi daha kolaydir. sinyal mekanizmasinin islemesi icin isverenin egitimin yetenekli isci icin daha az maliyetli oldugunu bilmesi yeterlidir. bu sartlar altinda egitimin maliyetini ve getirisini goz onune alan isciler alacaklari egitimin seviyesini secerler. sonucta eger iscilerin sectigi egitim duzeyi farkliysa, isveren cok egitim alanin yetenekli isci oldugunu bilir. eger iki tip isci de ayni egitimi almissa (ki bu durum egitimin getirisinin ya da maliyetinin az olmasindan kaynaklanabilir), isveren iki tip isci arasinda bir ayrim yapamaz.

ayrintili bilgi icin ilgili makale okunabilir ya da bilgi asimetrisi konusunu iceren iktisat kitaplarina bakilabilir.

Bilgi Asimetrisi

bilgi asimetrisi sosyal etkilesim icindeki bireylere stratejik davranma imkani verir. oyun teorisinin konusu olan stratejik davranislar toplumsal olarak optimal olmayan sonuclar ortaya cikarabilir. ornegin guzel bir kadinla evlenmek isteyen adam evlenmeden once kendini oldugundan daha duyarli, kulturlu, zengin vs., hulasa daha iyi bir koca adayi gibi gosterirse, kendisine normal sartlarda hayir diyecek bir kadina evet dedirtebilir. imzayi attiktan sonra bosanmanin belli bir bedeli olacagindan (bosanmanin maddi-manevi kulfetleri, sosyal baski, cocuk olmussa onunla ilgili kaygilar vs. vs.) evlenilen kadin beklediginden cok azini bulmadiysa adamdan bosanmayacaktir. o yuzden adam icin kendini oldugundan bir miktar daha iyi gostermek, durust davranmaktan daha iyidir. ama kadin da aptal degildir, adamin durust davranmama egilimini bildiginden adami degerlendirirken bunu da goz onune alacaktir. dolayisiyla gercekten durust davranip kendini oldugu gibi gosteren bir adam, kadinin gozunde oldugundan da kotu bir koca adayi gibi gorulecektir. bu yuzden de evlenmek isteyen bir adam icin dominant strateji durust olmamaktir.

tabii ayni sey evlenmek isteyen kadin icin de gecerli. bu durumda herkes kendini sisirecegi icin soylenilen yalanlarin da kisiye daha iyi bir es saglamak icin bir yarari olmayacaktir, yine de kisi kendini sisirmek zorundadir yoksa bundan zarar gorecektir. geriye ise yalan ve palavranin topluma maddi ve manevi kulfeti kalacaktir. ayni seyler her duzeydeki kadin-erkek iliskisi ve genel olarak tum sosyal iliskiler icin de gecerlidir. ama sevgilisinden ayrilmak bir adam/kadin icin karisindan/kocasindan bosanmak kadar zor olmayacagindan, daha dusuk duzeydeki bagliliklarin sosyal maliyeti daha az olacaktir.

peki ne gibi bir mekanizma insanlarin stratejik davranma isteklerini yok edebilir ve herkesi dogruyu soylemeye itebilir? amerikayi yeniden kesfetmeye gerek yok. her ne kadar bilgi asimetrisi kavram olarak yeni olsa da bu sorun hep vardi ve hep var olan bir soruna karsi yuzyillar icinde toplum icinde evrilmis yontemler olmamasi olanaksiz. evlilik oncesi yeterince uzun bir nisanlilik donemi (ya da gunumuzde ciftlerin yeterince uzun sure cikmalari) iste boyle bir mekanizma. yeterince uzun suren bir beraberlik surec icinde bilgi asimetrilerini azaltacagindan, evlilik karari verilecegi zaman bireylere daha saglikli bir karar imkani saglar. nisanlilik doneminde adamin ne mal oldugu ortaya cikacagindan, evlenme teklifinin gelecekte reddedilecegini bilen adam (amaci evlenmekse gecen zamanin ona maliyeti olacagindan) bastan gercek durumunu saklamak icin caba gostermeyecektir.

kisaca uzun ve mutlu birliktelikler isteyen insanlara oyun teorisi acele etmeyin, oldugunuz gibi yasayin, bilgi asimetrilerinin azalmasini bekleyin diyor. birini kafeslemek isteyenlere de elinizi cabuk tutun diyor. tabii bunlarin yaninda, ozellikle fazla zamani olmayanlar icin, adayin verecegi cesitli sinyaller de onun hakkindaki bilgiyi arttirabilir. ornegin, adamin arkadaslarina, eski sevgililerine, evine vs. bakilabilir. sonucta bilgi asimetrisinin olumsuzluklarini azaltmanin tek yolu asimetrinin kendisini azaltmaktan gecer.

Herkes için biri vardır.

eger herkes kendini begenecek ve sevecek birini bulabilir seklinde algilanirsa dogru bir onermedir. ama ruh ikizi gibi ancak metafizik bir aciklama getirilebilecek bir kavram kastediliyorsa tabii ki gercekligi suphe goturur.

oncelikle, sevgi denen sey o kadar ilginctir ki tum tercihleri ortadan kaldirir. mesela insanin anne-babasina duydugu sevgi onlarin dunyanin en mukemmel ebeveynleri ya da en iyi insanlari olmalarindan kaynaklanmaz. ama araya dunyevi problemler girmedikce, kisi icin anne-babasindan iyisi yoktur. ayni sey sevgi temeline dayanan tum iliskilerde gecerlidir. bu yuzden sevilebilecek bir seyleri olan herkesi sevecek biri vardir. asil sorun onu bulmaktir.

tabii burada aciklik getirilmesi gereken bir husus gercek hayatin masallardan farkli olmasidir. insanin sevilesi biri olmasi, iliskilerde etkili olan dunyevi faktorleri ortadan kaldirmaz. fiziksel ozelliklerden tutun da maddi gerceklere, inanc farkliliklarina, hatta icinde yasanan ortamin iliskiyi onaylamasina kadar pek cok faktor iliskilerin surdurulebilirligini etkiler. bu yuzdendir ki angelina jolie bana degil brad pitt'e evet der. zaten gercekci olan da budur.

iliskilerin duygusal boyutunu, kadin ve erkegin tercihlerini etkileyen diger maddi manevi faktorler arasina katip tercihleri mekanik olarak inceleyecek olursak, kadin ve erkegin eslesmesi ogrenci secme ve yerlestirme sistemine benzer (bu varsayim iliskinin duygusal boyutuyla ilgilenmeyen insanlarin davranislarini da kapsayacagi icin analizimizi daha genellestirecektir. mesela sadece cinsel bir partner arayan biri icin duygusallik ihtiyaci sifir alinmalidir). yani bir angelina jolie'yi milyon erkek ister, brad pitt alir. diger erkekler birini bulana kadar baska kizlara yazmayi surdururler. dunyada hemen hemen esit sayida kadin ve erkek olduguna gore herkes icin bir en iyinin olmasi ve cok az sayida insanin bosta kalmasi gerekir. bu da sorun degildir, zira iliskiler baslayip bittikce bostaki insanlar surekli degisir. zaten iliskiler dinamik olduguna gore birinden ayrilanin baska birisini bulabilmesi icin birilerinin her daim bosta olmasi gerekir (burada zaman zaman angelinanin da bosta kaldigini hatirlatmaliyim). sonucta cok buyuk bir dezavantaji olmadigi muddetce herkesi isteyecek biri bulunur, her ne kadar bu insanin odasinin duvarlarini brad pitt ya da angelina jolie posterleri suslese de.

burada asil sorun bilgi problemleridir. gercek dunyada osym benzeri erkekleri kadinlarla esleyecek merkezi bir sistem yoktur. daha onemlisi kendisine cikma teklif edilen kizin (ya da erkegin) elinde adaylarin ideal es/sevgili/partner sinavi sonuclari benzeri bir veri yoktur. herkes kendisini bilir ama karsisindakine her zaman kendini dogru olarak yansitmaz. bu yuzden bilgi asimetrisi gibi sorunlar varsa, cesitli olumsuz sonuclar ortaya cikabilir. bilgi asimetrisinin kadin-erkek iliskileri basta olmak uzere insan iliskileri uzerinde etkisi konusunda detayli bir yazi icin (bkz: bilgi asimetrisi).

herkes cogu zaman kendince hakli sebeplerden kendini sakladigi; zaman zaman da toplumsal ve kulturel sebepler, aile baskisi gibi faktorler insanlarin koselerine sinmelerine yol actigi icin; insanlanin disarda bir yerde kendisini isteyen insani bulmasi zorlasir. kisi elbette ki kendisi icin en uygun, en iyi uyum saglayacagi insanla birlikte olmak ister. osys orneginden cikarilacak sonuc, herkes icin (ne kadar iyi oldugu baska bir mesele olmakla birlikte) bir en iyinin oldugudur. lakin bilgi problemlerinin oldugu ortamda bunu bulmak hemen hemen imkansizdir (ruh ikizini bulmak gibi metafizik konulari tartismiyorum). kaldi ki dunyadaki tum erkeklerin/kadinlarin bilgisine sahip olmadigi icin kisi kendisi icin en iyiyi bulsa bile bunu bilemez. dolayisiyla her insan kendi durumuna uygun bir arama stratejisi gelistirir. ornegin, evlenmek icin yasinin geldigini dusunen, sosyal cevresi dar, uzerindeki aile baskisi yuksek, ortalama bir kiz elindeki en iyi koca adayiyla fazla ince eleyip sik dokumadan evlenebilir. diger tum faktorler ayni kalmak kaydiyla, yasi genc ve/veya aile destegi tam ve/veya cekici bir kiz digerine gore daha ince eleyebilir; hatta bir gun evlenecegini aklina bile getirmeyebilir.

sonuc olarak, dunya uzerinde herkes icin bir en iyi tercih oldugu gercektir; herkese evet diyecek birinin oldugu da hemen hemen kesindir. mesele bu insanlarin nerede oldugudur. dolayisiyla iyi bir arama stratejisi gelistirmek; ne zaman, nerde, nasil arayacagini bilmek ve aramaya inanmak en onemli konulardir.

uyari: bu yazi henuz teorik mukemmellige erisememistir. taslak gibi degerlendiriniz.

Evlilik Ekonomisi

kadin ve erkegin es bulma ve es secme sureclerini; cok esliligin, baslik parasi ve ceyiz gibi geleneklerin ekonomik etkilerini; ve evliligin daha pek cok iktisadi boyutunu kapsayan arastirma alanidir.

bu alandaki en bilinen isimlerden birisi anarko-kapitalist iktisatci david friedman'dir. ekonomik teoriyi evlilik ve ask iliskilerine uygulayan friedman ucuk-kacik ve lakin ilginc sonuclar ortaya koymustur. ornegin kadinlarin kendi hur iradeleriyle evlilik kararlarini vermeleri sartiyla, polijininin kadinlarin yararina oldugunu iddia etmistir (kadinin ailenin mali gibi goruldugu ataerkil toplumlarda ise bu fayda kadinin kendisine degil babasina kalir). bu mantiga gore poliandri de erkegin yararinadir.

aslinda friedman'in teorisi gayet basit. diyelim ki ataerkil bir duzendeyiz ve babalar kizlari icin baslik parasi aliyor olsun. erkeklere birden fazla kadinla evlenme hakki verilirse (evlenmek uzere) kadinlara olan talep artar, evlilik cagindaki kadinlarin erkeklere orani sabit oldugu icin de talep artisi baslik paralarinin artmasina yol acar. bu da babayi zengin eder. modern bir toplumda ise kadinlar kendi kararlarini kendileri verecekleri icin bu fayda babaya degil kadinin kendisine kalir (yani kadin daha iyi sartlarla evlilige evet diyebilir). cok esli evlilikler gunumuzde yasal olmasa da, bu teori evlilik disi cok esli iliskileri kapsayacak sekilde genisletilebilir (ornegin zengin bir adamin asla karisi olamayacak bir kadinin onun metresi olmaya razi olmasi ayni mantikla aciklanabilir)

Akhisar

turkiyenin tutun denince akla gelen bolgelerinden biridir. doksanli yillara kadar tutun ilce halkinin baslica gelir kaynagi olmustur. buyuklerimizin anlattiklarina gore bu donemde tutun fiyatlarinin aciklanacagi zamanlar, civar koylerden sehir merkezine inen ureticilerle birlikte sehir buyuk bir tutun piyasasina donermis. 1990 yilinda ise tutun fiyatlarini begenmeyen ureticiler sokaga dokulmus, olaylar cikmis, bazi tutun tuccarlarinin yazihaneleri basilmis, yaklasik 200 kisi gozaltina alinmisti. o donemde ulke genelindeki tutun uretiminin ic ve dis talebin cok uzerinde olmasi ve tekel'in ureticinin urettigi tutunleri almak durumunda olmasi sebebiyle tekel zarar etmekteydi. fakat tekel siyasi sebeplerden yakmak pahasina da olsa tutun alimini surduruyordu. zamanla bu politikalar surdurulemez hale gelince ulke genelinde tutun uretimine kota konmus ve akhisar ekonomisinde de tutununun onemi azalmistir. neticede verimli tarim alanlarina sahip olan akhisar ovasi'nda kisa zamanda tutunun yerini yeni tarim urunleri almis ve ilce ekonomisinin tutune bagimliligi azalmistir. aslinda doksanlarin basinda akhisarda yasanan bu olaylar onemli bir iktisat dersi niteligindedir. zira iktisadi degeri yuksek pek cok tarim urununu uretebilecek verimlilikte olan tarim alanlarinda, kotu devlet politikasi neticesinde yakilarak imha edilmek uzere ihtiyac fazlasi urun uretilmesi, ve bundan hem devletin hem de ureticinin zararli cikmasi kayda degerdir.

İÜ Yemekhanesinin Özelleştirilmesi

orta ve dusuk gelir grubuna mensup universite ogrencileri icin hassas bir konu. bir kere konuyu kar-zarar acisindan degerlendirmemek gerekir. zira universitenin yemek ucretlerini subvanse etmesinin ozellikle dusuk ve orta gelir grubuna dahil ogrenciler icin onemli sosyal yararlari var. universite yemek ucretlerini serbest biraksin, ama ihtiyaci olanlara burs versin gibi oneri ancak vakif universiteleri gibi ust gelir grubu ogrencilerin cogunlukta oldugu yerlerde anlamli olabilir. bu yuzden devlet universitelerinde, universitenin kaynaklari elverdigince, yemekhane hizmetlerinin desteklenmesi onemlidir. bununla birlikte yemekhane hizmetlerinin desteklenmesi illa ki yemek uretiminin universite bunyesinde yapilmasini gerektirmez. universite, yemek hizmetlerini bu konuda uzmanlasmis bir sirkete ihale ederek de yemekhaneyi subvanse edebilir. yani yemek fiyatinin bir kismini universite, bir kismini da ogrenci odeyebilir. bu ozellestirme uzman sirketin ayni kalitede bir hizmeti daha ucuza mal edecegi varsayimi altinda anlamlidir. boylelikle ozelleslestirme ile birlikte, yemek fiyatlarinda ve kalitede degisiklik olmadan subvansiyonun universiteye olan maliyeti dusurulebilir.

buraya kadar olan kisim isin teorik boyutu. uygulamada ise insan ister istemez killaniyor. ben bogazicinde ogrenciyken istanbul universitesindeki yemek fiyatlari (ve kalitesi) benim gibi yemekhaneden faydalanan ogrencilerin dikkatini cekiyordu. dikkatimizi ceken bir baska nokta da yemek hizmeti ozel firmalarca saglanan universitelerde yemek fiyatlarinin daha yuksek olmasiydi. buradan hareketle ozellestirmenin universitenin yemekhaneye uyguladigi destegi azaltma isteginin bir gostergesi olabilecegini de hesaba katmak lazim.

sonucta burada kanaatimce ogrencinin ilk dikkat etmesi gereken nokta, yemekhaneyi kimin islettiginden ziyade, yemek fiyatlarinin ve yemek kalitesinin ozellestirme sonucunda (ya da ozellestirme olmazsa) ne duzeye gelecegi, ve universitenin orta ve uzun vadede yemek hizmetlerine uyguladigi destegi kisma gibi bir politikasinin olup olmadigidir. bu yuzden ogrencilerinin kendilerini dogrudan ilgilendiren boyle bir konuda duyarli olmalari ve universite yonetiminden bu konularda aciklama istemeleri bence cok onemli.

Beyin Göçü

her zaman kotu bir sey degildir. bir defa goc eden nitelikli iscinin egitimi ve yetenekleri dogrultusunda verimli calisabilecegi bir alan ulkesinde yoksa gocun zarari olmaz. yuksek teknoloji, bilgi birikimi ve yatirim gerektiren ve bu sebepten turkiye'de gelismemis sektorlerde calisacak insanlarin gocu ulkeye zarar vermez. mesela turkiye'de muhendislik mezunlari bankalarda calisirken almanya'da master yapan bir turk elektronik muhendisinin siemens'in ar-ge departmaninda calismasinin turkiye'ye zerre kadar zarari yoktur. ayni sekilde eczacibasi'nin turkiye'deki ilac fabrikasinda calisabilecek suruyle kimyager varken, iclerinden birilerinin ingiltere'de calismasinin da bir zarari yoktur; tipki turkiye'de alaninda calisma imkani son derece kisitli olan bir genetikcinin amerika'daki laboratuvarlarda calismasinin bir zarari olmadigi gibi.

tabii insanin aklina "biz bu insanlari avrupa'da, amerika'da calissinlar diye mi egitiyoruz?" sorusu geliyor. turkiye'de bilkent'in disinda dogru duzgun bir genetik laboratuvari yokken her sene onlarca genetikci mezun etmek, en nihayetinde bankalarda calisacak elektronik muhendisleri icin tonla para harcamak anlamli mi? bu sorulara hayir cevabi vermek bilgi birikiminden ve bilim ve teknoloji uretiminden toptan vazgecmeyi istemek olacagi icin, benim cevabim evet.

toplumun kaynaklarindan, gidenlerin egitimine harcanan paralari sokaga atilan para gibi gormemek lazim. bir defa goc edenler turkiye'yle olan baglarini koparmamislarsa gittikleri ulkeden turkiye'ye bilgi transferine aracilik ederler. yurtdisinda calisan bir turk akademisyen bilgisini turkiye'deki meslektaslariyla paylasarak, calismalarina onlari ortak ederek, zaman zaman turkiye'ye gelip dersler vererek, hatta turk ogrencilerin yurtdisindaki lisansustu programlara ve staj ve degisim programlarina kabulunu kolaylastirarak ulkesine katki saglayabilir. ikincisi, yurtdisina giden bu nitelikli iscilerin onemli bir kismi (aklimda 60% diye kalmis) ileride donme egilimindedir. bu insanlar donerken gittikleri yerde edindikleri bilgi ve tecrubeyi de beraberlerinde getirirler. bu da ulkeye fayda saglar. ayrica donebilecek durumda olan nitelikli isgucu ekonomi icin disarida bekleyen bir kaynak gibidir. bu sayede, mesela gunun birinde beko siemens'inkinin ayarinda bir ar-ge departmani kurmak istediginde ihtiyaci olan bilgiye ve nitelikli isgucune ulasmasi kolaylasir.

ayrica yurtdisina cikmak isteyen pek cok nitelikli insan varken, bunlarin ancak bir kismi yurtdisina cikabilir. ulkede kalanlarin gitmek icin egitimlerine, mesleki gelisimlerine yaptiklari yatirimlar ise hem kendilerine hem de ulkeye kar kalir. mesela amerika'ya doktoraya gitmek istedigi icin turkiye'de master yapan iktisat ogrencisi gidemese bile, edindigi birikim kendisinde kalacagindan, neticede ulke iyi bir ekonomist kazanmis olur.

EK: beyin gocunun gelismekte olan ulkelerde yol actigi olumsuzluklari gidermek uzere 1970'lerde jagdish bhagwati tarafindan gocmenlerin gelirlerinin vergilendirilmesi esasina dayanan bir vergi onerilmistir (bkz: bhagwati vergisi). oneri cesitli cevrelerde destek bulsa da uygulamaya gecememis; uluslararasi isbirligi gerektiren daha nice oneri (tobin vergisi vs.) gibi teoride kalmistir.

Medyanın Politik Ekonomisi

serbest piyasanin rekabetci kosullarinda isleyen ve kar kaygisi olan medya kuruluslarinin ekonomik ve siyasi iliskilerini, ve bu cercevede sekillenen yayin anlayislarini konu edinen politika, ekonomi ve sosyolojinin kesisim noktasindaki arastirma alani.

tiraj, raiting ve reklam kaygisi medya kuruluslarini toplumun hosuna gitmeyecek gercekleri soylemek yerine populist bir anlayisa burunmeye; ekonomik veya siyasi gucu bulunan, ya da haber kaynagi olarak onemli konuma sahip is, siyaset ve magazin cevreleri, hukumet, devlet kademeleri ve hatta futbol kulubu baskanlariyla dogru, tarafsiz ve toplum yararina yonelik haber yapma anlayisinin aleyhine bir takim iliskiler icine girmeye itebilir. dolayisiyla cogu zaman sorumlu gazetecilik ve karli sirket kavramlari birbirleriyle celisir. ote yandan kar edemeyen sirketin bagimsiz olarak ayakta kalmasi soz konusu olamayacagindan medya kurulusu toplumsal sorumluluk adina kar kaygilarini bir kenara itemez. dolayisiyla toplumsal acidan ideal medya yoneticisi ilkeli oldugu kadar pragmatik ve politik olabilen bir insandir.

toplumsal sorumluluk ve rekabet arasindaki celiski halkin vergilerinden devlet televizyonuna akitilan paralari anlamli kilar. ornegin, yeterince ilgi cekemeyecegi icin medyada yer bulamayan olimpik spor dallarina yer ayirmak devlet televizyonun islevlerinden biridir.

ancak devletin basin-yayin sektorundeki varligi da beraberinde cesitli sorunlar getirir. her seyden once devlet kurulusunun ekonomik bagimsizligi tam olsa da siyasi bagimsizligi yoktur. ayrica genel olarak devletin ekonomideki varligi ve kit'lere iliskin elestiriler burada da dile getirilebilir. konunun detayina inmeden gecen sene lig maclari icin milyonlarca dolar odemis olan trt'nin olimpiyatlari pic etmesini, pek cok onemli spor organizasyonunu es gecmesini hatirlatarak devlet kuruluslarinin medyadaki varolus sebeplerini hakkiyla yerine getirip getirmediklerini sorgulayabiliriz.

ekonominin her alaninda piyasalarin toplumsal fayda ile celisen sonuclar ortaya cikarmasi sik rastlanilan bir durumdur. buna iliskin piyasa temelli ya da devlet mudahaleciligi gerektiren cozum stratejileri tum arti ve eksiler goz onune alinarak basin-yayin sektoru icin de uretilebilir. tabii, basin-yayin sektorundeki siyasi ve ekonomik iliskiler goz onune alindiginda uygulamada isler hic de kolay degil.

Sosyal sermaye

insanlar arasi guven ve sadakat iliskilerini, birlik ve butunluk duygusunu, ve bunlarin beraberinde getirdigi birlikte uyum icinde yasayabilme ve calisabilme potaniyelini kapsayan kavram. toplumsal gelisim icin oldugu kadar iktisadi gelisim acisindan da onemlidir. ozellikle bilgi asimetrisi ve bunun beraberinde getirdigi ahlaki zaafiyet (moral hazard) gibi olumsuz sonuclarin ortadan kalkmasi acisindan onemlidir. sosyal networkler toplum icerinde bilginin paylasilarak yayilmasini saglayacagi icin bireyler arasinda guvensizlik yaratan bilgi sorunlarini hafifletecektir. ayrica bu durum toplum icinde iyi un sahibi olmanin mukafatini arttiracagi icin bireyleri ortak toplumsal fayda dogrultusunda hareket etmeye tesvik edecektir.

Kurumsal Sosyal Sorumluluk

kapitalist sistem icerisinde kar kaygisiyla isletilen sirketlerin, elde ettikleri kari toplum gozunde mesrulastirmak maksadiyla yarattiklari kavram. sirketler asli islevleriyle ilgisi olmayan egitim, saglik, sanat, spor gibi alanlarda gerceklestirdikleri ya da destek olduklari faaliyetleri sosyal sorumluluklarinin bir gostergesi olarak topluma sunarlar. boylece toplumda (ideolojilerden bagimsiz olarak) var olan ac gozlu kapitalist imajini yumusatmaya calisirlar.

aslinda kapitalizmin mantigina ters bir kavramdir. sonucta mal ve hizmet uretmek icin kurulan bir isletmenin asli islevinin disinda islerle ugrasmasi verimsizlik yaratir. ortodoks liberal bakis acisindan, bir isletmenin topluma karsi en buyuk sorumlulugu kar etmektir. zira kar, daha buyuk sermaye birikimini, daha buyuk ve verimli yatirimlari, dolayisiyla daha cok ve kaliteli isi, yani calisan kesimdeki refah artisini beraberinde getirir. bu goruse gore, buyumeyle birlikte gelen bu refah artisi kaynaktan baslayip toplumun en alt katmanlarina kadar sizar. bu yuzden, bu goruse gore, sirket toplum icin bir sey yapmak istiyorsa isini iyi yapmali ve kar etmelidir. sirket sahibi hayirseverse, bunu kendi kisisel servetinden yardim konusunda uzmanlasmis (isterse kendi kuracagi, sirketten bagimsiz) vakiflara maddi kaynak aktararak yapabilir.

sonucta ne sagcisini, ne solcusunu tatmin etmeyen, ama sirketler icin halkla iliskiler acisindan bunlara takilmayan siradan vatandasi hosnut etmek icin dikkate alinmasi gereken bir kavramdir.

Sosyal devlet

iktisadi kalkinma acisindan onemli bir kurumdur. once elestirilerden baslayalim. bu kavram neo-liberal addedilen muhafazakar iktisatcilar tarafindan insanlarin calisma isteklerini korelttigi, toplum uzerinden gecinen asalak bir kesim yarattigi, rant kollama faaliyetlerini arttirarak toplumsal ve ahlaki curumeyi arttirdigi gibi gerekcelerle elestirilmektedir. gurbetci saban filminde saban'in almanya'daki cocuk yardimindan faydalanmak icin cevirdigi uckagit yoluyla sosyal sistemi somurmesi neo-liberallerin elestiri sebeplerine bir ornek olarak gosterilebilir. aslinda almanya'ya kadar gitmeye gerek yok. devlet olanaklarinin populizm adina carcur edilip siyasi yandaslara dagitildigi ulkemizde sosyal politikalarin somurulmesine iliskin pek cok ornek mevcut.

neo-liberal elestiri icerisinde dogruluk payi barindirsa da sosyal devlet hala iktisadi kalkinma acisindan onemli bir kurumdur. oncelikle kalkinma denen sey iktisadi buyumeden ibaret bir sey degildir. iktisadi kalkinmanin onemli bir unsuru insani gelismedir. bir ulke insaninin egitimi, sagligi, yasam standardi insani gelismenin ve dolayisiyla da kalkinmanin onemli bir parcasidir. zaten bunlar ayni zamanda iktisadi buyumenin temel kaynagi olan verimlilik artisinin da gerek sartlaridir. bu yuzden insani gelismeyi saglayacak sosyal politikalarin izlenmesi iktisadi kalkinma acisindan faydalidir.

ayrica hakkaniyet kavrami toplum acisindan onemlidir; ve sosyal devlet de bunu korur. dolayisiyla sosyal politikalar yoluyla refahin adil bolusumunun saglanmasi toplumsal baris ve siyasi ve ekonomik istikrar acisindan onemlidir.

ote yandan sosyal devlet politikalarinin topluma maliyeti her zaman sanildigi kadar yuksek degildir. ornegin ulkelerin haftalik ortalama calisma saatlerine ve vergi oranlarina iliskin verileri incelerseniz, isgucune yuksek oranda vergi uygulanan isvec'te insanlarin beklenilenin cok daha uzerinde calistiklarini gorursunuz. bunun sebebi ise isvec'te calisanlara yonelik sosyal programlardan calisanlarin elde ettigi faydanin yuksek olusudur. sadece calisanlarin faydalanabildigi bu tip programlar insanlari yuksek vergilere ragmen calismaya tesvik edebilmektedir.

sozun ozu, sosyal devlet basta bahsettigim olumsuzluklarla basedilebildigi muddetce iyi bir seydir.