8 Temmuz 2017 Cumartesi

Orta gelir tuzağı var mı?

Orta gelir tuzağı son on sene içinde türetilmiş ve yaygınlaşmış bir kavram. Özellikle Türkiye'nin kalkınmasıyla ilgili yazılarda buna çokça atıf yapıldığını görüyorum. Kullanım şekliyse muhtelif. Bazı yazarlar bununla lalettayin bir şekilde, ne fakir, ne zengin, zamanla ne uzayıp ne kısalan ülkelerin vaziyetini kastediyor. Diğerleriyse orta gelirli olmaya özel bir önem atfediyor. Bu gruptakiler 10 bin dolar civarındaki kişi başına milli geliriyle Türkiye'nin kritik bir eşikte olduğunu düşünüyor. Şimdiye kadar iyi büyüdük ama bir şeyler yapmazsak artık böyle gitmez diyor.

10 bin dolar nereden çıkıyor? Dünyada yapılmış ve etki yaratmış bazı ampirik çalışmalar (mesela bu makale), 10-15 bin dolar seviyelerinden sonra ülkelerin büyüme hızlarında yavaşlama olduğunu söylüyor. Türkiye'nin milli geliri de buralarda olduğundan olsa gerek, sonuçlar bizde de ilgi çekiyor ve benimseniyor. Öte yandan bu sonuçlara karşı çıkan ve orta gelirli olmanın büyüme hızında etkisi olmadığını söyleyen (bu makale gibi) çalışmalar da var. Bunlar gerekli şartları sağlayan (nüfus içinde çalışanların oranı yüksek, ekonomisi istikrarlı, finansal sistemi gelişmiş vs.) ekonomilerin hızlı büyüdüğünü ve üst gelir gruplarına çıktıklarını söylüyor.

Nominal bir değer birbirinden çok farklı ülkelerde kalkınma hızına nasıl olur da aynı şekilde etki edebilir? Anlayabilmiş değilim. O yüzden böyle bir sihirli değerin olmadığını gösteren çalışmalar benim için daha akla yakın. Dolayısıyla 10 bin dolar ya da başka bir seviyenin orta gelirlilikten kurtulmak için aşılması gereken kritik bir eşik olduğunu düşünmüyorum.

Öte yandan gelir seviyesine önem atfetmeden, zenginlerle arasındaki farkı kapatamayan ülkeler için orta gelir tuzağında demenin bence bir mahsuru yok. Lakin etiketlemekten ibaret olan böyle bir kullanımın tartışmanın özüne bir katkısı da yok. Ayriyeten kavram Türkiye özelinde yeni bir durumu da ifade etmiyor. Aşağıdaki grafikte görüleceği üzere, Türkiye'nin kişi başına düşen milli geliri ABD'ye oranla 1950'lerden 2008'deki küresel krize kadar çok az değişti. Oysa aynı sürede Güney Kore koptu gitti. Böyle bakınca Türkiye'nin orta gelirliliği en az 60 senelik bir mesele. (Veri kaynağı: Penn World Tables 9.0)



Ülkelerin kalkınma hızları neden farklıdır? Neden bazı fakir ülkeler zaman içinde zenginleri yakalar da, diğerleri yakalayamaz? Neden bazıları başta hızlı gider ama devamını getiremez? Bunlar kalkınma iktisadında ezelden beri ele alınan temel sorular. Cevaplar da çalışan sayısı ve niteliğini, sermaye birikimini ve üretkenlik artışını belirleyen etmenlere dayanır. Mülkiyet haklarını tanımlayan, ticaretin gerçekleşeceği pazarlar oluşturan, güvenliği ve hukuku sağlayan ülkelerde sermaye birikimi daha hızlı olur. İşgücünün eğitim seviyesinin ve mesleki becerilerinin (beşeri sermayenin), toplum içindeki güven ve işbirliğinin (sosyal sermayenin) artması; devlet bürokrasisinin, kanunların, iktisadi kurumların, kamu politikalarının iyileştirilmesi; teknolojik gelişme ve yenilik üretiminin hızlanması verimliliği artırır, kalkınmayı hızlandırır. Bunları yapabilen fakir ve orta gelirli ülkeler de zamanla zenginleri yakalar. Mesele bundan ibaret.

2 Temmuz 2017 Pazar

Finans sektöründen yaşam öyküleri

1970'lerden 2000'lere Türkiye ekonomisinin ve finans sektörünün gelişimini farklı açılardan yansıtan ve yer yer birbiriyle kesişen birkaç kitaptan kısaca bahsedeceğim. En yeni ve popüler olandan başlayalım.

***

Bir Dünya Kurmak. Gazeteci Rıdvan Akar'ın kaleme aldığı, işadamı Hüsnü Özyeğin'in hayat hikayesi. Ailesinin köklerinden başlayarak Özyeğin'in bütün yaşamını anlatıyor. Özyeğin Robert Kolej'ı bitirip yüksek tahsilini Amerika'da yapıyor. Dönüşte kolejden arkadaşı Mehmet Emin Karamehmet'in bankasına girip kısa sürede genel müdür oluyor. Uzun yıllar profesyonel yöneticilik yaptıktan sonra, tüm maddi birikimini ve oluşturduğu bağlantıları kullanıp 1987'de Finansbank'ı kuruyor. Tam da sermaye piyasalarının serbestleşip dışa açıldığı bu dönemde, fırsatları değerlendirip bankasını büyütüyor. Biraz beceri ve biraz da şansla  ekonomik krizleri atlatıyor. 2000'lerde yabancıların Türkiye'ye yatırım yapmak için yarıştığı bir dönemde bankayı iyi bir fiyata satıyor. Sonra da yeni projelere yelken açıyor.

Kitap adeta Özyeğin'in torunlarına dedelerini tanıtmak için yazılmış gibi. Ailesinin köklerinden başlayarak Hüsnü Özyeğin kimmiş, ne yapmış, detaylı şekilde ve övgüyle anlatılmış. Yaşanan zorluklara ve olumsuzluklara bile iyi tarafından bakılmış ve ortaya Özyeğin'in kahramanı olduğu bir başarı hikayesi çıkmış. Olayların içyüzüne veya arka plandaki toplumsal ve ekonomik gelişmelere dair kayda değer bir yorum, eleştiri, özeleştiri, itiraf, pişmanlık ise mevcut değil. Bu yönüyle pek suya sabuna dokunmayan bir eser.

***

Zoraki Bankacı ve Zoraki Bankacı Zorda. Metin Berk'in iki kitaplık özyaşam öyküsü. İlk kitap Berk'in ekonomi doktorasıyla Türkiye'ye döndükten sonra, akademisyen olacakken kaderin cilvesi bankacı olmasıyla başlıyor. 1996'da o dönem özelleştirilen Sümerbank'ta yönetici olana kadar işte ve özel hayatında karşılaştıklarını detaylarıyla anlatıyor. Kitabın en güzel tarafı yazarının politik davranmaması, ne biliyorsa ve düşünüyorsa yazması. Özellikle dönemin önemli şahıslarına ve olaylarına dokunanlar ilgimi çekti.

Daha kısa olan ikinci kitapta ise, devletin el koyduğu Sümerbank'taki görevi yüzünden başı belaya giren yazar derdini anlatmış. İlk bölümde Sümerbank yıllarını, ikincide 37 günlük gözaltı ve tutukluk dönemini, üçüncüde serbest kaldıktan sonraki hayatını yazmış. Sonuna mahkeme tutanaklarını eklemiş. İlk bölüm birinci kitabın uzantısı gibi, sonrası ise daha kişisel. 

***

Borsa Kralı. Nasrullah Ayan'ın özyaşam öyküsü. Ayan, tüccar bir aileye doğuyor ve çok genç yaşlardan itibaren iş hayatında yer alıyor. Önceleri mal ticareti yaparken, karaborsa döviz ticaretini keşfediyor; devletle ve büyük şirketlerle ilişkiler kuruyor; 80'lerin sonlarında borsaya el atıyor ama 90'larda el çekmek zorunda kalıyor. 

Nasrullah Ayan'ın inişli çıkışlı, roman gibi bir hayatı var ve o tadı vererek de yazmış. Kar fırsatlarını kovalayan, kuralların etrafından dolanan, gözü açık bir tüccar tipi çizmiş. Anlatırken arka plandaki ekonomik gelişmelere dair tespit ve değerlendirmelerini de paylaşmış. Kitapta 80 öncesi korumacı dönemdeki politikaların verimsizliğine tanıklık eden çok sayıda ibretlik anektot var. Daha sonra ekonomi serbestleşip kurumsal yapı şekillenirken görülen piyasa başarısızlıkları da dikkate değer. Öte yandan özellikle borsa anılarının bir kısmı tazeliğini yitirmiş. O açıdan kitabı yazmakta biraz gecikmiş gibi.

***

Açık Pozisyon. Yusuf Goz takma isimli yazar, 1990'lı yıllarda yatırım bankacılığı gelişirken banka hazineleri ve aracı kurumlarda tanık olduklarını anlatmış. O dönem sermaye hareketleri serbestleşmiş, dışarıdan para gelmekte, içeride finans piyasası büyümeye elverişli. Bankalar yüksek getiri fırsatlarını değerlendirmek için eğitimli, zeki, çalışkan ve hırslı gençleri ise alıp hızla organize oluyorlar. Yazar böyle bir dönemde ise başlıyor ve elverişli şartlarda hızla yükselip bir beyaz yakalıya göre iyi paralar kazanıyor.

Ele alınan aynı zamanda siyasi ve ekonomik istikrarsızlığın yüksek olduğu bir dönem. Artan bütçe açıkları ve kamu borçları, biriken yapısal sorunlar önce 1994, sonra 2000-2001 krizlerine sebep oldu. Özellikle 94 krizi etrafında ve sonrasında yaşananların bir banka hazinesinden nasıl göründüğü benim ilgimi çekti. Böyle makro meselelerin yanında, şirket ve sektör içi ilişkilere dair anılar da paylaşılmış. Okuyana göre bunlar da ilgi çekebilir.