16 Eylül 2018 Pazar

Ekonomik krizde miyiz?

Gündelik hayatta kriz lafını gelişigüzel kullanıyoruz. İktisatta ise krizin belirli anlamları var. O yüzden, netleştirmekte  ve içinde bulunduğumuz durumu tespit etmekte fayda var. Türkiye ekonomik kriz mi yaşıyor? Ne durumdayız? Başımıza daha ne gelebilir?

İktisatta krizler çeşit çeşit. Ağustos'ta yaşanan sert kur artışları pek ala döviz kuru krizi olarak nitelenebilir. Ekonomiye dair algı ve beklentilerin hızla bozulması (iktidara göre ise kasıtlı bir manipülasyon) Türk lirasından kaçışa ve ciddi değer kaybına yol açtı. Bu, döviz borcu olanların zarar yazması ve ülkece alım gücümüzün düşmesi açısından kötü bir gelişme. Fakat iş bu kadarla kalırsa bir felaket değil. Zira kur artışının, yerli üreticinin ithal mallarla rekabet etmesini ve ihracat yapmasını kolaylaştırmak gibi telafi edici etkileri de var. (90'larda İngiltere yaşadığı döviz kuru krizinden ekonomisi büyüyerek çıkmıştı mesela. Fakat gelişen ülkelerde durum genelde farklı oluyor.)

Bir sonraki aşamada, ülkemizin karşı karşıya olduğu tehlike ödemeler dengesi krizi. Türkiye'de özel sektörün ve devletin önümüzdeki bir sene içinde vadesi gelen yaklaşık 180 milyar dolarlık dış borç ödemesi var. Ayrıca cari açık veren (yani döviz gelirimizden fazla harcayan) bir ülke olduğumuzdan bunun üstüne ek borçlanma da yapmamız gerekiyor. Eğer özel sektör vadesi gelen borçlarının yerine yeterince borçlanamazsa, o zaman ciddi sıkıntı yaşayabiliriz. Dışardan aldığı borçla içerde kredi dağıtan bankalar, bu durumda kredilerini azaltmak zorunda kalır. Krediler daralınca, iktisadi faaliyet de azalır; ekonomi küçülür, istihdam ve yatırım düşer, işsizlik artar. (Aslında böyle durumlara karşı ülkeler döviz rezervi tutar ve gerektiğinde kullanır. Ancak bizde, bankaların TCMB'de tuttuğu mevduat ve geçenlerde Katar'dan gelen destek dahil, döviz ve altın hepi topu 90 milyar dolar rezerv var. 6 aylık ihtiyacımızı bile karşılamıyor.)

Kredi derecelendirme kurumlarının Türkiye devletinin ve şirketlerinin kredi notlarını art arda düşürmesi ve risk primlerinin çok yükselmesi, dış finansman arayan şirketlerimizi zorlayacak. Ümit edelim ki merkez bankası ve bakanlıkların aldığı önlemler borç verenlere güven versin, şirketlerimiz yurtdışından makul fiyatlarla ve yeterince borçlanabilsin. O zaman ekonomi çabuk toparlanabilir. (Elbette kriz pas geçse bile, cari açık ve onun finansmanıyla ilgili yapısal problemler devam edecek ve gelecekte tehdit oluşturmayı sürdürecek. Kalıcı çözüm için gidilecek daha çok yol var.)

En kötü ne olabilir? Dış finansmanda çok ciddi kesinti olursa, şirketlerin ve hatta bankaların mali yapıları bozulabilir. Döviz borçlusu şirketler kur artışından zaten çok kötü etkilendi. Kur artışını durdurmak için para politikası sıkılaştırıldı; faizler yükseldi, döviz borçlusu olmayan firmalar da zarar gördü. Şimdi birçok şirketin bankalara borcunun tekrar görüşülmesi ve yapılandırılması gerekecek.  En kötü senaryo, bankaların kaynak bulamayıp yapılandırma yapamaması ve kurtarılabilecek firmaların bile batması durumunda olur. O durumda geri ödenmeyen krediler dönüp bankaları bir daha vuracağından iş bankacılık krizi (finansal kriz) halini alabilir. Sonuçları da acılı olur. (En son 2001'de finansal kriz yaşadık ve ondan sonra alınan önlemler sayesinde bugün bankalarımız şoklara karşı oldukça dayanıklı durumda. Ancak onların da bir kırılma noktası vardır muhakkak.)

Özetle, sarsıldık ama yıkılmış değiliz. Ulusal paramıza ve varlıklarımıza olan güveni güçlendirebilirsek bu durumdan az zararla çıkabiliriz. Ancak bundan sonra yapılacak yanlışların bedeli de ağır olacaktır.

1 Eylül 2018 Cumartesi

Arjantin ekonomisi bize ne söylüyor?

Son zamanlarda dünya basını Arjantin ve Türkiye'yi kader birliği içinde gösteriyor. İki ülkenin parasından da kaçış var, döviz kurları ve faizler sert şekilde artıyor, enflasyon yükseliyor; genel olarak makroekonomik vaziyet kötü. Arjantin'de (sonrasını bilemiyoruz ama) şimdilik çalkantı daha büyük. Hükümet tek başına istikrarı sağlayamayınca IMF'den destek istedi ve Haziran'da bir program başlatıldı. Fakat çalkantı şu ana kadar durulmadı. En son bu hafta içinde merkez bankası politika faizini bir seferde 15 puan birden artırıp yüzde 60'a çıkardı. Bu da yetecek mi bilinmez.

Aynı anda benzer şeyler yaşadığımızdan, doğal olarak ilgimizi çekiyor. Ülkemizde uygulanacak ekonomi politikaları ve IMF desteğine başvurulması gibi konularda Arjantin'in deneyimlerinin örnek gösterildiğini sık sık göreceğiz. Bu yüzden bu ülkenin ekonomisi nereden nereye gelmiş bir de kendim görmek istedim. Belli başlı makroekonomik ve finansal göstergelerin 20 senelik gelişimini çıkardım. 

İlk grafik yıllık ekonomik büyüme ile cari işlemler ve bütçe dengelerini gösteriyor. 2008 küresel krizi öncesindeki dönemde göstergeler güçlü görünüyor. Burada büyüme yüksek; bütçe ve cari denge fazla veriyor. Onun haricindeki dönemlerde istikrarlı ve yüksek büyüme yok. Bütçe dengesi ve cari denge paralel bir şekilde düşüyor. Son senelerde büyük açıklar verilmiş. Bütçe açığının GSYH'ye oranı 2017'de yüzde 6.5, cari açığın oranı yüzde 5'e yakın gerçekleşmiş. Kamu borcunun GSYH'ye oranına ayrıca baktım, yüzde 52.6 görünüyor. Bu aslında yüksek bir oran değil. Fakat bildiğim kadarıyla borcun büyük kısmı dolar cinsinden ve geçişmişte temerrüt (default) sabıkası olduğundan ülke uluslararası borçlanma yapmakta zorlanıyor. IMF desteği zaten en çok bunun için lazım.

İkinci grafik kısa vadeli faiz, son bir senedeki kur artışı ve enflasyonu gösteriyor. Kur hareketleri çok daha dalgalı olduğundan onu tek başına sol eksende gösterdim; diğerleri sağ eksende. Döviz kurlarının bir senede 4 katına çıktığı (yüzde 300'e yakın arttığı) dönem var geçmişte. Kur artışının düşük göründüğü dönemler sizi aldatmasın, diğer grafiklerle ölçek farkından öyle görünüyor. Yoksa yıllık kur artışı yüzde 10'un altına kalıcı olarak inmiyor. Özellikle 2013'ten itibaren çok yüksek değerler var. Turuncu çizginin 30 Ağustos 2018'deki (Perşembe) değeri yüzde 87 mesela. Ayrıca artışın yavaşlamasının kurun düşmesi demek olmadığına da dikkat etmek lazım. Artış pozitif oldukça, para sürekli değer kaybediyor.

Döviz kuru grafine bakınca şöyle düşündüm. Yerel paranın (peso) tarihsel olarak bu kadar oynak ve değer kaybetmeye eğilimli olduğu bir ülkede insanlar o paraya güvenebilir mi? Normal bir ekonomideki gibi, 3 puan daha faiz alacağım diye o paraya yatırım yapar mı? O yüzden ufak bir parasal sıkılaşma ve faiz artışı paraya istikrar sağlamaya yetmiyor demek ki. Çok daha vahşi tedbirler gerekiyor.

Yeşil grafiğe göre kısa vadeli (15 günlük) piyasa faizi Nisan 2002'de yüzde 90'a vurmuş. Temmuz 2018'deki grafiğin son değeri yüzde 47. Son durumda bu 60'ın üzerine çıkacak. Bu faizlerle reel yatırım olmayacağından bunun büyümeye faturası da ağır olacak. Nitekim ilk grafiğe bakarsak GSYH 2002'de yüzde 11, faizlerin bir ara yüzde 36'ya kadar yükseldiği 2016'da yüzde 2 küçülmüş. Buradan çıkarttığım sonuç, paraya olan güvenin zayıflamasına baştan izin vermemek lazım, sonra toparlamaya çalışmanın maliyeti çok büyük oluyor.

Son olarak enflasyona dair iki kelam etmek istiyorum. IMF'nin rapor ettiği yılsonu tüketici enflasyonlarını gösteren mavi çizgi genelde yüzde 10 civarındayken, seri 2015'te kesintiye uğruyor. Daha sonra 2016'da Arjantin istatistik enstitüsü yeni bir endeks başlatmış ve bu 2017'den itibaren enflasyonun (mor kısa çizgi) yüzde 25'ten 30'lara gittiğini gösteriyor. Daha da yükseleceği aşikar. Enflasyonun yüksek olmasını geçtim; serinin kesintiye uğraması çok daha vahim. Çünkü bu dönemde Arjantin'in yayınladığı enflasyon verilerine kimse itibar etmiyor. IMF hiç yayınlamamayı seçmiş, kimi kurumlar da kendilerine göre alternatif enflasyon ölçüleri geliştirmiş. Bizde çok şükür, TÜİK istatistikleri en fazla yöntem açısından eleştiriliyor. Onun haricinde verilerde çarpıtma yapılmadığına güveniyoruz. Böyle de kalması için kurumun bağımsızlığı, şeffaf ve hesap verebilir olması çok önemli.

Makroiktisatta deney yapma şansımız yok. O yüzden başka ülkelerin (eş zamanlı ya da tarihsel) deneyimleri, koşullar arasındaki farklılıklar dikkate alınmak kaydıyla, bize değerli bilgiler sunuyor. Herhalde merkez bankamız başta olmak üzere ülkemizin kurumları ve iktisatçıları da bu deneyimleri ciddi şekilde analiz edip sonuçlar çıkartıyorlardır. Bunların ekonomi politikalarına nasıl yansıyacağını göreceğiz. 

Ek: Yazıyı gönderdikten sonra hatırladım, bahsetmekte fayda var. Arjantin 2002 Ocak ayına kadar para kurulu (currency board) denen katı sabit döviz kuru rejimini uyguluyordu. Burada pesonun değeri bir dolara sabitlenmişti ve piyasadaki peso miktarı merkez bankasının döviz rezervine dayandırılmıştı. Bu rejim ülkeden döviz çıktığında piyasadaki yerel miktarını düşürüp faizlerin sert şekilde yükselmesine yol açar. Döviz kuru sabit, enflasyon düşük kalır ama sermaye çıkışının bütün yükü büyümeye düşer. Bir de kurun sabitlendiği paranın (dolar) değerlenmesi durumunda, dış ticaret dengesi bozulur. Grafiklerde de görülüyor, Arjantin'de de 2002 öncesi tam bunlar olmuş. Olayları tetikleyen unsurlar ise, 90'ların sonundan itibaren gelişen ülkelerde yaşanan krizlerin bulaşıcı etkileriyle (contagion) beraber, bütçe açığı ve kamu borcu problemleri olarak gösteriliyor. Grafiklerden de görüleceği üzere para kurulunun terk edilmesi sonrası, paranın çok ciddi değer kaybetmesi ve enflasyonun yükselmesi pahasına ekonomik büyümede ve cari dengede toparlanma sağlanmış. Ancak yapısal sorunların sürdüğü ülkede iyileşme uzun vadede kalıcı olamamış.