16 Aralık 2018 Pazar

Asgari ücret hakkında

Asgari ücret bir fiyat kontrolü politikasıdır. Devlet düşük gelirlileri desteklemek üzere piyasaya mühadale edip denge noktasından yüksekte bir ücret tabanı belirler. Bu fiyatta işverenin maliyeti yükseldiğinden genellikle vasıfsız işgücüne talep düşer; çalışanların refahı ise, işverenler ve işsizler aleyhine artar. Dolayısıyla daha eşit bir bölüşüm için üretim ve istihdamdan bir miktar feragat edilir.

Asgari ücret dünyada hep gündemde olan, iktisatçıların çokça çalıştığı bir konu. Özellikle Amerika'da yerel yönetimlerin asgari ücreti merkezden bağımsız yükseltebilmesi, zamların farklı bölge ve sektörlerdeki etkilerini tespit etmeye imkan sağlıyor. Sonuçlarsa muhtelif. Kar marjının yüksek ve makineleşmenin düşük olduğu sektörlerde, işçi maliyetlerinin artması istihdamı fazla etkilemiyor (misal). Öte yandan kar marjı düşük olan küçük işletmelerde ve makinelerin insanı ikame edebildiği sektörlerde istihdam kaybı oluyor. Asgari ücretin istihdamı pozitif etkilemesi ise, istisnai bir durum. (Kapsamlı bir literatür taraması için bkz.)

Ülkemizde ise dikkatimi çeken, merkez bankası ekonomistlerinin 2004'teki büyük asgari ücret zammının etkilerini analiz eden bir yayını var (bkz.) . Makale o dönem zammın ardından kayıtdışı istihdamda artış tespit etmiş ama toplam istihdamda değişiklik olmamış. Ayrıca asgari ücretin piyasada geçerli ücretlere referans olarak onları da etkilediği bulunmuş. Bundan seneler önceki büyümenin hızlı olduğu bir dönemi ele alan tek bir çalışma bugün ne kadar aydınlatıcıdır, tartışılır. Ancak başka pek bir şey yok. Asgari ücretin ülkemizde işsizlik, büyüme, enflasyon gibi en temel göstergeleri bile ne kadar etkilediği net değil.

Şu sıralar Türkiye'de işçi, işveren ve hükümet temsilcilerinden oluşan bir komisyon gelecek senenin asgari ücreti için toplantılar yapıyor. Ekonomik koşullar yüzünden işleri zor. Bir yanda enflasyon yüksek; diğer yanda üretim daralıyor, işsizlik artıyor. Enflasyonun altında bir zam, çalışanların yaşam standardını düşürecek; yüksek bir zam ise ekonomik daralmayı hızlandırıp işsizliği yükseltebilecek. Kırk katır mı, kırk satır mı? Karar siyasi, hükümet tercihini yapacak.

Doğaldır, milyonlarca insan şu an gelecek ay ne kazanacağının ya da ne maaş ödeyeceğinin derdinde, ötesini düşünmüyor. Fakat biz iktisatçılar düşünmek zorundayız. Çünkü insanımızın on yıl sonraki refah seviyesini asgari ücret politikası belirlemeyecek; kurumsal yapının güçlenmesi, yatırım ortamının iyileşmesi, bilim ve teknolojinin gelişmesi, çalışanların bilgi ve becerilerinin artması gibi şeyler belirleyecek. Dolayısıyla ilgimizi bu noktalara yoğunlaştırmakta fayda var.

8 Aralık 2018 Cumartesi

Döviz kuru şoku ve sonrası

Ağustos'ta ülkemiz ciddi bir döviz kuru şoku yaşadığı sıralarda geçmişte benzer deneyimler yaşayan iki ülkeyi (Brezilya ve Rusya'yı) örnek göstermiş ve şöyle demiştim:

"Yapısal sorunların üstüne, siyasi riskler ve küresel finansal hareketler geldiğinde, döviz kurlarında hızlı ve büyük dalgalanmalar olabiliyor. Merkez bankaları bu duruma faiz artırarak cevap veriyor. Bu süreçte büyümede geçici bir yavaşlama olması ve bunun sosyal sorunları büyütmesi kaçınılmaz. Ancak istikrar odaklı bir yaklaşımla, bir süre sonra işler normale dönüyor. O yüzden temel prensiplerden şaşmamak, moralleri de bozmamak lazım."

Aradan geçen zamanda ekonomi politikalarında çokça tartışmalı karar alındı, ama ekonomi yönetiminin genel olarak "temel prensiplere" bağlı kaldığını gördük. Merkez bankası faiz artırarak parasal sıkılaştırma yaptı; diğer kurumlar da bunu destekleyici mali ve düzenleyici tedbirler aldı. Neticede önce döviz kurlarındaki yükseliş durdu; ardından ABD ile ilişkiler düzelip ciddi bir risk unsuru kalkınca Türk lirası değerlendi. Enflasyondaki yükseliş de kesildi; hatta düşüş oldu. Bu arada üretim ve yatırım faaliyetleri yavaşladı, işsizlik artışa geçti. Bunların hepsi iktisat teorisi ve geçmiş deneyimlerle uyumlu gelişmeler. 
Peki bundan sonra ne olacak? Eğer ekonomi politikalarında ciddi bir sapma ya da içeride/dışarıda büyük bir olay olmazsa (maalesef bu konularda çok rahat olamıyoruz), bir süre daha böyle gidecek. Grafikte görüleceği üzere, enflasyon ve faiz buralara çok aşağılardan geldi (ki aslında geldikleri seviyeler bile yüksekti). Dolayısıyla enflasyonun döneceği daha çok yol var. Enflasyon düşerse faiz de onu izleyecek. Bu arada ekonomideki daralmanın bir süre devam etmesi muhtemel. Ardından enflasyon ve faizler gerileyip beklentiler düzelince üretim tarafında da toparlanma başlar.

Tabii söylemesi kolay, yapması zor. İstikrar politikaları uygulanırken sosyal sorunlar ağırlaşır. Bir-iki sene hızlı büyümeden feragat edecek politikalar, genç nüfusa iş yaratmakta ve toplumun refah artışı taleplerini karşılamakta yetersiz kalacaktır. Yok eğer göstergeler biraz düzelince makroekonomik politikalar ölçüsüzce gevşetilirse, aynı sorunlar ileride daha da büyümüş olarak karşılaşımıza çıkar. Dahası, istikrar politikaları kararlılıkla uygulandı; enflasyon, bütçe ve cari işlemler dengeleri makul seviyelere geldi diyelim. Ondan sonra dengeleri bozmadan yüksek hızlı büyümenin sağlanacağının da garantisi yok. Uzun dönemli kalkınma bambaşka bir mevzu.

Özetle, finansal çalkantılar karşısında çok kötümser olmanın alemi olmadığı gibi, bunlar geçince ihtiyatı elden bırakmanın da alemi yok. Ülkemizde ekonomik istikrarı sağlamak, sürdürülebilir ve yüksek bir kalkınma hızı yakalamak, refahı gelişmiş toplumlar düzeyine çıkarabilmek için önümüzde uzun bir yol ve yapacak çok iş var.