15 Aralık 2011 Perşembe

İnandırıcı Olmayan Tehditler ve Şike Meselesi

son aylarda gündemde olan şike meselesinde, yürürlükteki kanunların gerektirdiği cezaların, her durumda uygulanabilir olmadığını gördük. şikeyle suçlananlara verilmesi söz konusu olan hapis cezaları, katillerin, tecavüzcülerin aldığı cezaları geçti. böyle olunca, meclis bunun düzeltilmesi için yasada değişiklik yapmak durumunda kaldı. belli ki, caydırıcı olsun diye ağır yapılan cezaların uygulamada nerelere varacağı, kanun çıkartılırken hesap edilememişti.

şikeyle suçlanan kulüplerinin cezalandırılması söz konusu olduğunda da, yine önceden hesap edilemeyen bir durum ortaya çıktı. süper ligin çok sayıda önemli kulübü şikeyle suçlanmaktaydı. suçlananların başında da fenerbahçe geliyordu. federasyonun kara kaplı kitabının şike suçuna öngördüğü ceza küme düşürmeydi. lakin bunun uygulanması, süper lig denen organizasyonu çok büyük bir krize sokacak; bundan futbolun içindeki herkes etkilenecekti. bunun üzerine, federasyon ve kulüpler hep beraber bir çıkış yolu aramaya koyuldular.

resim bu. peki biz bundan ne çıkarabiliriz? bir defa, caydırıcı olsun diye cezaları abartmanın bir işe yaramadığını görüyoruz. aşırıya kaçan cezaların uygulanması, insanların adalet duygusunu zedeleyebiliyor; hatta topluma maddi zarar verebiliyor. bu da kanunların yeniden tartışılması, elden geçirilmesi ihtiyacını doğuruyor ki, bunu yapmanın zorlukları da ortada. ikincisi, uygulanabilir olmayan cezaların caydırıcılığı da yok. eğer suç işleyecek kişi, yasaların öngördüğü cezanın ileride azaltılacağını beklerse, o ceza inandırıcı bir tehdit olmaktan çıkar. yasa, ancak kişinin beklediği ceza oranında caydırıcıdır. dolayısıyla, en baştan makul, uygulanabilir cezalar koymakta fayda var.

kanunları sertleştirip cezaları arttırmak, adil ve verimli bir toplum düzeni kurmada bir yere kadar etkili olabiliyor. bu yüzden, başka seçenekler de ihmal edilmemeli. cezaya yüklenmek yerine, kanunların çiğnenmesini baştan güçleştirecek tedbirler öne çıkarılmalı diye düşünüyorum. mesela futbolda, kulüplerin faalliyetlerinin şeffaflaştırılması, menajerlerin kayıt altına alınması, federasyondan bağımsız bir denetleyici ve düzenleyici kurum kurulması gibi tedbirler düşünülebilir.

konuya şikeden girdik ama, rüşvet, yolsuzluk, vergi kaçakçılığı, kaçak yapılaşma gibi, toplum içinde yaygın olan pek çok sorun şikeye benziyor. inşallah, burada yaşananlar gelecekte başka meselelerde de bize ders olur.

28 Kasım 2011 Pazartesi

Gelir, Tüketim, Tasarruf ve Vergilendirme

bugün internet sitelerinde yer alan, türkiye'de gelir vergisinin artık harcamalara göre belirleneceğini söyleyen bir haber kafamı karıştırdı. (örneğin: ntvmsnbc'teki haber.) haberde gelir vergisinin yerini harcamalara göre belirlenen bir vergi alacakmış gibi bir hava var. bu olsa çok köklü bir vergi reformu olur; ama öyle damdan düşer gibi olmaz, olmamalı. öte yandan haber yeni "gelir vergisi" yasa tasarısıyla ilgili. demek ki, değişiklik gelir vergisinin yerine alacak bir şey değil. ortada bir çelişki var.

haberdeki detaylar ışığında, ancak şöyle bir mantıklı açıklama geliştirebildim. yapılacak şey, az gelir beyan edenlerin banka hesap hareketlerinin, kredi kartı harcamalarının ve sairenin incelenmesi. maliye bunlara bakarak, insanların bir sene içinde ne kadar "kayıtlı" tüketim harcaması ve tasarruf yaptığını ortaya koyacak. bir insanın tükettiği ve tasarruf ettiği miktarların toplamı onun gelirini vereceğinden, maliyeye beyan ettiği gelir de en az bu toplam kadar olmalı. eğer böyle değilse, bu insan gelirini eksik beyan etmiş demektir. artık maliye bu "sağlama"yı yapıp vergi kaçaklarını tespit edecek, anladığım kadarıyla. tabii, tüketim ve tasarrufların bir kısmı kayıtdışı olduğundan, gelir denetiminin tam olarak etkin bir şekilde yapılamayacağını öngörebiliriz.

peki böyle bir değişiklik tüketimi azaltır, insanları tasarrufa yönlendirir mi? haberde yönlendireceği iddia edilmiş ki, kafa karıştıran yer burası. sanki sadece tüketim harcamalarına vergi geliyor gibi bir değerlendirme yapılmış. oysa, haberde belirtildiği üzere, kişilerin aldıkları evlerin, banka hesaplarının, kredi kartlarının incelenmesi tüketimle beraber tasarrufu da denetim altına alır. zaten mesele gelir denetimiyse, maliye tüketim ve tasarrufu birlikte incelemek zorunda. dolayısıyla, tüketimden kaçınıp tasarruf yaparak vergiden kaçınmak mümkün değil. bu yüzden, tasarrufu teşvik gibi bir şey söz konusu olmaz.

ayrıca, vergi sadece tüketim harcamalarına gelseydi bile, bunun tasarrufu teşvik edeceğinden şüphe edebilirdik. zira tasarruf denen şey, kişinin bugünkü gelirinin bir kısmını yarın tüketmek üzere harcamaması. vergi kalıcı olduğu müddetçe, bugün tüketmeyip tasarruf eden insan, yarın tasarrufunu harcarken yine vergi ödemek durumunda kalacaktır. dolayısıyla, tasarrufunu arttırmak ya da azaltmak suretiyle vergiden kaçınamaz. bu durumda, oranı zaman içinde sabit ve kalıcı bir tüketim vergisinin de tasarruflar üzerinde ciddi bir etkisinin olmamasını bekleriz.

25 Kasım 2011 Cuma

Askere Alınamayacak Kadar Çoklar Mı?

insanların bir bölümü, bir sebeple askere gitmeyi erteler. yaşları otuzu geçtiğinde; işleri gelişmiş, kariyerleri ilerlemiş, çocukları büyümüştür. artık askere gitmeleri daha zordur, ama devlet normalde bununla ilgilenmez. yasal ertelemenin sonuna gelindiğinde, adamı hemen askere alır. bu durumdaki insanların sayısı zaman içinde birikip büyük sayılara ulaştığında ise işler değişir. o zaman bu insanlar örgütlenip kamuoyunda seslerini duyururlar. meclis içinde ve dışında lobi yapmaya başlarlar. sonra hükümet, belki onca insanı hayatlarından koparıp aylarca asker yapmanın zorluğunu görür. belki oy verenlerin taleplerini dikkate alır. belki de yaşı ilerlemiş onbinlerce insanı askere almanın ülkeye yarar getirmeyeceğine ikna olur. neticede, büyük bir kitlenin isteğine kayıtsız kalamaz ve bedelli askerlik çıkarır. türkiye'de çeşitli vesilelerle birkaç defa oldu bu.

burada anahtar nokta, büyük olmak. bedelli isteyen büyük bir kitle olduğu sürece gelecekte de bu uygulamayı görebiliriz. ayrıca, bugün bedelliden faydalanamayan bazı insanların, bunu tahmin ederek askerliklerini ertelemelerini de bekleyebiliriz ki, bu da büyük kitle oluşmasına yardım eder. peki büyük bir kitlenin yeniden birikmesi ne kadar zaman alır? bu bir defa, bugünkü uygulamadan kaç kişinin faydalanacağına bağlı. bedelliden çok kişi faydalanırsa, kitlenin yeniden birikmesi çok zaman alacağından, bir sonraki bedelli daha geç gelir. lakin, hükümetin bedelli için yaş sınırını 30, ödenecek miktarı da 30 bin lira olarak belirlemesini dikkate alınca, bedelli taleplerinin yeniden dillendirileceği günler yakındır gibi geliyor bana. elbette önümüzdeki dönemde hükümetin askerlikte başka bazı değişiklikler yapıp yapmayacağı da önemli. örneğin, ordunun profesyonelleşmesiyle beraber askerlik süreleri kısalır, şartlar iyileşirse, belki de askerliğini erteleyenlerin sayısı seneden seneye azalır. öyle olur da, yeterince büyük bir kitle birikmezse, belki bir daha hiç bedelli görmeyiz.

bu konuda devletin en büyük avantajı, insanların yeterince iyi organize olup kararlarında eşgüdüm sağlayamaması. devlet buna kanunlar yoluyla engel olabiliyor. dolayısıyla, insanların askerliklerini işbirliği içinde erteleterek, askerlik yapmayan kitleyi bilinçli bir şekilde büyütme gibi bir imkanları yok. öyle olsa devlet bedelliyle falan başa çıkamaz, profesyonel orduya geçmek zorunda kalırdı herhalde.

29 Ekim 2011 Cumartesi

Türkçe Karakter

ingilizce klavye kullandığım için bugüne kadarki blog postalarım türkçe karakter yönünden özürlüydüler. son senelerde yazılı bir metindeki karakterleri türkçe’ye çeviren yazılımlar çıkmaya başlamıştı. geçenlerde kullandığım bir yazılımdan gayet memnu kaldım. hem kullanımı kolay, hem de çeviriyi iyi yapıyor. son postada onu kullandım. bundan sonra da kullanma niyetindeyim. ihtiyacı olanlar için, web sitesine ve google chrome eklentisine linkler şurada: web, chrome.

Yahudi İktisat Tarihi ve Meslek Seçimi

yahudiler tarihsel olarak daha çok, ticaret, finans, zanaat, bilim gibi alanlarda faaliyet gösteren bir millet. yahudi denince aklımıza sarraf, tüccar, banker geliyor; ama çiftçi, işçi, asker falan gelmiyor. peki yahudilerin belli mesleklerde yoğunlaşmalarının, onlarla özdeşleşmelerinin sebebi ne? bu postada, bu soruya bir cevap ortaya koymaya çalışan bir makaleden bahsedeceğim. maristella botticini ve zvi eckstein tarafından yazılan makalenin başlığı "jewish occupational selection: education, restrictions, or minorities?". 2005'te journal of economic history'de yayınlanmış. (bu da linki.)

makale öncelikle, bugüne kadar bu soruya cevap olarak ortaya konmuş tezlerin yetersiz olduğunu söylüyor. zira bu tezler, yahudilerin köy yaşamından kent yaşamına geçip topraktan kopmaya başladıkları dönemlerdeki gerçeklerle tutarlı değil. bunlardan en çok kabul göreni, yahudilerin azınlık durumunda oldukları toplumlarda çeşitli kısıtlama ve yasaklara maruz kaldıkları; bu yüzden, toprak satın alıp tarım yapamadıkları tezi. ortaya atılan bir diğer tez ise, azınlık olarak kültürel benliklerini korumaya çalışan yahudilerin; daha yakın olup aralarındaki bağları güçlü tutmak için, şehirlerde bir arada yaşayıp birkaç meslekte toplandıkları yönünde. oysa, yahudiler de sekizinci ve dokuzuncu yüzyıllara kadar, diğer toplumlar gibi büyük ölçüde tarımla uğraşan bir toplum. değişim bu dönemde, bugünkü ortadoğu'da başlıyor. bu aynı zamanda, islam devletinin fetihlerle genişlediği, yahudilerin yaşadığı bölgeleri topraklarına kattığı dönem. abbasi hanedanının hüküm sürdüğü bu dönemde yahudiler, herhangi bir mesleki zorlama, yasak ya da kısıtlamayla karşılaşmıyorlar. dolayısıyla, meslek değişiminin sebebi, birinci tezdeki gibi, devletin zorlaması olamaz. ikinci tez ise, o tarihe kadar tarımsal bir yapı etrafında birleşmiş yahudilerin yavaş yavaş bundan kopup şehirlerde ayrı bir toplumsal yapı kurmalarını açıklamakta yetersiz. (elbette, makale bu tezlerin tamamen yanlış olduğunu söylemiyor. daha sonraki yüzyıllarda, avrupa'da gerçekten yahudilere yönelik baskı ve kısıtlamalar var. bunların da o dönemlerde önemli etkisi olmuş olmalı.)

peki botticini ve eckstein'ın tezi ne? bu iki yazara göre, değişimi başlatan gelişme, abbasi devletinin altın çağlarını yaşadığı söz konusu dönemde büyüyüp gelişen şehirlerde, ticaret ve zanaatle ilgili mesleklere talebin artması. bunlar, okuma-yazma, sayı sayma, hesap yapma gibi temel bilgi ve becerileri gerektiren meslekler. o dönemde, yahudilerin temel egitim düzeyleri de, diğer tarım toplumlarının üzerinde. bu da yahudilere bu yeni iş fırsatlarından yararlanmada, diğer toplumlara göre avantaj sağlıyor. getirisi artmış olan bu mesleklere yönelen yahudiler, sonuçta tarımı bırakıp şehirlere göç ediyorlar. böylece, tam da klasik iktisat teorisinin tahmin edeceği gibi, mukayeseli üstünlüklerinin olduğu mesleklerde uzmanlaşmaya başlıyorlar. (daha sonraları, ticari faaliyetleri ve ilişkileri dünyaya yayılmalarını da kolaylaştırıyor.)

peki o ana kadar tarımla uğraşan yahudilerin eğitim düzeylerinin diğer tarım toplumlarından daha yüksek olması nasıl açıklanıyor? mesela yahudi gençler, kendilerine bir şey öğretmeye çalışanlara, bunlar gerçek hayatta tarlada çapa yaparken bizim ne işimize yarayacak diye sormamışlar mı? herhalde soramamışlar. çünkü bu onlara dini bir zorunluluk olarak dayatılmış. makalede m.ö. 2. yüzyıldan itibaren yahudi toplumunda yaşanan dini ve toplumsal gelişmeler ve akabinde eğitim seviyesinin yükselmesi, deliller sunularak ayrıntılı biçimde anlatılmış. bunları merak edenleri makaleye yönlendireceğim.

peki tüm bunlardan biz ne sonuç çıkartabiliriz? birincisi, mukayeseli üstünlükler doğrultusunda uzmanlaşmanın bir topluma önemli katkı sağladığını söyleyebiliriz. ikincisi, genel eğitim düzeyinin mukayeseli üstünlükleri belirleyen etmenlerden biri olduğunu görebiliriz. ayrıca, daha yüksek eğitim düzeyi gerektiren ve daha güçlü ekonomik bağlar oluşturan alanlarda uzmanlaşmanın, uzun dönemli ve kalıcı faydalarının olduğuna da dikkat etmek lazım.

yalnız gözden kaçırmamamız gereken bir gerçek daha var. o da yirminci yüzyılda israil devleti kurulana kadar, yahudilerin yüzyıllar boyunca başka milletlerin egemen olduğu ülkelerde azınlık konumunda yaşamaları. bu her ne kadar onlar için siyasi açıdan kötü bir durum da olsa, ekonomik açıdan uzmanlaşmalarına yardımcı olduğu için avantajlı şey. bu açıdan bakınca, yahudileri bir ülkede toplamak için israil gibi bir devlet kurmaları, siyasi bir amaç uğruna ekonomik çıkarlardan feragat etmeleri anlamına geliyor. bir ülke uluslararası ticaret yoluyla da uzmanlaşmadan faydalanabilir; lakin ülkelerarası ticareti mümkün olmayan mal ve hizmetler var olduğundan, bütünüyle uzmanlaşamaz. en basitinden, günümüzde kadın-erkek bütün israilli gençler, uzunca bir süre askerlik yapmak zorundalar. bunun daha çiftçisi var, vasıfsız işçisi var, çöpçüsü var, garsonu var. bir ülkenin bunların hepsine ihtiyacı var. bu da uzmanlaşmayı sınırlayacak bir faktör.

27 Ekim 2011 Perşembe

ABD’de Gelir Eşitsizliği

once abd hukumetinin bir raporu uzun donemde abd’de gelir esitliginin arttigini ortaya koymus. ozellikle en zengin %1’in geliri son 30 yilda almis basini gitmis. the economist’in hazirladigi grafik asagida.

sonra greg mankiw blogunda, “ama 2007’den sonra en zengin %1 ve %0.1’in gelirleri ortancanin gelirine gore cok daha buyuk oranda azaldi” demis. alintilayalim:

According to the most recent IRS data, between 2007 and 2009, the 99th percentile income (AGI, not inflation-adjusted) fell from $410,096 to $343,927.  The 99.9th percentile income fell from $2,155,365  to $1,432,890.  During the same period, median income fell from $32,879 to $32,396.

mankiw’e gore bunun sebebi, zenginlerin gelirlerinin ortalama insana gore daha riskli olmasi. zaten yukaridaki grafikteki mavi cizgideki sert ve buyuk inis cikislar da bu aciklamayla tutarli. grafik 2007’den sonra devam etse, mavi cizgide takriben 300 seviyelerine kadar buyuk bir dusus gorunecek. tabii uzun vadeli trend, hala gelir esitsizliginin uzun yillar boyunca arttigini gosteriyor.

ortaya konulan veriler, birbirini tamamliyor; uzun ve kisa vadeli iki farkli sablon ortaya koyuyor. bu da pek cok iktisadi meselede oldugu gibi, gelir dagiliminda da, uzun ve kisa vadeli degisimleri anlamak icin farkli bakis acilari gerektigini gosteriyor. demek ki neymis? gordugumuzu yorumlarken, secilen zaman periyoduna dikkat etmemiz lazimmis.

20 Temmuz 2011 Çarşamba

Üç Milton Friedman

biraz eski bir yazi ama, bu blogda guncelle ugrasmak gibi bir derdimiz olmadigi icin problem yok. paul krugman’in friedman oldukten birkac ay sonra onun hakkinda yazdigi bir yazi, bu gece internette yeniden karsima cikti. linkini ilgilenecek olanlarla paylasmak istedim. krugman, “who was milton friedman?” (milton friedman kimdi?) sorusunu, friedman’in uc farkli yonunu ele alarak kendince cevapliyor. once ustun akademik eserler ureten iktisat teorisyeni friedman’i, sonra parasalciligin bayraktari olan daha uygulamaci ve politik friedman’i, ve en son da kitleleri serbest piyasa iktisadinin faziletlerine inandirma misyonu ustlenmis populer friedman’i anlatiyor. krugman, kah ovgu, kah yergi iceren; elestirel ama genel olarak olumlu bir degerlendirme yapmis. yazinin sonunda, anna schwartz’in bu yaziya cevap niteliginde yolladigi kisa bir mektuba link de bulunuyor.

suraya adresi acikca yazayim:

http://www.nybooks.com/articles/archives/2007/feb/15/who-was-milton-friedman/

ek: populer friedman demisken, youtube’da, 1970’lerde yayinlanan “free to choose” adli programin videolarini gordum. on bolumluk bu programin ilk bolumunu numune niyetine ekliyorum:

3 Nisan 2011 Pazar

Kadın-İnek Paradoksu

buna cocuk-buzagi paradoksu da diyebiliriz. iktisadi dusunce tarihinde nasil elmas-su paradoksu varsa, bizim medyamizda da bu var. temcit pilavi gibi isitip isitip veriyorlar haber diye. ben bile, turkiye gundemini internetten takip eden biri olarak, defalarca rast geldim. en son da bu gece twitter’da hurriyet ekonet twit’lemis: “kadina 85, inege 375 lira dogum parasi”.

efendim, mesele su. devlet, cocuk doguran sigortali kadinlara bir miktar para yardimi yapiyor. ayni devlet, yavrulayan inekleri icin ureticilere de yardim yapiyor. buzagi icin verilen para, cocuk icin verilenden fazla. medyamiz, duz mantikla, bunu espri malzemesi yaparak okuru/izleyiciyi gidikliyor. sanki devlet inekleri insanlardan cok seviyormus gibi. geyik inek muhabbeti buradan cikiyor. 

peki bu bilmecenin cozumu ne? bir inek dusunelim. her gun bir sise sut versin. bunu da bir cocuk icsin. buraya ikinci bir cocuk gelse ve cocuklar sutu paylassalar, bu sefer her cocuga yarim sise sut duser. yeni gelen cocuk, diger cocugun basta ictiginden az sut icmekle kalmaz, diger cocuga dusen sut miktarini da azaltir. oysa ikinci cocuktan once ikinci bir inek gelse, iki cocuk da bir sise sut icer. yani once sutun artmasi gerek ki, cocuklarin besini azalmasin.

insan inegin sadece sutunden degil; etinden, derisinden, her seyinden faydalanir. dolayisiyla her inek, kucuk bir fabrika, bir uretici. her buzagi, uretime yapilan yatirim. her insan da tuketici. devletin yatirimi tuketimden cok tesvik etmesi cok mu garip?

2 Nisan 2011 Cumartesi

Merkezi Sınavlar Nereye?

osym bir zamanlar ulkenin guvenilir kurumlarindan biriydi. bu kurumun duzenledigi bir sinava son katildigimdan beri cok zaman gecti. yoksa hafizam beni yaniltiyor mu? 99 yilinda oss'den once sinav sorulari calininca sinav ertelenmek zorunda kalinmisti; ama o adi bir hirsizlik girisimiydi. ara sira universite sinavina, kendi yerine baskasini sokmaya calisanlar olurdu. bu tek tuk hadiseler de, cok buyuk olcekteki bir sinavda olabilecek seylerdi. simdilerde ise durum degismis gorunuyor. gecen sene kpss'de gayet organize bir kopya sebekesinin cikmasi cok buyuk hadiseydi. bugunlerde ise cok daha sofistike ve organize bir kopya iddiasi ortaliga atildi.

son ortaya atilan kopya iddiasi simdilik bir komplo teorisi gorunumunde. osym'nin basina dagittigi sinav kitapciginda, dogru cevaplarin seceneklere sistematik bir bicimde yerlestirildigi fark edilmis. osym de bunu dogrulamis; lakin sinavda her adayin kendine ozel bir soru kitapcigi oldugu icin, ana kitapciga ozgu bu sistematigin adaylarin kitapciklarinda bulunmadigini aciklamis. (bunu okuyunca bir "wow!" dedim, teknoloji ne gelismis.) bahsi gecen komplo cok buyuk ve sofistike bir organizasyonla aciklanabilecekken, osym cok daha basit bir aciklama sunmus. aksini gosteren somut bir kanit, bilgi, belge, sahit vs. ortaya cikmazsa, bu aciklama beni tatmin eder. beni eder de cok kisiyi etmez; hele ki toplumun fazlasiyla politize oldugu ve kutuplastigi, devlet icine sizmis cemaat orgutlenmelerinin gundemin bas kosesinde oldugu su gunlerde. (misal, kilicdaroglu'nu da tatmin etmemis.)

ortada bir guven problemi oldugu bir gercek. merkezi sinav ve yerlestirme sistemlerinin sonu yavas yavas geliyor sanki. alternatifler dusunmek zamanidir.

22 Ocak 2011 Cumartesi

Evrimsel Biyolojide Oyun Teorisi

oyun teorisinin sosyal bilimler disindaki onemli kullanim alanlarindan biri evrimsel biyoloji. asagida bununla ilgili, gecenlerde youtube’da rastladigim bir videoyu paylasiyorum. bu video, nice guys finish first adli belgeselden bir kesit. bu, ayni zamanda, ingiliz biyolog richard dawkins’in kitabi the selfish gene’nin (turkce’de, gen bencildir) bir bolumunun adi. zaten, belgeseli de dawkins sunuyor ve kitapta anlatilan seyleri ekrana yansitiyor.

belgeselde, karsilikli fedakarligin (ingilizce, reciprocal altruizm) bencillik temelli bir davranis olarak evrim yoluyla ortaya cikisi anlatiliyor. bunun icin, oyun teorisindeki mahkumlar ikilemi (prisoners’ dilemma) oyunu ve bu oyunun belirsiz sayida tekrarlanmasindan faydalaniliyor. yalniz, uyarayim; videoyu anlamak icin, bunlara asina olmak gerekebilir. asina olmayan okurlarimiza, sayet konuyla ilgililerse, belgeselin tamamini izlemelerini ya da, daha iyisi, kitabin ilgili bolumunu okumalarini tavsiye ederim.

belgeselin tamamina google video’dan erismek mumkun. linki surada: http://video.google.com/videoplay?docid=-3494530275568693212#

kitabi merak edenlerse, the selfish gene’nin ingilizce e-book versiyonuna su siteden ulasabilirler: http://elektronik-kitap.blogspot.com/2008/05/selfish-gene-30th-anniversary-ed.html