30 Temmuz 2018 Pazartesi

Bilimsel zemin sorunu

Hazine ve maliyenin başına geçen Berat Albayrak, bir bakandan bekleneceği üzere çeşitli kesimlerle toplantılar yapmaya başladı. Medyada çıkan haberlere göre, önce banka yöneticileriyle bir araya geldi; sonra da bir grup kıdemli ve medyatik ekonomistle buluştu. Başka kesimler ve isimlerle de sırayla görüşecektir. İcraata geçmeden önce, ekonomide ve medyada ağırlığı olan kişilerle konuşmak, onları dinleyip politika önceliklerini sıraya sokmak faydalı olmuştur. Ancak özellikle iktisatçılarla politika yapıcılar arasındaki ilişkinin, herkesin en fazla 10-15 dakika konuşacağı toplantılarla sınırlı kalmaması gerektiğini düşünüyorum.

Bu blogda 2009'da yazdığım bir yazıda, küresel krizin hemen ardından ABD'deki bir akademik konferansta sunulan birkaç makaleden bahsetmiştim. John Taylor, Martin Feldstein gibi saygın iktisatçılar, krizden çıkışta maliye politikalarının rolünü ele almışlardı. Bunlardan bahsederken, keşke bizim ülkemizde de iktisadi meseleler bilimsel düzlemde, iktisat teorisi ve veriye dayanan nitelikli çalışmalar üzerinden tartışılsa diye içimden geçirmiştim. Farklı kesimlerden araştırmacıların katılımıyla yeni fikirlerin üretildiği böyle ortamlarda, iktisat politikalarının daha sağlıklı oluşturulabileceğini düşünmüştüm. Haklarını yemeyelim, ülkemizde TEPAV, BETAM gibi kurumlar güncel iktisadi araştırma ve analizler yapıp kamuoyuyla paylaşıyorlar. Koç Üniversitesi ve TÜSİAD'ın Ekonomik Araştırma Forumu, bir iktisadi fikir platformu olarak faaliyet gösteriyor. Kamu kurumları arasında da TCMB'nin yaptığı araştırmalar, hem iktisat politikalarının uygulanmasına ve geliştirilmesine, hem de kamuoyunun aydınlatılmasına yarayan bilimsel bilgiler üretiyor. Böyle iyi örneklere karşın, iktisadi tartışmaların her zaman tatmin edici olduğunu ve ekonomi politikalarını olumlu yönlendirdiğini söylemek zor.

Bir hayli politize olan ve komplo teorileriyle harmanlanan döviz, faiz, enflasyon ilişkilerine hiç girmeyelim. Onun yerine, geçen seneden beri uygulanan türlü maliye politikası tedbirlerini ele alalım. Büyümeyi canlandırmak üzere kamu harcamaları artırıldı, vergilerde indirimler yapıldı. Bunların kimisi geçici, kimisi kalıcı oldu. Pek çok sektöre teşvik sağlandı. Genişlemeci maliye politikaları makro olarak bütçe açığını genişletirken ekonomik büyümeyi hızlandırdı. Bu kadarını herkes gördü. Ancak mikro olarak her bir politika adımının (istihdam, üretim, yatırım, gelir dağılımı vs. bakımından) ekonomik sonuçları birbirinden farklı. Peki genel denge etkilerini de dikkate alan ve politika hedeflerine verimli şekilde ulaşılıp ulaşılmadığını analiz eden bir araştırma yayınlandı mı? Ben rast gelmedim. Oysa hangi politikaların maliyetinden büyük kamusal fayda ürettiğini, hangilerininse parayı sokağa attığını bilmemiz önemli. Çünkü bir defa, harcanan vergi verenlerin parası ve kamunun hesap verme yükümlülüğü var. İkincisi, yarın bütçe açığı daraltılacağı zaman en verimsiz politikadan vazgeçerek işe başlamak akılcı olacaktır.

Sonuç olarak, ekonomi politikalarının daha bilimsel zeminlerde tartışılması gerekiyor. Bunun için iki şey yapılabilir. Kısa vadede, merkez bankası örnek alınarak kamu kurumları içindeki araştırma kadroları geliştirilebilir ya da dışarıdan akademisyenlere daha fazla proje verilebilir. Böylece maliye politikası ve regülasyon konularında yapılan araştırma sayısı ve niteliği artırılabilir. Uzun vadedeyse, ülke genelinde bilimsel bilgi üretiminin ve fikir alışverişinin geliştirilmesi lazım. Sonuçta mesele eğitime ve iktisadi araştırmanın miktar ve kalitesine dayanıyor. Bir de, şartlar serbestçe tartışmayı, eleştirmeyi, sorgulamayı kolaylaştırmalı elbette. Yeterli maddi kaynak ve özgür bir akademik ortam sağlanırsa zamanla gerisi gelecektir.

14 Temmuz 2018 Cumartesi

Faiz, verimlilik artışı ve iktisadi büyüme

İktisadi büyümeye dair ana akım teoriler, sürekli büyümenin bilgi birikimi ve teknolojik gelişime bağlı verimlilik artışından kaynaklandığını söyler. Tasarruf oranı, küresel faiz ve risk primi gibi faktörlerin belirlediği reel faiz ise, yatırımları etkileyerek sermaye stoku ve GSYH'yi belirler. Ancak faizi sürekli düşürmek mümkün olmadığı için, bu yolla sürekli büyüme de sağlanamaz. Basit bir örnek üzerinde gösterelim.

Faizin dışarıda belirlendiği açık bir ekonomi düşünelim. Aşağıdaki grafiklerde mavi çizgi, toplam faktör verimliliği (TFV) sabit hızda artarken GSYH'nin büyümesini temsil ediyor. Burada büyümenin kaynağı TFV artışı; bundan arındırınca durağan bir denge var. 

Kalıcı faiz değişimi
 
 
Bu ekonomide T1-T2 zamanları arasında faizleri düşüren (finans piyasasının serbestleşmesi, risk priminin düşmesi gibi) kalıcı bir gelişme yaşandı diyelim. Bu dönemde, yeşil çizgide görüleceği gibi büyüme hızlanıyor ve GSYH başlangıçtaki patikanın üstüne çıkıyor. T2'de faizdeki düşüş durduktan sonraysa, büyüme hızı tekrar TFV artışına dönüyor ve GSYH ilk duruma paralel gidiyor. Burada olan şey, faiz düşüşünün sermaye yatırımlarını hızlandırması.  Bu dönemde sermaye stoku (makineler, binalar, yollar vs.) arttığından, ülke üretim potansiyeli daha yüksek bir şekilde yoluna devam ediyor.

Yukarıdaki iyileşmenin bir seferlik sıçrama şeklinde gerçekleştiğine dikkat etmek lazım. Ben Türkiye'nin 2000'lerin başında böyle bir sıçrama yaşadığını düşünüyorum. O dönemde makroekonomik istikrarın iyileşmesi ve AB üyelik sürecinin etkisiyle yurtdışından sermaye girişleri hızlanmış, doğrudan yabancı yatırımlar rekor seviyelere ulaşmıştı.

Geçiçi faiz değişimi 


Şimdi de faiz düşüşünün (dünya faizlerindeki dalgalanma gibi) geçici bir etmenden kaynaklandığını düşünelim. Yukarıdaki grafikte T1-T2 arasında düşen faizin, T2-T3 arasında eski düzeyine döndüğünü varsayıyoruz. Bu durumda kırmızı çizginin gösterdiği üzere, ilk aralıkta hızlanan büyüme (grafiğin eğimi), ikinci aralıkta düşüyor. Neticede ekonomi başlangıç patikasına geri dönüyor. Burada faiz düştüğünde getirisi düşük yatırımlar da karlı hale geldiğinden, önce üretim potansiyeli büyüyor. Fakat verimlilik artmadığından, faizin yükselmesiyle yatırımlar kesiliyor.

Bu durum Türkiye'nin küresel krizden sonraki vaziyetine benziyor. Bu dönemde gelişmiş ülkeler krizden çıkmak için olağanüstü gevşek para politikaları uygulayınca dünyada faizler düşmüştü. Bizde de inşaat başta olmak üzere birçok sektör bundan faydalandı. Verimlilik artışı düşük kalırken, bilhassa inşaat yatırımlarının desteğiyle büyüme hızlandı. Son senelerde dünyada para politikalarının normalleşmesi ve faizlerin yükselmesi durumu tersine çeviriyor.

Verimlilik artışı
 

Son olarak faizin değişmediği ama TFV artışının hızlandığı duruma bakalım. Burada grafiğin eğimi artıyor ve GSYH daha hızlı büyümeye başlıyor. Yani bir seferlik bir sıçrama değil kalıcı bir hızlanma var. Eğer Türkiye üst gelir grubundaki ülkeleri yakalayacaksa, böyle bir atılıma ihtiyacı var. Ancak işin zor tarafı, verimlilik artışı yaratmanın basit ve hızlı bir formülü yok. Bilimsel ve teknolojik ilerlemenin, kurumsal yapının gelişmesinin, ekonomide serbestleşme ve dışa açılmanın üretkenliği artırdığını biliyoruz. Ancak bu konularda yapılacak reformlar bütüncül olmak ve sabırla uygulanmak zorunda. Bunun için de kısa dönemli siyasi hesapların ve dar kesimlerin ekonomik çıkarlarının ekonomi politikalarına etki etmemesi gerekli.

Bu konularda çok yazdık ve yazmaya devam edeceğiz.