Ekonomi yönetimi son dönemde birbiri ardına politika adımları atıyor. Büyük bölümü konjonktürel politikalar: varlık ve vergi barışları, tüketim vergisi ayarlamaları, kredi teşvikleri, istihdam teşvikleri, kamu kurumları kanalıyla yapılan müdahaleler, para politikası uygulamaları ve saire. Bunların yanında uzun dönemli politikalar da hayata geçiriliyor: varlık fonu, bireysel emekliliğe otomatik katılım, altyapı yatırımları gibi. Bir de üzerinde çalışılan, ileride gündeme gelecek mevzular var: kıdem tazminatı reformu, özel sektörün döviz riskinin azaltılması gibi. Tek tek takip etmek dahi zor. Genel olarak ne söyleyebiliriz?
İlk gruptaki politikaların çoğu belli ki günü kurtarmaya çalışıyor. Yaklaşan referandum burada önemli bir etmen ama sadece o değil. Uzunca bir süredir gündemimizde ağırlık siyaset ve ulusal güvenlik alanlarına kaydı, yapısal ekonomik sorunlar ikinci plana düştü. O yüzden ekonomik sorunlar geçici çözümlerle savuşturulmaya çalışıyor. Mesela işsizlik özellikle gençler arasında zaten yüksekti; üstüne şimdi büyüme yavaşladığı için giderek daha da az iş yaratılıyor, işsizlik oranı artıyor. Buna karşı devlet, işverenler daha çok işçi alsın diye kampanya düzenliyor, maddi teşvik dağıtıyor. Herhalde bunu ortaya atanlar da Türkiye'de işsizliğin bu şekilde kalıcı olarak düşmeyeceğini biliyor, yan etkilerini tahmin ediyorlardır. (Buna benzer korumacı tedbirlerin pek makbul olmadığını zamanında şurada söylemiştik.)
Hükümetin uzun vade için ekonomik önceliği yatırımların hızlandırılması. Bireysel emekliliğe otomatik katılım gibi tasarruf artırıcı politikalar ve altyapı yatırımlarının finansmanına destek olacak bir varlık fonu kurulması bu yönde atılan adımlar (şurada değinmiştik). Beğenelim ya da beğenmeyelim, hükümet yol, köprü, hastane, tünel gibi yapıları çoğaltma vaadiyle seçildiğine göre, bunu gerçekleştirmek için gayret göstermesinden doğal bir şey olamaz. Vatandaş hükümetin bu önceliğini paylaşmıyorsa ya da uygulanan politikaların sonuçlarından memnun değilse, seçimlerde gereğini yapar.
Şahsen altyapı yatırımlarından öncelikli şeylerin olduğunu düşünüyorum. Mesela bugüne kadar çok önem verilmeyen, ama son birkaç ayda döviz kurları sertçe yükseldiğinde hatırlanan özel sektörün döviz borçluluğu bunlardan biri. Burada sistemik risk yaratan bir piyasa başarısızlığı var. Çok sayıda firmanın yüksek miktarda döviz borçlusu olması sadece kendilerini değil, ekonominin tamamını sert döviz kuru hareketlerine karşı kırılgan hale getiriyor. Dahası döviz cinsi borçları varlıklarından yüksek firmalar panikle açıklarını kapatmaya çalışınca, kur artışları da şiddetleniyor. Üstüne bir de, kamunun sistemik tehdit yüzünden bu firmaları kurtarmak zorunda kalması (örneğin devlete olan kimi borçların geri ödemesinde kurları sabitlenmesi) ahlaki tehlike (moral hazard) yaratıyor. Dövizle borçlanmayan ya da kendini türev araçlarla kur riskine karşı sigortalayan firmalar tabiri caizse keriz durumuna düşüyor.
Şahsen böyle ciddi bir piyasa başarısızlığına karşı düzenleyici tedbir almaktan daha doğru ve faydalı bir iktisat politikası düşünemiyorum. Bunu beş sene önce yapsaydık, bugün döviz kurlarındaki hareketleri bu kadar dert etmezdik. Bugün alınacak tedbirlerinse kısa vadede maliyetleri olacak, olumlu etkileri zaman içinde görülecek. Tabii alınırsa...
İlk gruptaki politikaların çoğu belli ki günü kurtarmaya çalışıyor. Yaklaşan referandum burada önemli bir etmen ama sadece o değil. Uzunca bir süredir gündemimizde ağırlık siyaset ve ulusal güvenlik alanlarına kaydı, yapısal ekonomik sorunlar ikinci plana düştü. O yüzden ekonomik sorunlar geçici çözümlerle savuşturulmaya çalışıyor. Mesela işsizlik özellikle gençler arasında zaten yüksekti; üstüne şimdi büyüme yavaşladığı için giderek daha da az iş yaratılıyor, işsizlik oranı artıyor. Buna karşı devlet, işverenler daha çok işçi alsın diye kampanya düzenliyor, maddi teşvik dağıtıyor. Herhalde bunu ortaya atanlar da Türkiye'de işsizliğin bu şekilde kalıcı olarak düşmeyeceğini biliyor, yan etkilerini tahmin ediyorlardır. (Buna benzer korumacı tedbirlerin pek makbul olmadığını zamanında şurada söylemiştik.)
Hükümetin uzun vade için ekonomik önceliği yatırımların hızlandırılması. Bireysel emekliliğe otomatik katılım gibi tasarruf artırıcı politikalar ve altyapı yatırımlarının finansmanına destek olacak bir varlık fonu kurulması bu yönde atılan adımlar (şurada değinmiştik). Beğenelim ya da beğenmeyelim, hükümet yol, köprü, hastane, tünel gibi yapıları çoğaltma vaadiyle seçildiğine göre, bunu gerçekleştirmek için gayret göstermesinden doğal bir şey olamaz. Vatandaş hükümetin bu önceliğini paylaşmıyorsa ya da uygulanan politikaların sonuçlarından memnun değilse, seçimlerde gereğini yapar.
Şahsen altyapı yatırımlarından öncelikli şeylerin olduğunu düşünüyorum. Mesela bugüne kadar çok önem verilmeyen, ama son birkaç ayda döviz kurları sertçe yükseldiğinde hatırlanan özel sektörün döviz borçluluğu bunlardan biri. Burada sistemik risk yaratan bir piyasa başarısızlığı var. Çok sayıda firmanın yüksek miktarda döviz borçlusu olması sadece kendilerini değil, ekonominin tamamını sert döviz kuru hareketlerine karşı kırılgan hale getiriyor. Dahası döviz cinsi borçları varlıklarından yüksek firmalar panikle açıklarını kapatmaya çalışınca, kur artışları da şiddetleniyor. Üstüne bir de, kamunun sistemik tehdit yüzünden bu firmaları kurtarmak zorunda kalması (örneğin devlete olan kimi borçların geri ödemesinde kurları sabitlenmesi) ahlaki tehlike (moral hazard) yaratıyor. Dövizle borçlanmayan ya da kendini türev araçlarla kur riskine karşı sigortalayan firmalar tabiri caizse keriz durumuna düşüyor.
Şahsen böyle ciddi bir piyasa başarısızlığına karşı düzenleyici tedbir almaktan daha doğru ve faydalı bir iktisat politikası düşünemiyorum. Bunu beş sene önce yapsaydık, bugün döviz kurlarındaki hareketleri bu kadar dert etmezdik. Bugün alınacak tedbirlerinse kısa vadede maliyetleri olacak, olumlu etkileri zaman içinde görülecek. Tabii alınırsa...