20 Aralık 2008 Cumartesi

Stratejik Düşünme ve Düşünmeme

dun kitapligimdaki bir kitabi karistiriyordum. ilginc bir anekdotu aktarmak istedim. ama once biraz kitaptan bahsedeyim. kitabin adi, thinking strategically (turkcesi stratejik dusunme). avinash dixit ve barry nalebuff tarafindan yazilan bu kitap, oyun teorisinin uygulamalari konusunda piyasadaki en iyilerden. kitap, is dunyasi, politika ve gundelik hayattaki rekabetci ortamda, insanlarin stratejik davranislari anlayabilmeleri ve stratejik dusunebilmeyi ogrenmeleri icin yazilmis. cok guzel bir kitaptir. biraz ilginiz varsa, mutlaka alin okuyun.

yalniz bir seye dikkat etmeli. oyun teorisinin asil islevi, oyuncu dedigimiz (bu, insan, firma, ulke ya da biyolojide canlilar olabilir) aktorler arasindaki stratejik etkilesimleri incelemek. onlara bir sey ogretmek ya da bir davranis tarzini onlara dayatmak degil. hatta cogu zaman, biri bir sey ogreniyorsa, bu oyuncu degil, oyunu analiz eden teorisyendir. kitapta bununla ilgili eglenceli bir anekdota rastladim. yazarlardan nalebuff, basindan gecen bir olaydan ders cikartiyor. hikaye soyle:

iki amerikali iktisatci (biri nalebuff) bir konferans icin israil'e giderler. havaalanindan otele gitmek icin bindikleri taksinin soforu, yabanci olduklarini anlayinca bunlari kandirmak ister. "ben amerikalilari cok severim" ayagina yatar. taksimetreyi acmaz, indirimli ucret isteyecegini soyler. yolcular bu numarayi yemezler. ama bu onlarin da islerine gelir. iktisatcilar ya, kafalarini calistiriyorlar. nasil olsa gittigimiz yerde pazarlik yapariz diye dusunuyorlar. hesaplarina gore, bir defa otele ulastiktan sonra pazarlik gucu onlarda olacagi icin, sofor istediklerine yakin bir ucreti kabul edecek.

sonra otele varirlar. pazarlik baslar. bizimkiler pazarlik guclerine guvenip soforun istedigi parayi vermezler. sonra ne mi olur? soforun tepesi atar. kapilari kilitleyip gaza basar. kirmizida bile durmadan, dogru havaalanina geri... bizimkiler, daha sonra baska bir taksiyle, bu sefer taksimetre actirarak, tam da istedikleri fiyata otele donerler. tabii, uc kurus icin onca zaman kaybetmis ve kacirilma heyecani yasamis olarak...

kissadan hisse, gundelik hayatta insanlar (en azindan boyle kitaplar okumayanlar) standart oyun teorisi mantigiyla dusunmuyorlar. gurur, irrasyonel davranis ihtimali gibi faktorleri de goz onunde bulundurmak lazim. ayrica, sunu da bir kez daha goruyoruz ki, bir seyin teorisini iyi bilmek, pratiginde de iyi olmanin ne gerek ne de yeter sarti.

not: dixit ve nalebuff, kitapta bu olaydan ikinci bir sonuc daha cikartiyorlar aslinda. yolcular pazarligi taksiden indikten sonra yapsalar, pazarlik gucleri daha da kuvvetli olur, hem de bu olay yasanmazdi diyorlar. ben de nalebuff, yasadiklarindan ders almamis diyorum:)

ilgilenenler icin kitabin kunyesi su:

"thinking strategically: the competitive edge in business, politics, and everyday life" by avinash k. dixit, barry j. nalebuff, w. w. norton & company (1993).

turkcesi:

"stratejik dusunme: is, politika ve gunluk yasamin rekabetci yani", avinash k. dixit, barry j. nalebuff, sabanci univ. yayinlari, ceviren: nermin arik (2002)

10 Aralık 2008 Çarşamba

Haccın İnsan Üzerindeki Etkileri

hayir, dini icerikli bir blogda degilsiniz. bilgisayarlarinizin ayarlariyla oynamayiniz. ama bugun bahsini edecegim bilimsel calisma, baslikta okudugunuz gibi, haccin insan uzerindeki etkileri uzerine. yine hayir, bu calismayi yapanlar el-ezher universitesinin degil; harvard universitesinin mensuplari. david clingingsmith, asim ijaz khwaja ve michael kremer isimli uc arastirmaci, hacilarin tutum ve davranislarini incelemisler. peki, bunun iktisatla alakasi ne? arastirmayi yapanlar iktisatci; calisma da, yontem itibariyle, standart bir mikroekonometri calismasi.

lafi uzatmadan konuya girelim. soru basit: hacca giden insanlarin bir "y" degiskeni konusundaki tutum ve davranislari nasil degisiyor? bagimli degisken y, inanc, hosgoru, kadin-erkek iliskilerine bakis gibi seyler. etkisi arastirilan (bagimsiz) degisken ise hac. calisma 2006 senesinde pakistan'da yapilan bir anket yoluyla elde edilen verilere dayaniyor.

sonuclara gecmeden biraz yontemden bahsedeyim. zira orada ilginc bir nokta var. normalde insan boyle bir arastirma yapacagi zaman, regresyon denklemini (en basitinden) y= a+b*hac+e gibi bir sekilde yazar; ve en kucuk kareler yontemini (least squares method) kullanarak, denklemdeki a ve b katsayilarini tahmin etmeye calisir. regresyon analizinde, b'nin tahminin yansiz (unbiased) olmasi icin, hac degiskeniyle kalinti (residual) e vektoru arasinda istatistiksel bir iliski olmamasi gerekir. ama hacca giden insanlarin baska bir takim ortak ozellikleri, gitmeyenlerinkinden farkli olacagi ve bunlar da sonuclari etkileyecegi icin, aslinda hac ile diger faktorler (e) arasinda bir iliski olacaktir. o yuzden toplum icinden haci olan ve olmayanlardan olusan rastgele bir grup alip analizi yapmak, burada pek saglikli bir yontem degil. diger faktorler dedigimiz seylerin belirlenmesi ve olculerek analize dahil edilmesi de ayri bir sorun. bu yuzden, arastirmacilar farkli bir yol izliyorlar. bu farkli yolu onlerine acan da suudi arabistan'in hac vizelerine koydugu kotalar. nasil mi? soyle: suudi arabistan, her ulke icin hac mevsiminde vize kotasi koyuyor. hacca gitmek icin basvuranlarin sayisi kotayi asinca da, bunlarin ancak bir kismi hacca gidebiliyor. arastirmanin yapildigi pakistan'da da durum bu. pakistan'da vize alacaklar, bizde de oldugu gibi, kura ile belirleniyor. bundan faydalanan arastirmacilar, orneklemlerini vize basvurusu yapmis insanlar arasindan seciyorlar. basvurup vize alamayanlarla alanlar arasindaki tek fark kuranin cikmamasi olunca, yukari bahsini ettigimiz teknik sorun ortadan kalkiyor. akillica degil mi?

ekonometrik analizin detaylarini merak edenler, calismanin sonuclarinin yer aldigi makaleye bakabilirler. ben, diger okuyucular icin, cikan sonuclari ozetleyeyim. bir defa, bazi sonuclar cok bariz seyler. mesela hacca gidenler gidemeyenlere gore evsensel dini kurallara daha bagli oluyorlar; daha cok namaz kilip oruc tutuyorlar. ayrica yerel bazi adetlerden, tilsim ve saire gibi hurafelerden uzak duruyorlar. farkli mezheplerden, milletlerden muslumanlarla olan baglilik duygulari da gucleniyor falan. bunlari tahmin etmek icin ekonometri gerekmez herhalde.

cevabi pek bariz olmayan sorular da var. bunlardan bazilari, hacca giden muslumanlarin musluman olmayanlara karsi tutumlarinin nasil degistigi ile ilgili. mesela, hacilar diger dinlere karsi cephelesmeye meyilli oluyorlar mi? radikal akimlar hacda yayilma imkani buluyor olabilirler mi? bunlar gibi, kimilerinin aklini kurcalayan sorulara, ampirik bulgular hayir cevabini vermis. hatta tam tersine hacca gidenlerin diger dinlere karsi daha hosgorulu ve barisci olduklari belirtilmis. ancak hacca gidenlerin bati ulkeleri hakkindaki olumsuz dusuncelerinin arttigina iliskin, az da olsa, delil bulunmus.

ilginc bir bulgu da su: hacilar dinin devlet ve politikada daha etkin olmasini istemekle birlikte, dinin devlet tarafindan dayatilmasini daha az istiyorlarmis. makalede tum bunlar genis bicimde aciklanmis. ayrica haccin fiziksel ve duygusal etkileri, hacilarin kadin-erkek iliskilerine bakislarindaki degisimler gibi meseleler hakkinda da bulgular sunulmus.

benden tanitmasi. merak edenler icin makalenin kunyesi su:

d. clingingsmith, a. i. khwaja, m. kremer, "estimating the impact of the hajj: religion and tolerance in islam's global gathering" april 2008, hks working paper no. rwp08-022

13 Ekim 2008 Pazartesi

And the winner is...

paul krugman. pazartesi sabahini cogu iktisatci merakla bekliyordu. ve merak son buldu. nobel ekonomi odulu, ticaret ve iktisadi cografya alaninda yaptigi yenilik yaratan calismalari sebebiyle paul krugman'a gitti.

daha sonra, musait bir zamanda, daha detayli bir seyler yazarim insallah. simdilik, sicagi sicagina yazilanlardan birkac tanesine sizi yonlendireyim:

sunu nobel komitesi hazirlamis: tiklayin. marginal revolution'da tyler cowen'in yazisi da gayet kapsamli ve krugman'la ilgili baska yazilara cokca link iceriyor. yine ayni blog'da alex tabarrok, krugman'in en bilinen katkilarindan yeni ticaret teorisi (new trade theory) hakkinda bilgi vermis. ayrica, pek sicak degil ama, surada da krugman'in iktisada yaptigi katkilar uzerine kapsamli bilgi var: tiklayin. avinash dixit, krugman 1991'de john bates clark madalyasi aldiginda bunu yazmis.

21 Eylül 2008 Pazar

Frene Basma Zamanı

en tepede, basligin hemen altinda acikladigim gibi, bu blogu bir zamanlar eksi sozluk'te yazdigim iktisatla ilgili yazilari derlemek uzere kurmustum. baslica amacim, iktisat teorisi basta olmak uzere, temel iktisadi konulara genel ilgi duyan turk okuyuculara kendi dillerinde bir seyler sunmakti. (bir iktisadi kavrami turkce sayfalarda aratip kendini bu blogda bulan okuyucular, ozellikle iktisat teorisi uzerine internette turkce bir seyler bulmanin zorlugunu fark etmislerdir.) daha sonra eski yazilarin uzerine yenilerini ekledim ve blog bugune kadar geldi. bu arada ben de epey eglendim; arastirip ogrendim; akademik dunyada formel olarak incelenmekte olan iktisadi problemleri, yalin bir bicimde akademisyen olmayan kesimlere anlatabilme becerimi ilerlettim. ustelik bugun bildigim, ama bir gun unutacagim cok seyi de bir kenara kaydetmis oldum.

tabii, blog yazarligi hobi olarak, bos zamanlarimda yaptigim bir sey. dolayisiyla bloga yazdigim yazilarin sayisi ve bunlara gosterdigim ozen, diger oncelikli islerimin yogunluguna gore donemden doneme degisiyor. son zamanlarda da gerek tezim, gerek diger arastirma projelerim ve baska islerim dolayisiyla epey mesgulum. o yuzden onumuzdeki donemde bloga daha az zaman ayiracagim. canim cektikce yeni yazilar yazabilirim, ya da zaman zaman ilginc buldugum konularda kisa notlar ekleyebilirim. ancak, belirsiz bir sure boyunca, yazma sikligim azalacak, yazacagim yazilar da kisalip hafifleyecek gibi gorunuyor.

6 Eylül 2008 Cumartesi

Ceza fiyat mıdır?

bu yazida, psikolojiyle iktisadin kesisim noktasi olan, davranissal iktisat alanindaki bir calismadan bahsedecegim. bu yakindan takip ettigim alanlardan degil. ama arada ilgimi ceken seylere de rastliyorum. bugun de daha once deginmedigim bir konuda yazmak istedim. hem boylelikle, okuyuculara da farkli bir alani tanitmis olurum.

davranissal iktisat alaninda calisan arastirmacilar ne yaparlar? deneyler yoluyla, insanlarin iktisadi kararlarini anlamamiza yardimci olacak bulgular elde etmeye calisirlar. mikro modellerin varsayimlarini sorgular, daha isabetli kestirimlerde bulunacak modeller kurmamiza yardimci olacak bulgular sunarlar. yani, bir bakima mikro teorinin ince isciligini yaparlar. ayrica, elde ettikleri bulgularla tutarli teoriler uretmeye calisirlar. bu amacla, ozellikle oyun teorisinden sikca faydalanirlar.

bu kisa giristen sonra, bahsedecegim makaleye geceyim. once makalede ele alinan sorularla baslayalim: ceza uygulamak her zaman caydirici olur mu? ceza davranisin gerceklesmesini her zaman engeller ya da azaltir mi?

uri gneezy ve aldo rustichini'nin buna verdikleri cevap: hayir. bu iki arastirmaci, israil'deki kreslerde, cocuklarini krese birakan ebeveynler uzerinde bir deney yapmislar. deneyde, para cezasi uygulamanin ebeveynleri, cocuklarini kresten zamaninda almaya tesvik edip etmedigini bulmaya calismislar. (ebeveynler gec kalirlarsa, kresteki bakicilar cocuklarin baslarinda beklemek zorunda kalirlar ve evlerine gec giderler.)

arastirmanin sonuclarina gore, para cezasi uygulanmaya baslandiktan sonra, gec gelen ebeveynlerin sayisinda belirgin bir artis gorulmus. daha sonra para cezasi uygulamasi kaldirilmis, ancak gec kalmalar eski seviyesine donmemis. deneyin sonuclari bunlar.

deneyde para cezasi dusuk tutulmus. cok yuksek bir ceza konsa sonuc boyle cikmazdi. ama burada ilginc olan yuksek cezanin caydirici olmasi degil zaten. dusuk cezanin adeta gec kalmalari tesvik edici olmasi ve ceza kalktiktan sonra gec kalmalarin eski seviyesine donmemesi.

peki bu sonuclarin sebebi ne? makalede deney sonuclariyla tutarli iki teori sunulmus. birincisi, insanlarin hesapli ve bencil davrandiklari varsayimina dayaniyor. yontem oyun kuramsal. buna gore, ortada para cezasi yokken, kresle ebeveynler arasinda, "eksik kontrat" denilen, mueyyideleri tam olarak belirlenmemis bir anlasma oldugu dusunulebilir. mesela, kresteki bakici mulayim bir insan olabilecegi gibi sert biri de olabilir. her iki durumda da, ebeveynler, istisnai ve kisa sureli gec kalmalarin hos gorulebilecegini tahmin edebilirler. ancak asiriya kacildiginda, sert bakici yeter artik deyip cocugu kresten atabilir. boyle bir durumda, para cezasi vermek bakicinin yumusakligini aciga cikartabilir.

nasil mi? bakicilarin aslinda aksam evlerine zamaninda gidip kendi aileleriyle ilgilenmek istediklerini, yani daha fazla parada gozlerinin olmadigini varsayalim. o zaman sert bakici surekli ve uzun sure gec kalan insanlarin cocuklarina bakmak istemeyecektir. ceza verip cocuklara bakmaya devam etmek, ebeveynlerde bakicinin yumusak oldugu izlenimini uyandirip gec kalmalari arttirabilir. o yuzden en iyisi cocugu kresten atmaktir. ancak diger bakici, yumusak olmasi sebebiyle, cocugu atamaz. o yuzden ebeveynler bakicinin yumusak oldugunu anladiklari anda, bu bakicinin yapacagi en iyi sey, hic olmazsa cocuga fazladan baktigi zamanin karsiliginda para kazanmaktir. sonucta ceza sadece mulayim bakici tarafindan uygulanacagi icin, para cezasi uygulanmasi, bakicinin mulayim oldugu gosterecektir.

tabii, bir ebeveynin bakicinin sert mi yumusak mi oldugunu anlamasi icin, gecikmelerinin belirli bir sabir sinirini gecmesi lazim. ancak cocugun kresten atilmasi onu zor duruma sokacagi icin, ebeveyn en bastan bakicinin sabrini test etmek istemeyecektir. ancak kazara ya da baska bir sekilde o sinir asilir ve bakici para cezasi uygularsa, o zaman bakicinin yumusak oldugu anlasilir. yumusak bakicinin bu ozelligi aciga cikinca, bakici ceza uygulasa da uygulamasa da artik gec gelmelerin onune gecemez. (tabii, mazallah kazara bakicinin sert oldugunu anlamak da mumkun.)

ozetle, ilk teoriye gore, ceza uygulamasindan ebeveynler, bakicinin sabir sinirinin asildigini ama onun cocugu kresten atacak kadar guclu olmadigini cikartiyorlar. ondan sonra da gec kalmamak icin eskisi kadar ozen gostermiyorlar. daha sonra ceza kalksa dahi, bakicinin tipi aciga ciktigi icin, ebeveynlerin davranislari degismiyor.

ikinci aciklama, sosyal normlarla ilgili. o da kisaca soyle. baslangicta insanlar gec kaldiklarinda, "bakiciya ayip oluyor, evde ailesi bekler" diye dusunuyor olabilirler. ama ceza konunca, artik bakicinin cocuga fazladan bakmasini onun iyiligine baglamayabilirler. yani, gec kaliriz, parasi neyse veririz havasina girebilirler. bu teoriye gore, soz konusu olan, daha onceden piyasada alinip satilan bir meta olmayan bir seyin, bir meta haline gelmesi. boyle olunca ceza da fazladan alinan bakicilik hizmetinin fiyati gibi oluyor.

sosyal normlar, gunumuz iktisadinda bazi heterodoks ekoller disinda iktisadi analizin disinda tutuluyor. dolayisiyla bunlarin iktisadi analizi cok gelismis degil. ama bu teoriyi, farkli yontemlerle, sosyolojik acidan tartismak mumkun. makalede bu da yapilmis.

ilgilenenler icin makale su:

"A Fine is a Price", Uri Gneezy, Aldo Rustichini, The Journal of Legal Studies, vol. 29 (January 2000).

2 Ağustos 2008 Cumartesi

Rekabetçi Adalet

asagidaki yaziyi aylar once deneme 1,2,3'e yazmisim. niye buraya yazmamisim bilmiyorum. ama bir vesileyle yaziyi fark ettim. hosuma gidince buraya almaya karar verdim.

haber ny times'tan. konu amerikan yargi sisteminin orijinalliklerinden biri. daha once bu ulkedeki hukuk anlayisinin farkli bir yonunu gosteren bir haberi bu bloga tasimistim. bu seferki haber ise amerikadaki kefalet sistemi uzerinden kar eden firmalarla ilgili. bu firmalar guvenilir bulduklari saniklarin kefaletlerini, kefalet bedelinin yuzde onu gibi bir bedel karsiliginda mahkemeye oduyorlarmis. yani diyelim, mahkemeye dustunuz ve tutuksuz yargilanmak icin kefalet yatirmaniz lazim, ama paraniz yok. gidiyorsunuz bu adamlara, onlar ucret karsiligi size kefil oluyorlar. tabii, kefalet ciddi bir is. durusmalara katilmazsaniz, mahkeme parayi sirketten catir catir alir. o yuzden sirket saniklarin her daim ensesinde. onlarin mahkemelere katilmalari icin elinden geleni yapiyor. arada sivismaya calisanlari da ensesinden tutup mahkemeye getiriyor.

aslinda bu sirketler, sigorta sirketi mantigiyla calisiyorlar. riskleri iyi degerlendirmek isin puf noktasi. tabii, burada ahlaki tehlike (moral hazard) sorunu daha ciddi oldugu icin, bu sirketler bir yandan dedektiflik de yapmak zorundalar.

sistem devlete ek bir yuk getirmeden, insanlarin mahkemelere duzenli katilimini sagladigi icin oldukca etkinmis. habere gore, her seye ragmen ortadan kaybolmayi basaran insanlarin orani yuzde birin altindaymis. tabii, bir yandan da tahmin edebileceginiz gibi cokca elestiriliyormus. en ciddi elestiri, her sanik bundan yararlanamadigi icin sistemin esitsizlik yaratmasi.

dunyanin baska ulkelerinde suc olan bu faaliyetler, amerika'da uretken ve karli bir sektor yaratmis. bu da amerikan toplumunun kendi ihtiyaclari neticesinde ortaya cikmis orijinal bir kurumsal yapi iste.

1 Ağustos 2008 Cuma

Leonid Hurwicz ve Mekanizma Dizayninin Temelleri

2007'de nobel ekonomi odulunu alan uc iktisatcidan leonid hurwicz, 24 haziran'da 90 yasinda oldu. nobel odulunu hurwicz'le paylasmis olan calisma arkadasi eric maskin, hurwicz'in ardindan, ecnebilerin obituary dedigi, onun yasamini ve yaptiklarini ozetleyen bir ani yazisi yazmis. ingiliz the guardian gazetesinde yayinlanmis olan yazinin linki surada: tiklayin. ben de burada maskin'in yazisindan faydalanip iki kelam edecegim.

hurwicz, iktisat teorisine onemli katkilar yapti. ona nobel'i getiren katkisi ise mekanizma dizayni teorisini yaratmasiydi. maskin, mekanizma dizaynindan, iktisadin "tersine muhendislik" tarafi olarak bahsetmis. normalde iktisatcilar serbest piyasanin, cesitli devlet politikalarinin, reformlarin ve sairenin etkilerini incelerler. yani mesela, her sey ayni kalirken, gumruk vergilerini azaltiyoruz diyelim. bu durumda, ic piyasalarda fiyatlar, uretim ve tuketim ne olur; tuketiciler bundan ne fayda saglar; ureticiler arasinda kimlerin geliri ne kadar azalir, kimlerinki ne kadar artar; gelir dagilimi ne olur gibi sorulara yanit ararlar. kimileri de bunlardan normatif cikarimlarda bulunurlar. mekanizma dizayni teorisyenleri ise, ise tersten baslarlar. dikkate aldiklari refah kriterine gore ulasilmasi arzu edilen sonuclara, ekonomik ve politik kurumlarin uygun sekilde tasarlanmasi yoluyla, ulasilabilinir mi, bulmaya calisirlar.

maskin'in verdigi ev hayatina dair basit bir ornek, mekanizma dizayninin mantigini anlamamiza yardimci olacaktir. ufak degisiklikler yaparak ve biraz renklendirerek ele alalim: bir anne ve iki cocugunu dusunelim. anne bir kek yapiyor ve bunu iki cocugu arasinda paylastirmak istiyor. cocuklarin ikisi de ayni olcude kek seviyor ve yiyebildigi kadar yemek istiyor. anne icin onemli olan ise, cocuklarin birbirleri kiskanmamalari olsun. yani burada dikkate alinan refah kriteri, iki cocugun da diger kardesin aldigi parcayi kendi parcasina tercih etmemesi. kek geometrik bir sekle sahip ve homojen yapida ise, annenin probleminin cozumun basit. tek yapacagi keki ortadan ikiye bolmek, her cocuga bir parca vermek.

problem, ne yazik ki, her zaman bu kadar basit degil. diyelim ki, annenin kullandigi kek kalibinin sekli, bir kaza eseri bozulmus olsun. o yuzden kekin sekli bicimsiz ve keki esit olarak bolmek guc. (kekin malzemesi, mesela icindeki kuru uzumler, orantisiz dagilmis da olabilir.) bu durumda, anne keki bolmek istediginde, cocuklar kendi dilimlerini diger kardesinkinden kucuk gorup mizmizlanabilirler. dahasi, cocuga sorsan, dilimi buyuk de olsa, bana kucuk dilim dustu der. boylelikle hem elindeki keki korur, hem de biraz daha kek kopartma imkani olabilir. bu yuzden anne, cocuklarinin sozlerinden, onlarin dilimleri gercekten kucuk gorup gormediklerini anlayamaz. cocuklarini dinlemese, keki kafasina gore kesse, bu sefer belki bir cocuk gercekten kendine kucuk dilim dustugunu dusunur, gonlu olmaz. isin icinden nasil cikmali?

soyle bir yol, annenin derdine derman olabilir: anne cocuklardan birinin eline bicagi verir ve keki kestirir. iki dilim arasindan birini secme hakkini ise diger cocuga verir. bu durumda, keki kesen cocuk icin, keki esit kesmekten baska care yoktur. bir parca digerinden daha buyuk olursa, o parcayi kardesi alir ve kendisine kucuk parca kalir. bu yuzden cocuk keki esit keser, iki parcadan hangisi ona kalirsa kalsin onun icin farketmez. diger kardes de iki parcadan istedigini alir. kardesinin payinda gozu kalmaz. herkesin gonlu olur.

bu basit problemde ne goruyoruz? mekanizma tasarimcisi (burada anne) hedefine (cocuklarin birbirini kiskanmamasina) ulasmak icin gerekli onemli bir bilgiyi (cocuklarin kek dilimlerini nasil gordugunu) bilmiyor. oyuncular (burada cocuklar), islerine gelmedigi icin bu bilgiyi durustce aciklamiyorlar. buna karsi, tasarimci bir yol (mekanizma) buluyor ve bu yol amacina ulasmasi icin gerekli bilgiyi aciga cikartiyor. kendi cikarlari dogrultusunda hareket eden oyuncularin, sonucta tasarimcinin istedigi yere tipis tipis gelmelerine ingilizce'de incentive compatibility, turkce'de tesvik uyumluluk, deniyor.

iste bu mantigi olusturan ve temel kavramlari ortaya koyan insan leonid hurwicz. hurwicz bu teoriyi, zamaninda von hayek'in, merkezi planlama yoluyla kaynaklarin verimli dagilimina ulasilabilecegini one suren lange'ye yonelttigi elestirileri dikkate alarak yaratmis.

yazi uzadi. mekanizma dizayninin iktisadi uygulamalari uzerine yazmayi bir baska yaziya birakiyorum. hurwicz'in mesleki kariyeri uzerine bilgilenmek isteyenleri de maskin'in yazisina havale ediyorum.

14 Temmuz 2008 Pazartesi

Kurtlar Vadisinde Bir Koyun

yahoo answers diye bir yahoo hizmeti var. meraklilar kafalarina takilan sorulari soruyor; bir bilen (ya da bilmeyen) birileri de bunlari yanitliyor. bir sure once google'da bir sey arastirirken dikkatimi cekmisti. sonra baktim, ekonomiyle ilgili bir bolum de var. meraklilar kadar, tembel ogrenciler de takiliyorlar buraya. odev sorularini yaziyorlar, biri cevabi hazir versin diye. en iyi cevabi verene de on puan veriyorlar. tabii puanlama laf olsun diye, gercek bir getirisi yok. orada bir oyun teorisi sorusuna denk geldim. soru hosuma gitti, cevapladim. puanlarimi da aldim, basim goge erdi.

soru bir masalla basliyor: bir vadide bir koyun ve N tane kurt yasarmis (N>1). kurtlar kurt gibi acmis ve her biri bir koyunu yutabilirmis. yani koyunun vaziyeti vahimmis. ama bir umut da varmis. masal bu ya, bu vadide koyun yiyen bir kurt lanetlenir, kendisi de koyuna donusurmus. hicbir kurdun koyun olmaktan gocundugu falan yokmus. ama koyun olduktan sonra, diger kurtlarin insafina kalirmis ya kaderleri, ondan hoslanmazlarmis. kisacasi, her bir kurdun gozu koyunu yutmaktaymis. ancak sonucta av olacaklarsa da ac kalmayi tercih ederlermis. soru da su: bu vadide koyunun akibeti ne olur?

cozume gecmeden once, kurtlari n=1,2,...,N diye siralayip sirayla koyunu yemek isteyip istemediklerini sordugumuzu varsayalim. siradaki kurt koyunu yemek istemezse, sira bir sonrakine gecsin. kurt koyunu yerse, kendi koyuna donussun; siradaki kurt 1 numara olacak sekilde diger tum kurtlar yeniden siralansin ve oyun devam etsin. oyun, vadide tek bir kurt kalana kadar devam etsin. bir de unutmadan, standart oyun teorisi varsayimlari burada da gecerli. oyuncularimiz olan kurtlar acayip akilli ve bencil hayvanlar. bunu herkes biliyor. falan filan iste... (bu varsayimlari daha once bir korsan sorusu uzerinde tartismistik: tiklayin.)

cozume sondan baslayalim. diyelim ki, N=2. yani iki kurt bir koyun var vadide. bu durumda, hicbir kurt koyunu yemek istemez. cunku, o zaman kendi koyuna donusur ve diger kurt onu afiyetle yer. bu durumda koyun kurtulur.

N=3 ise durum degisir. zira, kurtlardan biri koyunu yeyip kendi koyuna donusse bile, kalan 2 kurt birbirlerinin korkusundan ona dokunamazlar. dolayisiyla, bu durumda uc kurttan siradaki, koyunu yer.

N=4 iken, tahmin etmissinizdir, kimse koyunu yemek istemez; cunku o durumda, bir sonraki kurt onun yemek icin hazir bekliyor olacaktir.

bu, N=5,6, 7... icin boyle devam eder. dolayisiyla vadideki kurt sayisi cift ise koyun mutlu mesut yasar gider; tek ise de hakkin rahmetine kavusur. evet, cevabimiz bu. bu oyunun varyasyonlarini dusunmeyi ve alternatif cozumler uretmeyi de siz okurlara birakiyorum.

10 Temmuz 2008 Perşembe

Çok Eşliliğin Fizibilitesi Ve Sairesi

ekonomiturk'te ekonomix zaman yoklugundan yazamamis, ben yazayim. murat cokgezen, inancla ilgili konulara mantiksal aciklamalar getirmenin anlamsiz olduguna iliskin bir yazi yazmis. orada, ilginc bir soru ortaya atmis: "...birisi de çıkıp ‘İslam 4 eşle evliliğe izin veriyor. Kadınlar ve erkeklerin sayısı da yaklaşık olarak eşit olduğuna göre bu her 4 erkekten üçünün evlenecek bir kadın bulamaması anlamına geliyor. Yani, İslam homoseksüelliği teşvik ediyor’ dese ne olacak?".

beni inanc-mantik iliskisinden cok, cok eslilik uygulamasinin insanlarin tercihlerini nasil yonlendirecegi sorusu cezbetti. bir defa sunu soyleyeyim. toplumda kadin ve erkek sayisi esit, o yuzden bir erkek iki kadinla evlenirse, baska bir erkek essiz kalir mantigi hatali. bu, insanlarin ayni yastaki eslerle evlenecekleri varsayimina dayaniyor. oysa ki erkekler kendilerinden yasca kucuk kadinlarla evlenirlerse ve nufus da artiyorsa, hicbir erkegi acikta birakmadan cok esli bir toplumsal duzeni surdurmek mumkun. bir ornekle gosterelim:

bir ulkede nufus artis hizi, yillik %5 olsun ve her sene esit sayida kadin ve erkek dunyaya gelsin. 1980 yilinda 100.000 erkek ve 100.000 kadin dogmus olsun. nufus artis hizi sabit olduguna gore, basit bir excel hesabi gosterecektir ki, 1964 yilinda 45.811 erkek ve bir o kadar kadin; 1988 yilinda da 147.746 erkek ve ayni sayida kadin dunyaya gelmis olmalidir. bu hesap gosteriyor ki, 1988 yilinda dogan kadinlar, 1980 yilinda dogan erkeklerle evlenirlerse; 1964 yilinda dogan erkeklerin hepsi 1988 dogumlu kadinlarla ikinci (ve hatta kimisi ucuncu) evliliklerini yapabilirler.

demek ki kadin-erkek arasindaki yas farki ve nufus artis orani yeterince yuksekse, ortada bir fizibilite sorunu olmuyor. bu hesaba daha, kadinlarin ortalamada erkeklerden daha uzun yasamasini da katabilirsiniz. kadin, kocasi oldukten sonra ikinci evliligini de pek ala yapabilir. yasli bir adamla evlenip genc yasta dul kalan kadinlari da katinca, erkekler icin secenekler cogaliyor. (gecen gun feminist egilimleri olan iki arkadasimla konusuyordum. kadinlarin nufus artisinin, erkeklerinkinden daha yuksek oldugunu soyleyip yakiniyorlardi. gelecekte olusacak bir nufus dengesizliginin, kadinlar arasindaki rekabeti arttirip erkeklere avantaj saglayacagindan dem vurdular. ben lafa fazla girmemeyi tercih ettim. neyse, konumuza donelim...)

yukaridaki basit ornekte, yas farkini ve nufus artis hizini sabit aldik. oysa ki bunlar, kadin ve erkeklerin evlilik taleplerinden ve daha pek cok seyden etkilenecektir. en basitinden, belirli bir maddi birikimi olan erkeklerin evlenmeleri daha kolay olacagindan, genc erkeklerin para biriktirene kadar beklemeleri ya da yasca daha kucuk kadinlarla evlenmek istemeleri soz konusu olabilir. bu yuzden orta yasli erkeklerin ikinci ese olan talebindeki artis, kari-koca arasindaki yas farkini arttirir. ayrica kizlarin erken yasta evlenmelerine yol acabilir.

dahasi baslik parasi gibi bir gelenek de varsa, cok esliligin yarattigi talep baslik parasini arttiracagindan, kiz cocuklarindan maddi gelir elde eden aileler, daha cok cocuk yapmaya tesvik edilirler. peki bu nufus artisini belirgin bicimde etkiler mi? insanlar cok cesitli sebeplerden cocuk sahibi olurlar. maddiyat onemliyse neden olmasin? mesela, sahra-alti afrikasinda cok esliligin kalkinmayi olumsuz etkiledigine iliskin bilimsel bir makaleden daha once bahsetmistim: tiklayin.

peki nufus artis orani sabitse, kari-koca arasindaki yas farkinin buyumesinin onunde (evlilikte yuksek yas siniri, gelenek ve gorenekler gibi) engeller varsa, evlenmek genc erkekler icin (yine gelenekler sebebiyle olabilir) cok masrafliysa? o zaman, birikimi olmayan genclerin ne yapacagini tahmin etmek guc.

7 Haziran 2008 Cumartesi

Bir Olasılık Sorusu

ortaokul ucuncu siniftaydim sanirim. olasilik hesabini ilk ogrendigimiz zamanlar. arka siramda, simdilerde stanford'da muhendislik doktorasi yapan, matematige cok merakli bir arkadasim otururdu. kiz bos zamanlarinda tubitak'in bilim kitaplarini falan okurdu. bir gun, bir yerde okudugu, ilginc bir olasilik sorusunu bize sormustu. bugun internette bir yerde, soruya yine rast geldim.

soru soyle: bir yarisma programinda (ki galiba boyle bir program bir zamanlar gercekten varmis) yarismacilar uc kapidan birini seciyorlarmis. bir kapinin ardinda araba, digerlerinin ardinda ise iki keci varmis. yarismaci secimini yaptiktan sonra, diyelim ki yarismaci a kapisini secsin, hangi kapinin ardinda araba oldugunu bilen sunucu ona bir sans daha veriyormus. ardinda keci olan kapilardan birini, diyelim ki b kapisini, acip iceride araba olmadigini gosteriyormus. sonra da yarismaciya tercihini degistirmek, yani c'yi secmek, isteyip istemedigini soruyormus. bu durumda, yarismaci tercihini degistirirse, yani c'yi secerse, arabayi kazanma olasiligi nedir? degistirmezse, yani a'yi secerse kazanma olasiligi nedir?

cevabi yorum bolumune yazacagim ki, dusunup cevabi kendi bulmak isteyen okurlarimizin gozu kaymasin.

6 Haziran 2008 Cuma

Bağlılık mı, Esneklik mi?

"commitment vs. flexibility"yi turkce'ye boyle cevirdim. bu, iktisadi kurumlarin ve politikalarin dizayni ile ilgilenen iktisat teorisyenleri tarafindan, sikca ele alinan bir soru. ancak, bu sorunun bugun aklima gelmesinin sebebi, cok yakin zamanda bu konuda bir sey okumus olmam falan degil. bu soru, bugun anayasa mahkemesinin verdigi, turbanla ilgili karar hakkindaki haber ve yorumlari okurken aklima geldi.

ona gecmeden once, bir parantez acip, iktisadi soruyu kisaca ozetleyeyim. iktisadi acidan bagliligin da, esnekligin de kendine gore artilari ve eksileri var. ornegin, para politikasinda, enflasyon hedeflemesinin nasil bir kurala bagli olmasi gerektigi, bu baglamda incelenebilir. enflasyon hedefi, inandirici olmak sartiyla, insanlarin beklentilerini etkileyerek enflasyonu dusuk tutmaya yarar. ama, fazla kati bir kural, mesela, cok gerektiginde merkez bankasinin ekonomideki dalgalanmalara mudahalesini zorlastirir. benzer bir durum sosyal guvenlik sisteminde de var. bu alanda zorunlu tasarruflari savunanlar, insanlarin gencliklerinde aska gelip hovardalik yapmaya egilimli olduklarini, ama sonradan buna pisman olacaklarini iddia ederler. bunlara gore, devletin insanlari bir miktar tasarrufa zorlamasi faydalidir. ancak bunun da, gercekten paraya ihtiyaclari oldugunda, insanlarin tasarruflarini ozgurce kullanamamalarina sebep olmasi gibi bir eksisi var tabii. ornekler cogaltilabilir. bunlar ve benzeri ornekler ile, bu soruya iktisatcilarin verdikleri cevaplari, belki baska zaman yazarim. simdi, parantezi kapayip gundeme donelim.

bugun anayasa mahkemesi, kadinlarin turbanla universiteye girmelerine olanak saglayan duzenlemeleri iptal etmis. bir kesimde buna karsi infial var. ornegin, dikkatimi ceken, sabah'taki yazisinda ergun babahan, anayasa mahkemesinin anayasa yaptigini soylemis. babahan, anayasa mahkemesini tepeden inmeci bir tavirla, toplumun bir ihtiyacini karsilamasina engel olmakla ve toplumu sekillendirmeye calismakla sucluyor.

bense duruma soyle bakiyorum. anayasa mahkemesi, adina mahkeme diyoruz ama, aslinda siyasi bir organ. temel islevi, konjonkturel siyasi dalgalanmalarin, rejimde buyuk ve ani degisikler yaratmasini engelleyip istikrar saglamak. zamaninda cumhurbaskanlari, kendi siyasi gorusleri dogrultusunda oraya adam atamislar; atananlarin siyasi goruslerinin bileskesi de mahkemenin siyasi durusunu belirlemis. bugun, bu siyasi durusa ters hareketleri engellemeye calisan mahkeme, sadece yasalarin anayasaya uygunlugunu denetlemekle kalmiyor; gerektiginde anayasa maddelerinin yorumunu da degistirip bazi degisikliklere engel oluyor. yani siz hukumet olarak, ne kadar toplumun ihtiyaclarina cevap verecek duzenlemeler yaptiginizi iddia ederseniz edin, yaptiklariniz mevcut uyelerin cogunlugunun siyasi gorusune ters dusuyorsa, mahkeme size bir sekilde engel oluyor.

bunun faydasi, toplum duzeninin dayandigi temel ilkelerin zor ve yavas degismesi ve bunlara cok aykiri islerin yapilamamasinin saglanmasi. anayasa mahkemesinin siyasi yapisinin degismesi, ancak bosalan koltuklara, farkli ideolojileri olan cumhurbaskanlarinin, kendilerine yakin insanlari atamalariyla mumkun. tabii, boyle bir donusum saglanirsa da, geri donus, donusumun kendisi kadar zor. ote yandan, toplumdaki kimi ihtiyaclar ve degisim talepleriyle, anayasa mahkemesinin korumaya calistigi siyasi duzen arasindaki celiskilerin yol actigi konjonkturel gerilim ise, istikrari korumanin bir maliyeti.

ben olaya bu acidan baktigimda, anayasa mahkemesinin aldigi karari garipsemiyorum. mahkeme, daha onceden programlandigi sekilde, islevini yerine getiriyor. bundan sonra ise, ozellikle cumhurbaskaninin halk tarafindan secilmeye baslanmasiyla, anayasa mahkemesinin yapisinda ve isleyisinde degisiklikler gorecegimizi saniyorum. o zaman, hem uyeler secildikleri donemin siyasi egilimlerini daha cok yansitacaklar, hem de asagidan gelen siyasi isteklere karsi daha esnek olacaklardir, diye tahmin ediyorum. bunu begenip begenmemek ise, baglilik ve esneklik uzerindeki tercihlerinize gore, size kalmis.

30 Mayıs 2008 Cuma

Amerikan Halkının Ekonomi Gündemi

kasim'daki baskanlik secimlerinde kimlerin yarisacagi, hemen hemen kesin olarak belli olduktan sonra, amerika'da gundem ekonomiye dondu. artan benzin ve yiyecek fiyatlari, yavaslayan ekonomik buyume ve buyuk bir ekonomik duraklama korkusu ile ilgili haberler, haber bultenlerinin bas koselerine oturdu. sudan ucuza benzin tuketmeye, benzinin girdi olarak kullanildigi urunleri ucuza satin almaya alismis amerikalilar, degisen kosullara ayak uydurmakta zorlaniyorlar. kemer sikmak ve hayat standardini fiyatlara gore degistirmek insanlara zor geliyor. haber bultenlerine, internet sitelerine yansiyan sizlanmalarda, sanki biri bir sey yapsin, bizi kurtarsin mesaji var. bu beklentiler, onumuzdeki donemde, amerikan ekonomisine daha cok devlet mudahalesinin onunu acabilir; bu yondeki egilimleri daha guclu olan demokratlarin elini guclendirebilir.

asagida iste bu tip sizlanmalari dillendiren bir haber var. bu pazartesi memorial day denilen tatil gunuydu. haber, haftasonuyla birlesip insanlara uc gun tatil imkani veren bu gunu, alisik olduklari sekilde karsilayamayan amerikalilarin yakinmalarini ekrana tasimis:



ne demis vatandas?
- ay basindan ay basina maasimiz ucu ucuna yetiyor. cocuklarimiza tatilde evden disari cikamayacagimizi nasil soyleyecegiz?
- eskiden tatilde, biftek, pirzola yanina da bir suru sey yerdik. simdi evde yapilmis hamburger ve patates kizartmasi vs. yiyoruz.
- uc kizimiz var. artan benzin fiyatlarindan sonra, kendi arabalarini kullanmak yerine, kendilerini evden almalari icin, erkek arkadaslarini cagiriyorlar.

bu arada, amerika'da benzinin fiyati ne? galon basina dort dolarin biraz altinda. yani litresi bir dolar kadar.

20 Mayıs 2008 Salı

Merhametten Maraz...

bir sure once bliyaal'in blogundaki bir yaziyi yorum bolumunde tartisirken, kendisi ilginc bir ornek sundu. o ornegi, (aciklayici olmasi acisindan biraz da kendimce duzeltip) buraya aktarmak ve uzerinde yorum yapmak istedim.

ornek soyle: sehirden uzak, birbirine komsu iki mustakil ev dusunun. birini ozel bir guvenlik sirketi koruyor. digerinin ise korumasi yok. (adamin parasi var, ama koruma tutmaya gerek gormemis diye varsayalim.) sonra, diyelim ki korumasi olmayan eve biri girdi, evdekilere saldirdi, onlar da bagirarak yardim istedi. polis veya jandarmanin hemen yetismesine imkan yok. guvenlikciler kendi istekleriyle mudahale etmek istediler. ancak onlar da guvenlik hizmeti satin alan adama kontratla bagli. bu durumda, olur da komsu guvenlikcilerinin yandaki eve gitmesine izin vermezse, ne olur?

hukuk bilgim kittir. kanunlar bu durumda ne der bilmem. o yuzden bildigim seyi yapip kanunlarin, guvenlikcisi olan adami komsusunun guvenliginden sorumlu tutup tutmamasinin dogurabilecegi, bazi olasi sonuclarin iktisadi bir analizini yapmakla yetinecegim.

kanunlar komsuyu sorumlu tutarsa, komsunun eli mahkum guvenlikcilerini gonderecek. komsunun kendi evini korumak icin kiraladigi insanlar, onun elinden zorla alinmis gibi olacak. ancak zorla da olsa, sonucta iyi bir is yapilacak. belki bir hayat kurtulacak falan... kanunlar komsuyu sorumlu tutmazsa, izin vermek komsunun insafina kalmis. adam guvenlikcilerini gondermezse, yan evdekilerin hayati, belki tehlikeye girecek. tum bunlar dikkate alindiginda, birinci yol daha iyi gorunuyor.

tabii, analizi burada birakmiyoruz. zira, iyi bir sey yapmanin hic maliyetinin olmamasi bizi rahatsiz etmeli. iktisadin meshur kurali der ki: bedava yemek olmaz.

peki komsuyu muhadaleye zorunlu kilmanin maliyeti ne? bunu gormek icin biraz gerilere, komsulardan birinin guvenlik hizmeti almaya karar verdigi zamana gidelim. diger komsu, o guvenlikcilerin kendi ihtiyaci oldugunda yardimina kosacaklarini bilse, ne yapar? komsusuna gidip guvenlik hizmetinin ona sagladigi faydaya karsilik, bir katki yapmayi mi teklif eder? yoksa daha guvenli bir sekilde yasamayi bedavaya getirmeye mi calisir? (konuyu dagitmamak, yaziyi da uzatmamak icin, komsunun boyle bir teklife acik oldugunu varsayalim.)

ahlaki bir davranis bicimi olmasa da, belescilik bazen insana tatli gelir. oysa, ikinci komsu da guvenlik hizmetine katkida bulunsa, hem birincisinin uzerindeki yuk hafiflerdi, hem de belki iki komsu bir araya gelince daha iyi bir hizmet satin alabilirlerdi. boylece iki komsu da daha guvenli yasarlardi.

sozunu ettigimiz sorun, meshur kamu mallari (public goods) ve dissalliklar (externalities) sorunu. birinin kendi faydasina oldugu icin aldigi bir karar, bir baskasini da etkiliyor. bu ornekte fayda sagliyor. baslangic seviyesinde mikroiktisat bilgisine sahip herkesin malumu oldugu uzere, faydali dissallik yaratan mal ve hizmetler, piyasada ideal seviyesinden daha az miktarda ve daha pahali olarak saglanirlar. buna sebep olanlar da, farkinda olarak ya da olmayarak belescilik yapanlar. burada da komsu belescilik yaptiginda, diger komsunun guvenligini azaltip cebinden cikan parayi arttiriyor.

peki kanunlar bir komsuyu gerektiginde guvenlikcilerini digerine gondermeye zorlamasaydi, belescilik problemi ortadan kalkar miydi? o durumda, insanin icinde bir acaba olusabileceginden, komsu eskisi kadar rahat olamazdi. ancak muhtemelen problem de devam ederdi. cunku bir defa guvenlik hizmeti satin alindiktan sonra, guvenlikcileri gerektiginde komsuya gondermenin ekstra bir maliyeti yok. bu durumda insaniyet sahibi biri, lanet olsun deyip yardim edecektir. o yuzden, eger belesci, komsunun merhametine guveniyorsa, guvenligi bedava getirmeye calisacaktir. (oyun teorisi terminolojisiyle konusacak olursak, insaniyet sahibi bir adamin tehdidinin inandiriciligi yok.)

peki ya komsu insaniyetten nasibini almamissa? o zaman diger komsu belescilik yapamaz. kimse belescilik yapmadigindan, ikisi de daha iyi korunur. korumanin maliyeti de daha az olur. ironik degil mi? merhametten maraz doguyor adeta.

not: yasalari hazirlayanlar, bir komsunun musterek hareket etmek istememesi, komsulardan birinin cok fakir olmasi gibi turlu durumlari da hesaba katmak zorundalar. ancak benim buradaki amacim, sadece iyi niyetle konulmus bazi kurallarin, pek bariz olmayan olumsuz sonuclarinin olabilecegine dikkat cekmek. o yuzden, her olasi durumu teker teker ele alip tartismaya gerek gormedim.

27 Nisan 2008 Pazar

İktisat Yüksek Lisans Başvuruları: A, B, C...

bugun aklinin bir kosesinde, gelecekte iktisat alaninda master/doktora yapma ihtimali olan, ama arastirmaya nereden baslayacagini bilemeyenlere internetten birkac link ve ipucu verecegim. gelecekte de yuksek lisans, yurtdisinda egitim, iktisatcilar icin kariyer imkanlari gibi konularda, aklima geldikce bildiklerimi buradan paylasmaya devam edecegim. (bunlarla ilgili daha once yazdigim bir-iki yaziya, egitim etiketinin linkine tiklayarak ulasabilirsiniz.)

her seyden once, iktisatta yuksek lisans yapmak size uygun bir sey mi, ona lisanstan itibaren nasil hazirlanilir gibi sorular icin, sizi oncelikle greg mankiw'in tavsiyelerine yonlendirecegim. ozellikle finans'a egilimi olanlar, ekonomi turk'te ekonomix'in genclere tavsiyeler etiketi altinda yazdiklarindan da faydalanabilirler.

diyelim ki iktisat doktorasi icin yeterli ilginiz ve altyapiniz var. sonra? bir defa, yurtdisindaki programlara basvurular, ogrenime baslanilacak tarihten yaklasik bir sene once yapilir. o yuzden hazirliklara cok onceden baslamali. amerika icin, 2009 senesi sonbaharinda ogrenime baslamak isteyenler, yaz bitmeden kesin olarak basvuru yapip yapmama kararini verirler, ve kisisel tercihleri ve hedefleri dogrultusunda basvurulabilecekleri programlari belirlerlerse iyi olur. boylece hem daha saglikli kararlar verebilirler, hem de sonbaharda iki ayaklari bir pabuca girmez. basvurunun burokratik islemleri ise sonbaharda halledilir. 2008 sonu-2009 basinda da, amerika basvurulari icin, basvuru sureci sona erer. avrupa'daki okullara basvuru icin birkac ay daha zaman olabilir.

koc universitesinin web sitesinde, yurtdisindaki yuksek lisans programlarina basvuru sureci ile ilgili kapsamli bir eser var. simdi onun linkini veriyorum: 1. application guide, 2. appendix. bunun disinda, phds.org adli sitede genel olarak doktorayla ilgili her konuda, econphd.net adli sitede de ozel olarak iktisat doktorasi konusunda size yardimci olacak pek cok kaynaga ulasabilirsiniz.

turkiye'de bir yerde yuksek lisans basvurusu yapacaklarin ise daha cok zamani var. yine de karar verme ve arastirma yapma isini cok savsaklamamali. oncelikle lisansustu egitim sinavi (les) almak lazim. o da bir guz bir de bahar doneminde olmak uzere, senede iki defa veriliyor. les'i guz doneminde almak, kotu skor alinirsa baharda yeniden sinava girme imkani olabilmesi acisindan, daha iyi olacaktir. bazi okullar gre, gmat gibi uluslararasi sinavlari da kabul ediyorlar. ama dikkat etmek lazim. les'ten baska, bir de universitelerin basvuru donemlerine ve basvuru sartlarina dikkat etmelisiniz. basvuru donemleri baharda baslayabilir, not ortalamasi sarti yuksek olabilir, ya da okullara ozgu ozel sartlar olabilir; bunlara karsi onceden hazirlikli olmalisiniz.

diyelim ki bugun arastirmaya basliyorsunuz. onunuzde yeterince zaman var. dolayisiyla, universiteler ve programlari hakkinda, bunlarin kendi web sitelerinden ve dis kaynaklardan yeterli bilgi toplayabilirsiniz. turkiye ici basvurularinda isiniz goreceli olarak daha kolay. universiteler, bolumler ve programlari hakkinda zaten bir fikriniz vardir. yapacaginiz hocalarinizdan ve ulasabildiginiz diger insanlardan da bunlari sorusturmak. ama yurtdisina basvurularda, basta hicbir sey bilinmedigi icin, bilgi toplama sureci daha zorlu olacaktir.

o zaman, yurtdisindaki universiteler ve programlar hakkinda arastirma yapmaya nasil baslamali? oncelikle hangi program daha iyi, hangisi daha kotu karar vermeye calismali. bunun icin, cesitli kisi ve kurumlarin yaptiklari siralamalardan (ranking) faydalanilabilir. cesitli puanlama kriterleri sonucunda ortaya cikan bu siralamalar, programlarin kaliteleri hakkinda bir fikir verir. sonra bunlara bakip hedeflenen universiteleri, internet sitelerinden baslayarak, teker teker arastirmak, oradaki ogrencilere ve hocalara e-mail atip bilgi toplamaya calismak gerek. arastirmalariniz sonunda, kendinize ozel bir basvuru siralamasi yakalayacaksiniz.

peki cikis noktasi olarak hangi siralamayi kullanmali? bunlarin en populerlerinden biri, us news dergisininki. bu dergi her sene ekonomi dahil, pek cok alanda amerika'daki lisans ve yuksek lisans programlarini karsilastiran kapsamli bir arastirma yayinlaniyor. bunun icinde, ekonomi doktora programlari siralamasi da birkac senede bir yenileniyor. normalde bu bilgilere ulasmak icin, dergiye abonelik gerekiyor. ama adamin biri, bir internet sitesine us news'un en son (2005)ekonomi siralamasini koymus: tiklayin. econphd.net'te de bir ranking var. asil baba ranking'leri ise national research council yayinliyor. ama onlar on-on bes senede bir guncelleniyor. bunlari iceren son rapor ise 1994 senesinde yayinlanmis. bu sene yenisi cikacak diye bekleniyor. eskisine ise phds.org 'dan ulasmak mumkun.

bu konularda yazmaya devam edecegim...

6 Nisan 2008 Pazar

Yoksulluk, Piyasalar ve Mikro-Kredi

bugun ny times'ta, piyasa mekanizmasinin mikro-kredi sektorundeki gelisimi uzerine ilginc buldugum bir haber vardi. ilgilenecek okurlarimiza linkini vermek ve kavrama yabanci olanlar icin aciklayici kisa bir yazi yazmak istedim. (haber icin tiklayin.)

oncelikle, mikro-kredi ne? mikro-kredi (ya da mikro-finans), banglades'li iktisatci muhammed yunus'un gelistirdigi fakirin fakirine yonelik finans sistemi. sistem, fakirlere kucuk bir is kurmalari icin verilecek cok az bir sermayeyle, onlarin hayatlarinda bir fark yaratilabilecegi dusuncesine dayaniyor. mikro-kredi kuruluslari, normal sartlarda piyasadan borclanamayacak insanlara, ozellikle ailelere ve kadinlara, cok kucuk krediler veriyorlar. insanlar da bunu dikis makinesi, tezgah vs gibi kucuk seylere yatirip ufaktan kendi kendilerine yetecek bir is kurmaya calisiyorlar.

adinda da anlasilacagi gibi, mikro-kredi hibe degil, kredi. yani bir miktar faizle birlikte geri odemesi var. ancak bu sistemde kredi kullananlardan teminat falan istenmiyor. onun yerine, kredi alan insanlarin toplu olarak birbirlerine kefil olduklari bir sosyal denetim mekanizmasi kuruluyor. boylelikle, kendi yagiyla kavrulan bir sistem ortaya cikiyor.

mikro-kredi, bundan birkac yil once ulkemizde de diyarbakir'da baslatilmisti. ondan sonra ne oldu, ne kadar basarili oldu bilmiyorum. ancak dunya genelinde fakirligin etkilerini hafifletmede bir miktar basarili olmus olmali ki, muhammed yunus'a 2006'da nobel baris odulunu verdiler. tabii, sistemi elestirenler de var. bir elestiri, fakirligi kapitalizmin yarattigi ve mikro-kredinin de fakirleri uyutmak icin onlarin agzina bir parmak bal caldigi yonunde. bir baska elestiri de, mikro-kredinin fakirligi ortadan kaldirmaya ya da buyuk olcude azaltmaya yaramadigi; bunun makro olcekte kalkinma projeleriyle saglanabilecegi; mikro-kredinin oneminin fazla abartildigi seklinde.

peki ny times neden bahsediyor? mikro-kredi alaninda faaliyet gosteren ve bu isten oldukca iyi kar eden bir kurumun hikayesinden. yukarida anlattigima benzer bir mantikla, yine teminatsiz krediler veren; ama kar amaci gutmeyen klasik mikro-kredi kurumlarina gore, daha gercekci faiz oranlari uygulayan bu kurum, tartismalara neden olmus. mikro-kredi fikrinin babasi muhammed yunus dahil, sistemi piyasa mantiginin disinda goren bir grup, bunu tefecilik olarak nitelemisler. fakirlere saglanan kredilerden kar elde edilmesini ahlaki bulmuyorlar ve bunun sistemi zedeleyecegini dusunuyorlar anladigim kadariyla. ancak onlarin da kabul ettigi bir gercek de var ki, bagiscilarin destegiyle baslatilan mikro-kredi sistemlerinin mevcut talebin ancak cok azini karsilayacak sermayeleri var.

anlasilan kar olmayinca para da akmiyor. yani, mikro-kredicilerin onunde zor bir karar var. ya piyasa ekonomisinin disinda ve kucuk kalacaklar; ya da sistemin icine girip sektore daha cok sermaye cekecek ve daha cok insanin krediye erisimini saglayacaklar.

ozetle: 1. incentives matter, 2. no free lunch.

28 Mart 2008 Cuma

Merkez Bankası Başkanından Ekonomi Üzerine...

ben de orhan karaca'nin blogundan linkini aldim; merkez bankasi baskani durmus yilmaz, kibris'ta uluslararasi ekonominin ve turkiye ekonomisinin durumu uzerine bir sunum vermis. merkez bankasinin web sitesinde turkiye ekonomisi uzerine ziyadesiyle bilgi mevcut. lakin bu tur, profesyonel iktisatci olmayan insanlarin da anlayabilecegi seviyedeki belgeleri, vatandasin ekonomi hakkinda bilgilenmesi acisindan faydali buluyorum. o yuzden, benim de kamuya bir hizmetim olsun, linki bir de ben vereyim: http://www.tcmb.gov.tr/yeni/duyuru/2008/KIBRIS.pdf

yalniz, baskan bizi okumaz ama, burada boyle bir sunum hazirlayacak olanlara nacizane bir tavsiyem olacak. bir sunumda slaytlara koca koca paragraflar yazmak, slaytlari cok "kalabalik" yapmak, bir slaytta cok fazla sey anlatmak dinleyicilerle iletisimin etkinligi acisindan pek etkin yontemler degil diye dusunuyorum. mumkun oldugunca slaytlari bolerek sunumu daha cok slayta yaymakta ve cumleleri basitlestirmekte fayda var.

neyse, zarfa takimayalim. mazrufa bakalim biz...

not: daha once de durmus yilmaz'in ihracatcilara para politikasi rejimini anlattigi bir sunumun linkini vermistim: tiklayin.

17 Mart 2008 Pazartesi

Şampiyonlar Ligi Kuraları ve Olasılık Hesabı

istatistik bilgisi hem teoride hem de pratikte iktisatcinin cok isine yarar. istatistigin temeli de olasilik hesabi. o zaman gelin guncel bir olay uzerinde, olasilik hesaplarini da kullanarak biraz akil yurutelim.

aksam'in haberinden ogrendim (tiklayin) onceki gunku sampiyonlar ligi kura cekiminden once garip bir sey olmus. internetteki bir ingiliz forumunda, bir kullanici kuradan iki saat once eslesmeleri dogru tahmin etmis. sonrasinda ingiliz tabloidleri olayin uzerine atlamislar. aksam da skandal diye baslik atmis. uefa yetkilileri ise bu olayi sansa baglamislar. uefa hakli olabilir mi? yoksa ortada hakikaten bir skandal mi var? bakalim...

simdi basit bir olasilik hesabi yapalim. ceyrek finale 8 takim kalmis. sorumuz su: 8 takimi 2'serli 4 gruba nasil ayiririz? bu secim 7x5x3x1=105 sekilde yapilabilir. nasil? alternatif cozumler olabilir, ama bir yol su: en sondan baslayarak, bir kural gelistirebiliriz. yani 2 takim 1 sekilde; 4 takim, 3x1 sekilde (bir takimin 3 olasi eslesmesi, o belirlendikten sonra kalan 2 takimin 1 olasi eslesmesi vardir); 6 takim 5x3x1 sekilde; 2n tane takim (2n-1)x(2n-3)x...x1 sekilde eslesir. bu durumda 8 takim 7x5x3x1=105 sekilde eslesir.

105 olasi eslesme olduguna gore, bir insanin eslesmeleri onceden dogru bilme olasiligi 1/105, yani yuzde 1'den az.

peki olasiligin bu kadar dusuk olmasi bize ortada bir skandal oldugunu gosterir mi? gostermeyebilir. sansasyon yaratma pesindeki birini dusunun, her hafta internetteki bir foruma gerceklesme ihtimali yuzde 1 olan bir tahmin yazsin. yuz haftada bu tahminlerin ortalama 1 tanesi gerceklesir, degil mi? ayni sekilde, yuzde 1 ihtimalli bir tahmini iskembesinden sallayan her 100 kisiden ortalama birinin tahmini tutar. tutmayan tahminleri kimse hatirlamaz, ama tutan tahminler dikkat ceker. bence burada da benzer bir durum var.

tabii, yarin biri cikar da sayisal loto'da bu hafta cikacak sayilari bir yere yazar ve tutturursa, durum farkli olur. orada olasilik (6!)x(43!)/(49!)=1/14milyon (yaklasik olarak).

not: bu arada aksam'in haberinde bahis orani 1'e 191 olarak verilmis. burada da bir terslik var. yukarida yaptigimiz hesaba gore, bu oranla bahis sirketi ex ante zarar ediyor. garip.

7 Mart 2008 Cuma

Oyun-Kurgu

bugunku yazimiz biraz fantastik takilacak. sorumuz su:

uc gun sonra dunyaya bir goktasinin carpacagini ve hayatin sona erecegini ogrensek ne olurdu? bu gibi durumlarda bilim-kurgu filmlerinde bir kargasa, kaos ortami olusur. dukkanlar yagma edilir; can, mal, irz, namus guvenligi ortadan kalkar falan. neden?

soyle bir dusunce bunu aciklayabilir: dunyanin sonuna uc gun kalmis. polisi, askeri, savcisi, hakimi herkes kendi derdinde; bir de suclularla mi ugrasacaklar? ise gelmeyen polise disiplin sorusturmasi mi acilacak mesela? bunu bilen insanlar, sokaklarda guvenlik zaafiyeti olusmasini bekleyip buna gore hareket edeceklerdir. yani suclular sokakta kendilerini durduracak kadar polis ya da asker olmadigini gorup sokaklara akarlar. onlari durduramayacak kanun adamlari da, silahlarini alip kendi ailelerini korumanin derdiyle evlerine kosarlar. al sana bir bayesyen nash dengesi.

isin ilginci bu akil yurutmeye dayanilarak uretilen bilimkurgu eserlerinin kendileri de bir meteor dunyaya carptiginda neler olacagini insanlara ogretiyor olabilirler. yani bu eserler, insanlar arasinda bir onceki yazida bahsettigimiz turden bir iletisim sagliyor olabilirler. eger oyleyse, daha once hic dunyanin sonunu gormemis insanlar, diger insanlarin bilim-kurgu eserlerinde anlatildigi gibi davranacaklarini bekleyebilirler. o zaman isareti alan suclular sokaklara akar; kanun adamlari kendi dertlerine dusup evde kalirlar. al sana karsilikli bagimli denge (correlated equilibrium).

tabii oyle bir durumda, kanun adamlari ya da eline silah alip kendini ve cevresindekileri korumaya calisacak insanlar, suclulara karsi siddet kullanmaktan sakinmayacaklardir. tipki gozlerini karartan suclularin bundan cekinmeyecekleri gibi. yani ortama orman kanunu hakim olacaktir. aslinda boyle bir durumda en dogal cozum bu olabilir. yani herkes belinde silahla dolassa ve bir baskasina saldiran saldirdigi insanin kendini koruyacagini bilse, belki bir nebze asayis saglanir.

neyse, kanun duzeni uzerine gereginden cok konustuk. bir de yazili olmayan, kanuni yaptirimi bulunmayan toplumsal kurallar var tabii. toplum duzeninin onemli bolumunu de aslinda bunlar sagliyorlar. bazen soz senetten degerlidir, degil mi? baska bir yazida bu duzenin nasil ayakta durdugundan bahsedecegiz. bunu yaparken tekrarli oyunlarla toplumsal duzen arasinda baglanti kurmaya calisacagiz. yakinda...

5 Mart 2008 Çarşamba

Toplum Düzeni ve Oyun Teorisi

ulkemizde de zaman zaman yasanmistir, dunyada da orneklerini goruruz. bazi olaganustu durumlarda nereden geldigi belli olmayan insanlar sokaklara dokulur; kitleler kontrolden cikar; sokaklarda suclular cirit atar; normal zamanlarda olmayacak yagma, siddet, linc ve saire olaylari yasanir. ustelik bunlari o ana kadar toplum icerisinde siradan bir hayat suruyormus izlenimi veren insanlar gerceklestirirler. bu nasil olur? bugun buna oyun teorisi yardimiyla kendimce bir aciklama getirmeye calisacagim.

toplumsal duzende coklu denge olgusundan bahsedebiliriz. normal zamanlarda insanlar tek baslarina bir suc islediklerinde polis suclularin tepesine rahatlikla biner. bu yuzden insanlarda suc isleme potansiyeli olsa bile, yakalanma ihtimali yeterince yuksekse insanlar suc islememeyi secerler. bu toplumsal duzenin korundugu bir dengedir ve bu dengede duzenin korunmasi icin insanlarin durust, namuslu, ahlakli falan olmasi gerekmez. insanlarin suc islemek icin aralarinda koordinasyon saglayamamalari yeterlidir. bir de suca yatkin herkesin bir anda sokaklara dokuldugunu dusunun, o durumda sayilari cok fazlaysa polis onlari durduramaz. toplumsal acidan digerine gore daha kotu olmakla birlikte, bu da bir dengedir. oyun teorisinin terminolojisiyle konusacak olursak, bu iki durum da birer nash dengesidir.

yalniz burada nash dengesi iki tane olasi sonucu ortaya koyuyor, ama oyuncularin iki tane olasi denge varken neden bir tanesini oynadiklarini soylemiyor. sadece her oyuncunun digerlerinin secimine karsi, kendince en iyi karari verdigini soyluyor. ayrica nash dengesinde, insanlarin ayni anda hamle yaptigi durumlarda, baskalarinin hamlelerini nasil bilip onlara en iyi cevabi verdikleri de acik degil. yani inceledigimiz durumda toplumun zivanadan cikmasiyla kanun duzeninin nasil ortadan kalkabilecegini bize gosteriyor, ama insanlarin aniden nasil esgudumlu bir sekilde hareket edebildigi konusunda bir sey soylemiyor.

oyun teorisinde nash dengesinin yetersiz kaldigi ya da makul, mantikli sonuclar ortaya koymadigi durumlar icin turlu yeni cozum konseptleri, iyilestirmeler onerilmistir. bugunku sorumuza cevap aramak icin kullanacagim cozum konsepti, robert aumann'in karsilikli bagimli dengesi (correlated equilibrium) olacak.

karsilikli bagimli denge, oyuncularin herkesce gozlemlenebilen ve anlami bilinen bir sinyale gore kendilerince en iyi stratejiyi belirledikleri bir denge. ortak sinyal oyuncularin kararlarini birbirlerinden bagimsiz almamalarini sagliyor. trafik isiklari gibi yani. bir kavsaga geldiginizde o anda isik kime yesil yaniyorsa yol hakki onundur. kirmizi bir sinyal goren insan, diger yoldaki insana yesil gorundugunu ve bu durumda onun gececegini bilir. o yuzden kirmiziyi gorunce durur, gecmez. aslinda kavsakta bir yoldaki aracin dururken digerinin gecmesi nash dengesidir, ama bu bilgi hangisinin durup hangisinin gececegini soylemez. bunun disinda kimin durup kimin gececegi belli olmadigi ve suruculerin karma strateji oynadiklari bir denge de vardir, ki bu da kazaya davetiye cikarir. bunlara karsi, trafik isigi gibi herkesce gorulebilen bir sinyal, suruculerin hareketlerini koordine ederek kazalari onler.

trafik isiklarinin suruculer arasindaki esgudumu saglamasi gibi, kisilerin suc islemek icin sokaklara aktiklari durumlarda da boyle bir sinyal mekanizmasi islemekte olabilir. ne olabilir bu sinyal? mesela bir saldiri, teror eylemi, toplumsal kargasa ya da belki bir dogal afet. tabii, trafik isiklarinda oldugu gibi sinyalin herkes tarafindan ayni sekilde yorumlanmasi gerek. bunun icin de kisiler onceden, gelen sinyalin herkesi sokaga dokecegini bilmeli. eger boyle olursa, sinyal geldiginde ona tepki veren potansiyel suclular hep birlikte sokaga cikarlar. boylece asayis yok olur.

aslinda karsilikli bagimli denge kavrami, trafik orneginde oldugu gibi, genelde insanlarin onceden uzerinde anlastigi, artik gelenek haline gelmis isaretlerin toplumda duzeni saglamasini aciklamak uzere kullanilir. burada ise ayni kavrami, potansiyel suclular arasi esgudumu saglayan ve toplum duzenini tehdit eden kotu bir normun olusumunu aciklamakta kullandik.

not: karsilikli bagimli denge kavramini ortaya atan robert aumann, oyun teorisine bu katkisiyla nobel ekonomi odulunu almisti. onunla ilgili daha once yazdigim yazi icin tiklayin.

6 Şubat 2008 Çarşamba

Kontrat Teorisi ve İktisadi Güdüler

begenmezsen okuma adli blogda bir yazi okudum, ve yazi cok hosuma gitti. suraya yazmadan duramadim. yazar t'pol, kardesinin telefonda cok fazla konusmasina annesiyle beraber bulduklari cozumu anlatmis: tiklayin.

ozetle yaptiklari su. kardese her ay harcligina ek olarak bir miktar fazladan sabit bir para veriyorlar, karsiliginda da telefon parasini onun odemesini istiyorlar. baslangicta telefon parasini ailesi odedigi icin telefonu gereksiz yere kullanan kardes, telefonda fazladan konustugu her dakikanin maliyetini kendisi ustlenince telefonu daha dikkatli kullaniyor. bir kontrat yoluyla, iktisadi gudulerin olumlu yonde hizaya gelmesinin daha kanli-canli ve sirin bir ornegi olabilir miydi?

sekil 1a'da gordugunuz turden tesvik problemleri ve cozum yollarinin incelendigi alana kontrat teorisi deniyor. bu konuda daha once yazdigim yazilardan biri icin: tiklayin.

bu arada, kontratin uygulanabilmesi icin icerdigi tehditlerin inandirici olmasi gerektigini belirtmeden gecmeyelim. bu ornekte kardes, ailenin faturanin odenmemesi durumunda telefonun kesilmesini goze aldigina inanmis olmali ki sorun cozulmus. ilgilenenler icin arsivde, inandirici olmayan tehditler, zaman tutarsizligi ve saire uzerine de birkac yazi mevcut.

25 Ocak 2008 Cuma

Verginin Yansıması (Tax Incidence)

linki mankiw'in blogundan aldim: tiklayin. haber kanada'dan. quebec eyaletinin yerel yonetimi, cevreci politikalarini enerji sirketlerine vergi koyarak uygulamak istemis. amac kar hirsiyla uretip cevreyi kirleten sirketlerin karlarindan kesip vatandasa yuk bindirmeden cevre kirliligiyle mucadele etmekmis. ama sirketler vergiyi fiyatlara yansitinca vatandasin tepesi atmis.

simdi su haberi iki sekilde yorumlamak mumkun. birincisi, quebec eyaletini yoneten politikacilar ekonomi cahili. iktisada giris derslerinin ikinci haftasinda okutulan verginin yansimasi (tax incidence) konusundan bihaberler; cehaletlerinin farkinda bile olmadan politika uyguluyorlar. politikacilarin ekonomiden anlamamasi olagan bir sey de, bu adamlarin etrafinda bu islerden anlayan kimse de mi yokmus? tabii yok boyle bir sey. enerji bakani salaga yatsa da, sozcusu bunun olacaginin farkinda olduklarini acikca ifade etmis. yani, ikinci yoruma geciyoruz, politikacilar vatandasa alenen yalan soylemisler. piyasa ekonomisinde, firmalarin maliyetleri vatandasa yansitmaya calisacagi gun gibi ortadayken, insanlara maliyeti sirketler ustlenecek demisler. (benzer yalanlari su siralar amerika'daki baskan adaylari da soyluyorlar. ekonomi bloglarini takip edenler, zaman zaman bunlara rast geleceklerdir.)

buradan cikartmamiz gereken ders su. bizimle ilgisiz gorunen kamu politikalarinin ucu dolayli olarak bize de dokunabilir. bu politikalarin yansimalari konusunda uyanik olmak icin temel iktisadi prensipler konusunda bilgi sahibi olmaliyiz. bilincli bir yurttas olmak icin, mikroekonominin temellerini iyi ogrenmek lazim diye dusunuyorum.

2 Ocak 2008 Çarşamba

Vergide Eşitlik, Adalet ve Verimlilik Üzerine

bir okurumuz, son yazimin yorum bolumunde bir soru sormus. cevap uzayinca, cevabi ayri bir yazi olarak yayinlamak uygun dustu. soru su:

"Vergilendirme gelir yerine tuketim ustunden olursa esitlik/adillik durumu ne olur? (Bunun pratikte zor oldugu asikar ama merak iste)"

bu eskiden beridir uzerinde tartisilan bir soru. ama son yillarda, amerika'da "the fair tax act" (ya da "the FairTax") adli yasa tasarisi gundeme geldikten sonra tartisma yeniden alevleniyor. (fair tax, adil vergi demek.)

gelelim soruya. bir defa, tuketim vergileri genel olarak "regressive" ozellik gosterirler. bunun sebebi fakir insanlarin kazanclarinin buyuk bolumunu tuketmesi. zenginler ise kazanclarina oranla daha az tuketip daha cok tasarruf yaptiklari icin tuketim vergisinin onlar uzerindeki yuku (goreceli olarak) daha hafiftir. bu acidan tuketim vergilerinin toplum icerisinde esitsizligi arttirdigi iddia edilir. esitligin/esitsizligin onemli olup olmamasi ya da ne tip esitligin (gelir mi, tuketim mi, servet mi?) onemli olmasi subjektif konular. ama toplumun adalet anlayisi (genel olarak) esitlige deger veriyor ise, kapsamli bir vergi reformu onerisinin bu meseleyi ciddiye almasi gerekir. yukarida sozunu ettigim "the fair tax act" gibi onerileri savunanlar onerilerinin, en azindan tuketim acisindan toplumu daha esit hale getirecek onlemleri barindirdigini iddia ediyorlar. (ayrinti isteyenleri ny times'in su haberine yonlendirecegim: tiklayin)

vergi sisteminin adilligi ise tamamen subjektif bir mevzu. misal, su "adil vergi" kavraminin sozde mi ozde mi adil oldugu tartismalidir. ayrica, adalet illa esitlik anlamina gelmez; hatta kimi bakis acilarina gore esitsizligi gerektirebilir. yani bir insan tuketim vergisinin esitsizligi arttiracagini dusunse bile pek ala onu daha adil bulabilir. nasil mi? mesela soyle dusunur: gelir, bir insanin topluma yaptigi katkinin karsiligidir. uretim, toplumun isgucu, sermaye, isgucunun niteligi, toprak ve saire gibi uretim faktorleri kullanilarak yapilir. cok kazanan insanlar bu uretim faktorlerini digerlerinden daha verimli kullananlar, yani topluma daha cok katki yapanlardir. gelirlerini harcamayip tasarruf yapanlarsa gelecekteki uretime ve hatta verimlilik artisina katkida bulunurlar. tuketiciler ise uretileni kendi istekleri dogrultusunda tuketirler. olaya boyle bakan bir insan icin adil olan, gelir vergisi dahil, isgucu, sermaye ve saire uzerindeki tum vergilerin bir tuketim vergisiyle yer degistirmesi olabilir. oysa ki esitlikci bir bakis acisindan bu sistem adaletsizdir. (bundan mirrlees yaklasimi konusundaki yazimda bahsetmistim.)

ozetle, vergi sisteminin toplumun esitlik/adalet tercihleri yonunde sekillenmesi tamamen siyasi bir surec. bu konuda biz ekonomistlerin soyleyecegi fazla bir sey yok. ama baska bir konuda soylenebilecek cok seyler var; o da iktisadi verimlilik. zaten yukarida sozunu ettigim "adil vergi" tartismalarinda dikkatimi ceken, bunun topluma (olculebilir ve gozlenebilir) maddi katkilarinin ne olacaginin one cikmasi. savunuculari, uretim uzerindeki tum vergilerin kaldirilmasinin cok belirgin bir buyume artisi getirecegini, vergi sistemini basitlestirip burokrasiyi azaltacagini iddia ediyorlar. tabii bu gorusleri elestirenler de var. (detay arayanlari yine google'a havale edecegim.)

pratikte fiyatlari bozup verimsizlik yaratmayan bir vergi sistemi olmaz. ama mevcut sistemlerden daha basit, etkin ve verimli sistemler gelistirilebilir. peki tuketim vergisi bunu saglayabilir mi? amerika'yi bilmem ama turkiye'de su an icin saglayamayacagi kesin. en basta vergi kacaklari alir basini yurur. ayrica, bana boyle bir sisteminin gerek sarti, kamu harcamalarini radikal bir bicimde azaltmaktir gibi geliyor. kisaca, hem iktisadi hem de siyasi yonden su an icin bize cok uzak bir mevzu bu.

ek: greg mankiw de bu onerinin elestirel bir analizine link vermis: tiklayin.