16 Ağustos 2020 Pazar

Üçlemden kaçış yok

Uluslararası iktisatta üçlem/imkansız üçleme (trilemma) denen olgu, döviz kuru ve faiz hareketlerini ve ekonomi yönetiminin politika seçeneklerini anlamada temel teşkil eder. Buna göre, açık ekonomilerde faizleri düşüren bir parasal genişleme döviz kurunun yükselmesine, daralma ise tam tersine sebep olur. Ülkenin döviz rezervi varsa, piyasaya döviz verilerek kur artışı engellenebilir. Fakat hazıra dağ dayanmayacağından, döviz talebi kesilmezse rezervler erir ve sonunda ya döviz kuru serbest bırakılır ya da dışa açıklıktan feragat edilir.

Ülkemizde salgının ekonomik etkilerini hafifletmek için parasal genişlemeye gidildi. Başka ülkelerde olduğu gibi devlet ihtiyaç sahiplerine çok fazla nakit destek veremedi ama bol ve ucuz kredi sağlayarak toplam talebin hızla toparlamasına destek oldu. Üçlem icabı, bu aynı zamanda Türk lirasından kaçışı hızlandırdı ve döviz kurundaki yükseliş baskısını artırdı. Serbest bırakılsa kur gidecek ama bırakamıyoruz, çünkü hem enflasyon patlar, hem dövizle borçlu olan birçok firma ve onlara kredi veren bankalar zora düşer. O yüzden, kamu bankaları resmi rezervleri ve kendi kaynaklarını satarak döviz kurunu tutmaya çalıştı. Yeterli gelmeyince döviz hareketlerine kısıtlamalar getirilerek serbestlikten feragat edildi. Bankaların yurtdışıyla yaptıkları vadeli döviz işlemleri neredeyse tamamen engellendi. Vatandaşı caydırmak için (döviz alımına vergi, bankadan nakit çekimine ücret, düşük faiz vb.) ek maliyetler çıkartıldı. Hatta yüklü döviz alım satımı, nakit çekimi ve yurtdışına transfer gibi işlemlerin didik didik incelenmesi ve gerekirse engeller çıkartılması da mevcut şartlarda gayet mümkün.

Döviz piyasasına satım yoluyla müdahale etme imkanı, merkez bankasının ve kamu bankalarının döviz varlıklarıyla sınırlı. Bu imkan tükenmiş değil, fakat iki önemli sorun var. Birincisi, rezerv varlıklar aynı zamanda ülkenin kara gün kaynağı ve bunun şu anki seviyesi ancak birkaç aylık ithalatı ve vadesi gelen dış borcun küçük bir kısmını karşılayabiliyor. Yeni bir salgın, savaş, uluslararası yaptırım, doğal afet gibi olağanüstü (ama göz ardı edemeyeceğimiz) durumlarda, bu dövize çok ihtiyacımız olacak. O yüzden, bugün rahat harcamamalıyız. İkinci sorunsa, merkez bankasının döviz yükümlülüklerinin varlıklarından fazla olması. Son haftalarda dış basında, merkez bankasının döviz pozisyonunun nette bir hayli ekside olduğuna dair birçok haber çıktı. Yabancı yatırımcı, içeride vatandaşlara getirilen kısıtlamaları çok umursamaz, fakat kendisi çıkmak istediğinde alacak döviz bulamaması riskini umursar. Bu kaygıyla ellerindeki Türkiye varlıklarını satan yabancılara, kurlar artaracak diye bekleyen yerlilerin döviz talebi ve cari açıktan kaynaklanan döviz çıkışı da eklenince piyasa uzun süredir durulmadı. Zaman geçtikçe, bu kaygı ve beklentilerin yuvarlanan kar topu gibi büyüme ve bir finansal panik yaratma tehlikesi arttı.

Gelinen noktada önümüzdeki seçenekler neler? A, fazla bir şey değiştirmeyip pandeminin geçmesini ve dünya ekonomisinin düzelmesini beklemek. B, döviz kurunu serbest bırakmak. C, faizi döviz kuruna istikrar sağlayana kadar yükseltmek. D, döviz piyasası ve sermaye hareketlerine katı kısıtlamalar getirmek. E, ortaya karışık bir şeyler yapmak.

Son zamanlarda kur ve faizlerin biraz yükselmesine izin verildi. Bankalara yönelik bazı düzenlemeler de yumuşatıldı. Demek ki ekonomi yönetimi mevcut durumdan pek memnun değil. Bu yüzden, A seçeneği elenecek gibi duruyor. Yukarıda belirttik, enflasyon döviz kuruna duyarlıyken ve şirketlerin döviz borcu da yüksekken kur nereye giderse gitsin diyemeyiz. Dolayısıyla, B de çıkar yol değil. C, normal koşullarda tercih edilecek seçenek. 2018'de ABD ile papaz olduğumuzda, yüklü bir faiz artırımı yapıp sonra bir süre sabrederek kur şokunu başarılıyla atlatmıştık.  Şimdi de iktisadi faaliyet toparlanmaya devam ederse, gevşek para politikasına ihtiyaç kalmayabilir ve bir miktar sıkılaşmaya gidilebilir. Ancak pandemi tehdidi sürerken, ekonomiyi daraltacak ölçüde güçlü bir parasal sıkılaştırma yapılmaz. D ise, ümitsiz bir durumda başvurulacak son çare. Var olan kısıtlamaların çok ötesinde; bankalardan döviz çekiminin sınırlandırılması, yurtdışına döviz çıkışının yasaklanması, dış borçların ödenmemesi gibi radikal tedbirler olağanüstü şartlarda devreye girer. Umarım işler o noktaya varmaz, ama bugünün dünyasında çok da rahat olamıyoruz maalesef.

İlk dört seçenek çok makbul görünmediğinden, E tercih edilecek gibi duruyor. Yani döviz kurunda kontrollü bir yükseliş ve faizlerde ekonomik daralma yaratmayacak bir seviye hedeflenecek. Döviz piyasasına müdahaleler sürecek ama şakkadanak milyar dolarlık satışlar yapılmayacak. Sermaye kısıtlamalarında da seçici olunmaya çalışılacak. Tabii, söylemesi kolay, yapması zor. Değişen koşullara göre politikaları adım adım uyarlamak ve istikrar sağlayacak bir politika bileşimi aramak makul bir strateji olur. Fakat uygulamada işler nasıl yürür, onu göreceğiz.

IMF desteğiyle bu krizden çıkış daha kolay olabilirdi. Fakat hem iktidarı içeride siyaseten zor duruma düşüreceğinden, hem kapsamlı bir program için belirlenecek şartlar iktidarın ekonomide elini bağlayacağından, hem de belki uluslararası ilişkilerde Türkiye'nin batıya karşı konumunu zayıflatacağından, bugüne kadar bu tercih edilmedi. Fakat pandemi yüzünden ekonomik belirsizliklerin son derece yüksek olduğu bir dönemde, politikacılar bugün ne söylerse söylesin, o kapının kapalı olduğunu düşünmüyorum. Umalım ki, mecbur kalınmasın.