19 Kasım 2016 Cumartesi

Döviz kuru şokuna ne yapılabilir?

Doların dünya piyasalarında değerlendiği, Türk lirasının bundan özellikle kötü etkilendiği bir dönemden geçiyoruz. Peki bu durumda kısa vadede hangi politika adımları atılabilir? Mevcut koşulları da dikkate alarak değerlendirelim. 

Döviz rezervleri

Geçici kur şoklarına karşı, böyle durumlar için biriktirilen döviz rezervleri kullanılır. Geçmiş yıllarda Rusya, Çin gibi büyük rezervleri olan ülkelerin yaptığı gibi, yüklü miktarlardaki döviz satışlarıyla değer kayıpları sınırlanabilir. Böylelikle şokun etkisinin geçmesi beklenir; yapısal bir sorun varsa, esaslı bir önlem almak için zaman kazanılır.

Bizim durumumuzda ise, cari fazla veren bir ülke olmadığımızdan döviz rezervimiz sınırlı. Onu da öyle uzun süre ve büyük ölçekte kullanma lüksümüz yok. Yine de kurlardaki oynaklığı törpülemek için, rezervlerimiz yer yer kullanılıyor. Merkez bankamız son zamanlarda rezerv opsiyon katsayısı gibi küçük bir zümre dışında ne olduğu bilinmeyen bazı araçlarda ayarlamalar yaparak bunu yönetiyor. Geçmişte günlük ihalelerle piyasaya az az döviz sattığı da olmuştu, bir seferde doğrudan büyük müdahaleler yaptığı da. Ancak çok etkili olduğu söylenemez.

Üçlem - Trilemma

Daha önce de (burada) yazmıştım, uluslararası finans teorisindeki temel kavramlardan biri olan  “trilemma” (üçlem diye çevirebiliriz) şu üç hedefe aynı anda ulaşılamayacağını ifade ediyor: dış dünyadan bağımsız faiz politikası, döviz kurunun kontrolü, sermaye hareketlerinde serbestlik. Yani birinden feragat etmek gerekiyor. Dolayısıyla büyük ve sürekli kur şoklarına karşı 3 şeyden biri yapılmalı: faiz artırmak, kuru serbest bırakmak, sermaye hareketini sınırlamak.

1. Faiz artırımı. Yatırımcılar ülkenin parasından kaçıyorsa, onları kalmaya teşvik etmenin en kestirme yolu daha fazla getiri sağlamaktır. Karşılığını alacaksa yatırımcı icabında daha fazla riske de katlanabilir. (Tabii finansal yatırımcının getirisini artıran bu politika, içerde kredi kullanmak isteyen reel sektörün de maliyetini artırır.)

ABD başkanlığına Trump seçildikten sonra, bu ülkeyle ticareti riske giren ve parası tepe taklak olan Meksika daha yeni bu yolu seçti. Bizde de Ocak 2014’te, merkez bankasının döviz satım müdahalelerinin başarısız olmasının ardından yüklü bir faiz artırımına gidilmiş ve döviz kurlarının alıp başını gitmesi engellenmişti.

Peki merkez bankamız bugün de faiz artırır mı? Para politikasının karmaşık çerçevesi içinde bazı ayarlamalar mümkün olabilir. Ancak esaslı bir faiz artırımının yaratacağı parasal sıkılaşma,  hükümetin son dönemdeki ekonomiyi canlandırma gayretleriyle de, cumhurbaşkanımızın kredi faizleri düşürülsün isteğiyle de tezat oluşturur. Herhalde mecbur kalmadıkça, ekonomide daralmaya yol açabilecek bir artış yapılmaz.

2. Kuru serbest bırakmak. Normalde enflasyon hedefleyen bağımsız bir merkez bankası varsa bunu düşünmek bile abes. Enflasyondaki kur etkisinin yüksek olduğu bir ülkede paranın değerini korumadan enflasyon düşmez. Ancak merkez bankası bugün çok bağımsız olmadığından ve para politikasının fiili önceliği iç talebi canlandırmak olduğundan, durum biraz farklı. Düşük faiz ve düşük enflasyon arasında seçim yapmak durumunda kalınırsa, ikinciden feragat edildiğini görebiliriz.

Tabii yüksek enflasyonun uzun vadeli faizleri yükselteceğini ve kur artışlarının döviz borçlusu firmaları zora sokarak ekonomik istikrarı tehdit edeceğini de dikkate almak lazım. Enflasyonun neden faizin sonuç olması Ankara’da ne kadar rağbet görür bilmem ama reel sektörün borç yüküne herhalde kayıtsız kalınamaz. O yüzden döviz kurunu çok serbest bırakmak da zor.

3. Sermaye hareketini sınırlamak. Sermaye çıkışlarını engellemek finansal panik ortaya çıktığında ve eldeki araçlar yetersiz kaldığında izlenebilecek bir politika. Birkaç sene önce Güney Kıbrıs ve Yunanistan’daki bankacılık krizlerinde geçici bir süre uygulanmıştı. Bizde ise kriz yok. Bu ortamda sırf faizleri bir-iki puan artırmamak için hiç yoktan panik çıkarmanın alemi de yok. O yüzden bunun lafını bile etmemek lazım.

Sonuç?

Kısa vadedeki politika alternatifleri arasında çok iyi bir tercih yok. Kötünün iyisi var ki, o da genelde faiz artırımı oluyor. Esas mesele uzun vadede yapısal sorunları çözmek. Türkiye’de üretkenlik arttığında, tasarruflar büyüdüğünde, yabancı sermaye içinde doğrudan yatırımların payı yükseldiğinde, finansmanda (“hedging” vs. yoluyla) riskler en az indirildiğinde, en önemlisi ülkemize ve dünyaya huzur ve güven geldiğinde kur hareketleri bu kadar önemli olmayacak.

12 Kasım 2016 Cumartesi

İktisatseverler için film önerileri

Konusu iktisatla ilgili ya da kenarından köşesinden iktisadi meselelere bulaşmış çok film var. Ancak bir şeyler öğreten; iktisadi kavramları, gelişmeleri, tarihsel olayları daha iyi anlamamızı sağlayan; üstelik keyifle izlenen yapım az. Hafızamı yokladım ve izlediklerimden dikkate değer bulduğum birkaç filmi iktisat meraklılarına tanıtmak istedim.

Hakkında daha önce (şurada) yazdığım Devrim Arabaları, bilhassa iktisat öğrencilerine izlemelerini şiddetle tavsiye edeceğim bir eser. 60'lı yıllarda Türkiye'de yerli otomobil üretmek amacıyla başlatılan bir projeye dair gerçek bir olay kurgulanmış. Yalnız uyarayım, mühendislerin kahraman olduğu bu filmde iktisatçılar kötü adam. Yine de eleştirel gözle izlenip iktisatçılarla empati kurulduğunda kalkınma, sanayi politikaları ve korumacılık gibi konularda düşünmemizi sağlıyor; Türkiye'deki sanayileşmenin başlangıcını anlamamıza yardımcı oluyor. Üretim olanakları sınırı (production possibilities frontier), fırsat maliyeti (opportunity cost), fayda maliyet analizi (cost-benefit analysis) kavramlarına dikkat. 

Finans ve özellikle de küresel finans krizi üzerine yapılmış en iyi film The Big Short (Büyük Açık). Tarihin en büyük piyasa başarısızlıklarından birini ilk fark eden ve finans piyasalarındaki fiyatların ekonomik gerçekleri yansıtmadığını gören üç-beş alsatçının (trader) buna göre pozisyon almalarını ve paranın gözüne vurmalarını anlatıyor. Böyle özetleyince çok sıkıcı durduğunun farkındayım. Konuya ilgi duymayanlar için ne heyecanlanacak, ne feyz alacak pek bir olay yok. Ama finansa biraz ilgili duyanlar, krize yol açan piyasa başarısızlıklarının nasıl oluştuğunu, yasal düzenlemelerin nasıl yetersiz kaldığını film sayesinde daha iyi anlayabilirler. Filmde ünlü bazı şahısların hikayeyi bölüp karmaşık finansal meseleleri kendi meşreplerince izleyiciye açıkladıkları, sıradışı bir teknik kullanılmış. Bu şahıslardan biri de meşhur davranışsal iktisatçı Richard Thaler.

İşgücü piyasası ve işçi hakları, ekonomik buhran gibi toplumsal yönü ağır basan konularda, aklıma ilk olarak John Ford'un yönettiği ve roman uyarlaması olan iki klasik film geliyor: How Green Was My Valley, The Grapes of Wrath. Türkçeleriyle, Vadim O Kadar Yeşildi Ki ve Gazap Üzümleri. İlki 19. yüzyılda Galler'deki kömür madencilerinin yaşamını, ikincisi ABD'de Büyük Buhran sırasında çiftliğini kaybetmiş ve iş bulmak için batıya göç eden insanları anlatıyor.

Bizde de özellikle 70'li yıllarda toplumcu filmler yapılırdı. İçlerinde Levent Kırva ve Ayşegül Atik'in başrollerinde oynadığı ve ekonomik dönüşümle beraber gerçekleşen köyden kente göçü konu edinen Taşı Toprağı Altın Şehir aklımda yer etmiştir. Çok küçükken televizyonda izlediğim bu filmde, kabzımalların ıspanakları denize dökmekten menfaat sağlamaları o vakitler çok garibime gitmişti. Sebebini yıllar sonra talebin fiyat esnekliğini öğrenince anladım.

Hafif bir şey olsun içimizi karartmasın, içinde biraz aşk-meşk de bulunsun diyorsanız, dış kaynak kullanımı (outsourcing) temalı, orijinal ismiyle müsemma romantik komedi Outsourced var. Türkçe ismi Yeni Bir Aşk gibi alakasız bir şey. Burada teknolojik gelişimin, mal ve hizmetlerin serbest dolaşımının ne getirdiğini, kimden ne götürdüğünü görüyoruz.