10 Şubat 2016 Çarşamba

Bir iktisat laboratuvarı olarak Türkiye ve et fiyatları

son zamanlarda haberlere baktığımda, iktisat okuyanlar için türkiye'de yaşamanın büyük şans olduğu hissine kapılıyorum. gün geçmiyor ki iktisat kitaplarında okuduğumuz temel konular hayatımıza doğrudan etki etmesin. enflasyonun zararları, korumacılığın etkileri, asgari ücret zamlarının sonuçları gibi şeyler gözümüzün önünde duruyor. mesela ben asgari ücret zamlarının tüketici fiyatlarına, ekonomik büyümeye, gelir dağılımına, yoksulluğa, işgücü piyasasına, kayıt dışı ekonomiye, para ve maliye politikalarına nasıl etkileri olacak çok merak ediyorum. asgari ücretlerin artırılması şu an dünyada gündemde olan, hakkında lehte ve aleyhte çok konuşulan bir mevzu. ülkemizin deneyimi bu konuda bilgimizi genişletecek. ama bugünkü yazımın konusu asgari ücret değil; farklı bir şeye getirilen başka bir fiyat kontrolü: et fiyatlarındaki tavan fiyat uygulaması.

bugünkü haberlerden öğrendiğimize göre (mesela bu), tarım bakanlığı üreticilerle de anlaşıp ette tavan fiyat uygulamaya başlamış. bakanlık daha düşük fiyatlı ürünler olan kıyma ve kuşbaşı etin fiyatını belli bir seviyede sınırlamış. diğer ürünler içinse sınırlama yok.

buradaki asıl sorun şu. et gibi gıda ürünlerinde nüfus artışı, dışardan göç, turizm gibi nedenlerle talep hızlı artıyor; ithalata karşı ağır korumacılık, yetersiz verimlilik artışı ve üstüne üstlük ihracat sebebiyle arz yeterince hızlı artamıyor. bu sebepten senelerdir gıda ürünlerinin fiyatları tüketici fiyatları ortalamasından hızlı yükseliyor. başka bir deyişle, gıda nispeten pahalılaşıyor. tavan fiyat politikası, bu sorunların hiçbirine çözüm getirmiyor. zaten çok süper bir çözüm olsa uygulamak için bugüne kadar beklenmezdi; uygulama etle de kalmazdı.

peki ne yapıyor tavan fiyat? öncelikle standart arz ve talep eğrilerini düşünelim. bir defa biliyoruz ki, tavan fiyat piyasanın dengesinden yüksekte belirlenmişse onun bir etkisi olamaz. politikanın etkili olduğu, yani fiyatın tavana dayandığı noktadan itibaren talep arzı aşar; kıtlık ortaya çıkmaya başlar. yani ürünün fiyatının tavanı geçemeyecek olması, sizin markete gidince o ürünü bulacağınız anlamına gelmez. o durumda markete sabah erken giden ya da kasapla arası iyi olup önceden ayırtan eti alırlar. geri kalanlarsa, ceplerinde para varsa tavan fiyatın geçerli olmadığı yüksek fiyatlı ürünleri alır; yoksa et alamaz. bir diğer ihtimal de, fiyatı değişmeyen ürünün niteliği değişebilir. mesela kasapta yağlı kıymalar bollaşırken, az yağlı kıymalar azalabilir.

ayrıca uygulamanın et ürünlerinin tümü üzerinde karmaşık etkilerinin olması da muhtemel. örneğin, maliyetleri yükselten ve ucuz etteki kar marjını düşüren olumsuz bir arz yönlü şok geldiğinde, tavan fiyat sebebiyle bunu fiyatlara yansıtamayan satıcıların, maliyetleri diğer ürünlerin fiyatlarına yansıttığını görebiliriz. bu da söz konusu fiyatların daha sert yükselmesine yol açar. bu durumda yükselen fiyattan satılan et miktarı azalırken, muhtemeldir ki ucuz etteki arz da düşecek ve yukarıda anlattığım üzere talebi karşılayamayacaktır.

özetle, tavan fiyat dar gelirlilerin eti ucuza almasını sağlayabilir; ancak eti bollaştırmasını değil, kıtlaştırmasını bekleriz. oysa dış ticaretteki korumacılığı kademeli olarak kaldırmak ve üreticiyi verimliliğini artırmaya teşvik etmek, eti hem ucuzlatıp hem bollaştırabilirdi.

peki ya piyasada eksik rekabet varsa bir şey değişir mi? süpermarket zincirlerinin oligopolistik bir piyasada faaliyet gösterdiğini düşünürsek, tavan fiyatın fahiş fiyatları dengelemekte faydalı olabileceğini düşünebiliriz. ancak bu konuda dikkat edilmesi gereken birkaç şey var. birincisi, fiyatların rekabetçi seviyeden yüksek olması bir şey, sürekli enflasyonun üzerinde artış kaydetmesi başka bir şey. eksik rekabet ilk söylediğimi açıklar ama (rekabet koşulları mütemadiyen bozulmuyorsa) ikincisini açıklamaz. dolayısıyla, türkiye'de gördüğümüz süreklilik arz eden yüksek gıda enflasyonu, başta belirttiğim arz ve talebi belirleyen sebeplere bağlı olmalı. ikincisi, eksik rekabet ciddi bir sorun olabilir; ama bu durumda rekabeti tesis edici düzenlemeler yapmak gerekir. bir süpermarkette satılan binlerce ürünün fiyatını tek tek belirleyemeyeceğimizden, fiyat kontrolleri çare olmaz.

1 Şubat 2016 Pazartesi

Enflasyonu düşürmek tüketiciyi korumaktır

geçenlerde internet sitelerinde bankaların aldığı hesap işletim ücretleriyle ilgili bir haber vardı (link burada). tüketicilerin haklarını korumak maksadıyla dava açan bir dernek bunlar için yürütmeyi durdurma kararı çıkarmış. karar kesinleşirse bankalar bu ücreti alamayacaklarmış. haberdeki bilgi doğruysa, burada söz konusu olan tutar senelik toplam 10 milyar lira. bu karar doğru mu yanlış mı konusuna girmeyeceğim. benim ilgilendiğim nokta, en az bunun kadar maliyetli başka bir şeyin tüketici derneklerinin gözünden kaçıyor olması. ne bu? enflasyon.

vadesiz hesabınızda ya da cebinizde ihtiyaçlarınızı karşılamak üzere ortalama 1000 lira nakit tutuyorsunuz diyelim. yıllık enflasyon yüzde 8 ise, siz farkında bile olmadan yıl içinde bunun 74 lirasını kaybedeceksiniz. nasıl? bugün 1000 lirayla alabileceğiniz şeyleri, gelecek sene 1080 liraya alabileceksiniz. sahip olduğunuz her 1 liranın alım gücü seneye bugünkü parayla (1000/1080=) 0.926 liranınkine eşit olacak. dolayısıyla kenarda tuttuğunuz 1000 lira alım gücünden (1000-926=) 74 lira kaybedecek. bunun enflasyon yokken hesaptan 74 lira kesmekten sonucu itibariyle farkı yok. fark şekilde; biri gizli gizli eksiltiyor parayı, diğeri alenen.

1000 lirayı burada örnek olsun diye söyledim. şimdi gerçek sayılarla konuşalım. merkez bankasının yayınladığı para arzı verilerine göre, dolaşımdaki para ve vadesiz türk lirası mevduat hesaplarının toplamı 2015 sonunda 200 milyar liranın üzerindeymiş. sene boyunca bu miktar sabit kalsa (ki aslında büyüyecek), enflasyondaki her 1 puanlık artış için cebimizden kabaca 2 milyar lira kadar çıkacak demektir. kime gidecek bu para? bir kısmı parayı yaratan devlete, diğer kısmı enflasyon pozitifken sıfır faizle vadesiz mevduat toplayan bankalara. demek ki enflasyon, ileri ekonomilerde hedeflendiği gibi yüzde 2 olmak yerine, yüzde 8 olunca vatandaşlar yaklaşık 12 milyar lira kaybediyor. tutar hesap işletim ücretinin tasarruf sahibine yüklediği iddia edilen maliyeti aştı bile. lakin enflasyonun maliyeti bu kadar değil.

para ve vadesiz mevduat herhangi bir faiz ödemeyen, enflasyona karşı koruma sağlamayan araçlar. vadeli mevduatlar (ve bono/tahvil gibi sabit getirili tasarruf araçları) enflasyon beklentisinin üzerinde bir faiz sağladıkları için, enflasyondan bir yere kadar koruma sağlarlar. ancak orada da bankaların bunlara karşı tutmak zorunda oldukları zorunlu karşılıkların maliyeti ile enflasyonda yaşanan öngörülemez dalgalanmalar tasarruf sahibinin getirisini düşürebilir.

buraya kadar sadece tasarruflar üzerinden vatandaşa binen yüklerden bahsettik. bunun haricinde enflasyonun kaynakların verimli ve adil dağılımını etkileyen çok sayıda olumsuz etkisi var. mesela bir işçinin ücreti hayatının pahalılandığı oranda artmıyorsa, işçiden işverene reel olarak bir gelir transferi oluyordur. benzer şekilde fiyatlardaki beklenmeyen dalgalanmalar, kira ve borç kontratlarında taraflardan birine diğerinin aleyhine olacak şekilde avantaj sağlar. yüksek seviyelerde enflasyonun oynaklığı da fazladır. bu sadece gelir dağılımını etkilemekle kalmaz, risk primi yaratarak verimsizliklere de yol açar. ekonomideki her türlü tüketim, tasarruf, yatırım kararına; piyasa işlemlerine ve bunların sonuçlarına bozucu etkileri olan enflasyonun sebep olduğu kayıp, aslında yukarıda hesapladığımızın çok üzerindedir.

özetle, enflasyon radyasyon gibi bir şey. fark ettirmeden büyük zararlar verir. tüketici hakları, gelir dağılımı, sosyal adalet ve benzeri konularda duyarlı olanların, fiyat istikrarını ciddiye alması gerekir.