26 Mayıs 2007 Cumartesi

Takı Merasimi, Hediye Seçimi ve Sosyal Politikalar

turk dugunlerindeki taki merasimi benzeri bir sey baska bir yerde var midir acaba? amerikali ogrencilerime davetlilerin dugunlerde gelin ve damada para taktiklarini soylemistim de sasirmislardi. onlarin geleneginde evlenen ciftlere hediye verilirmis. para vermeyi kabalik olarak goruyorlar sanirim. oysa bizde oyle gorulmez. dugunlerde taki merasimi yapilir ve genellikle altin takilir, ama para takmak da yadirganmaz. yeni evliler dugun masraflarini karsilamak icin takilan altinlari da bozduracaklardir zaten. sonucta, para ya da altin takmak, turkiye'de yeni evli cifte hediye vermekten daha makbuldur. para ciftin daha cok isini gorur. (bilmiyorum bunun iktisadi mantigini daha cok aciklamama gerek var mi? detayli malumat arayanlar icin ekonomiye giris kitaplarinda bunun grafiklerle bezeli teknik aciklamasi mevcut. ama en guzeli cevredeki yeni evli ciftlere sormaktir.)

dugunler disinda hediye yerine para ve altin vermenin makbul oldugu birkac yer daha var. ama diger ozel gunlerde, mesela dogumgununde, evlilik yildonumunde ya da sevgililer gununde kimseye hediye yerine para verildigini gormedim. zira bu tip ozel gunlerde verilen hediyenin maddi ya da kullanim degerinden cok manevi degeri var. hediye bir ise yaramasa da hatirlamak onemli. dugun yapan insanin ise manevi oldugu kadar maddi destege de ihtiyaci var. bu yuzden farkli durumlarda verilen hediyeler de farklilasiyor.

buradan cikartilabilecek ders su. birinin isine yarayacak bir hediye vermek istiyorsaniz, oncelikle para ya da altin vermeyi dusunmelisiniz. eger bunun yakisik almayacagini dusunuyor ve isine yarayacak bir hediye vermek istiyorsaniz, hediye alacaginiz sahsa bunu sormak en iyisi. surpriz yapacaksaniz da buyuk bir magazadan hediye ceki hediye edebilirsiniz. tabii o zaman hediyenin degeri belli olacaktir. bunu istemiyorsaniz, hediye alacaginiz insanin ihtiyaci ve zevki konusunda da emin degilseniz ve butceniz de kisitliysa, en guzeli kucuk ama manevi degeri yuksek bir sey almaktir.

peki bunlar aklima nereden geldi? turkiye'ye geldim. gelenek ve goreneklerimizi hatirladim. bu arada sosyal politikalar uzerine dusunurken aklima cesitli sorular takildi: sevdiklerimize hediye alirken boyle dusunuyoruz, insanlara yardim ederken nasil dusunmeliyiz? fakirlere en iyi nasil yardim edebiliriz. mesela yasli ve yoksul birine yardim olsun diye is vermek mi, yoksa dogrudan para vermek mi onu ve bizi daha cok mutlu eder? maddi tatmin mi, manevi tatmin mi daha onemli? vs. vs...

25 Mayıs 2007 Cuma

Ahlaki Tehlike (Moral Hazard)

temsilcilik problemi (agency problem/principal-agent problem) denen bilgi asimetrisinden kaynaklanan sorunlardan biridir. orneklerle aciklayalim.

en klasik ornek, isci isveren iliskisidir. diyelim ki pazarlama isiyle ugrasan bir isverenin pek cok iscisi var. isverenin kari iscilerin yaptiklari satisa bagli. iscilerse yaptiklari is karsiligi haftalik sabit bir ucret aliyorlar. varsayalim ki satislar iscinin gayretine ve sans faktorune bagli. yani iscinin sansina bagli olarak haftalik satislar beklenenin altinda ya da ustunde olabiliyor. ayrica isci satis icin ciktiktan sonra isveren onu donene kadar gormuyor. yani gercekten iyi calisip calismadigini bilmesine imkan yok. iste boyle bir ortamda denetleme eksikligi sebebiyle iscinin butun gun kahvede okey oynayip sonra geri donunce "abi bugun sanssizdim, is cikmadi" deme riskine ahlaki tehlike deniyor. (not: burada denetlemek kadar, sozlemenin sartlari yerine gelmediginde bir ceza uygulayabilmek de onemli. bir defa ise aldiktan sonra isciyi calismasa bile kovamiyorsaniz, gene ahlaki tehlike olusur.)

peki ahlaki risk karsisinda isveren ne yapar? iscilerine verdigi sabit ucreti kaldirir; onun yerine iscilere ucretlerin yapilan satisa gore belirlendigi bir kontrat onerir. boylece isci ve isverenin cikarlari ayni hizaya gelir. isci cok satis yaparsa, hem kendi kazanir hem de patron kazanir. peki bu ideal bir sonuc mu? maalesef degil. dedik ya satislar iscinin sansina bagli olarak degisebiliyor. bu da iscinin o hafta evine goturebilecegi paranin satislara bagli olmasi demek. ama ev kirasi, elektrik parasi, mutfak masrafi, cocugun okul taksidi gibi iscinin harcamalari az-cok sabit. dolayisiyla hesabini bilmesi acisindan isci sabit bir haftaligi tercih ederdi. satisa bagli ucret sistemi ise iscinin uzerine fazladan risk bindiriyor. oysa ideal olan riskin isveren tarafindan ustlenilmesi. zira pek cok iscisi olan isveren toplam satisla ilgilenir; o da tek tek iscilerin yuz yuze oldugu bireysel satis riskinden etkilenmez.

kisaca, ideal sistem iscilerin isverenin istedigi gayretle calisip sabit bir ucret almalarini gerektiriyor. ama bilgi asimetrisi sorunu ve ortaya cikardigi ahlaki risk, isci ve isveren arasindaki sozlemenin ideal sozlesmeden farkli olmasina yol aciyor. (bazilari bilginin tam oldugu, yani isverenin isciyi denetledigi ilk duruma "first best"; ikinci duruma "second best" diyor.) iste ideal sistemden gorulen bu sapma bilgi asimetrisinin topluma maliyetidir.

ahlaki tehlike problemine daha pek cok ornek verilebilir. mesela mevduat sahiplerinin parasini riskli kredilerde kullanip zor duruma dusunce bankayi tsmf'ye devredip kacan banka sahibi; mevduatinin tamami devlet garantisinde oldugu icin batacak bankaya yuksek faiz beklentisiyle para yatiran mevduat sahibi; evlenmeden once kendine bakip evlendikten sonra kendisini salan kari/koca hep bu ahlaki riskin taraflaridir.

not: ahlaki tehlikenin en fazla sorun yarattigi alanlardan birisi de devletin iktisadi ve sosyal politikalarinin uygulamasidir. bu konuya daha sonra deginecegiz.

23 Mayıs 2007 Çarşamba

İnandırıcılığı Olmayan Tehdit (Incredible Threat) ve Türk Futbolu

bir onceki yazimda zaman tutarsizligi probleminden bahsetmistim. zaman tutarsizligi probleminin kaynagi en basta verilen sozlerden daha sonra caymanin sozu veren tarafin cikarina olmasidir. bu yuzden karsi taraf soze inanmaz. oyun teorisi terminolojisiyle konusursak karsi taraf icin inandirici olmayan boyle bir strateji, oyuncularin sirayla hamlelerini yaptiklari bir oyunun dengesi olamaz.

aslinda bu konu bu haftasonu oynanan galataray-fenerbahce macindan sonra yasanan tartismalari izlerken aklima geldi. once hurriyet'ten mehmet y. yilmaz'in pazartesi gunku yazisini okudum. daha sonra da hincal uluc'un 90 dakika'daki yorumunu dinledim. ikisinin de birlestigi nokta galatasaray'a ibretlik bir ceza verilmesinin gerekliligiydi. ama ozellikle uluc bu konuda umutsuzdu. zira lig uc buyukler icin bitmisken ve daha once benzer durumlarda buyuk kuluplere ceza gelmemisken, gelecek sezona etki edecek buyuk bir cezayi, futboldaki mevcut politik cekismeler de goz onune alindiginda, futbol federasyonunun veremeyecegini dusunuyordu.

bunlar macta olaylar ciktiktan sonra yapilan yorumlar. ama uluc'a mactan once macta olaylar ciksa bundan sonra ne olur diye sorsaydik, muhtemelen ayni seyleri soylerdi. turk futbolunu biraz takip eden herkes biliyor ki kurallar buyuk kulupler icin kucuklere uygulandigi gibi uygulanmiyor. bunu maclarda olay cikaran fanatikler de biliyor, kulup yoneticileri de. bana oyle geliyor ki son macta galatasaray'in ciddi bir ceza alacagini dusunseler, galatasarayli taraftarlar macta sahaya organize bir sekilde sise yagdirmazlar; yoneticiler de boyle bir harekete engel olmak icin cirpinirlardi.

ozetle durum su: futbol federasyonu ve sorumlu diger kurumlar bastan bir kural koyuyor. ama herkes biliyor ki her sey olup bittikten sonra bu kurallar kararlilikla uygulanamayacak. o zaman da ceza tehdidi inandirici ve caydirici olmuyor tabii. peki inandiriciligi ve caydiriciligi saglamak icin ne yapmali? mesele insanlarin, var olan kurallarin her durumda kendilerine harfiyen uygulanacagini bilmesinde. kucuk kuluplere bu kurallar daha rahat uygulanabildigi icin orada fazla bir caydiricilik sorunu yok. ama buyuk ve guclu kuluplere dis gecirebilmek mesele. uzun vadede buna karsi federasyon icerisinde reform niteliginde bir takim kurumsal duzenlemeler yapilabilir. ornegin kurum icerisinde tahkim kurulu disinda yasama, yurutme ve yarginin ic ice olmasi bana bir sorun gibi duruyor. neyse, boyumuzdan buyuk islere girmeyelim. reformu bu isin icinde olanlar tartissinlar.

kisa vadede ne yapilabilir, onu tartisalim. bir defa yilmaz ve uluc'a katilmiyorum. daha once uygulanmayan kurallari bugun kati bicimde uygulamaya karar vermek ve galatasaray'a ibretlik bir ceza vermek, bir standardi olmayan keyfi bir karar olur. bundan sonra her olayda ayni sertlikte ve kararlilikta cezalari uygulayacagim derseniz eyvallah. ama bunu yapamazsaniz, verdiginiz ceza bir ise yaramaz.

daha uygulanabilir bir yontem sik tekrarlanan suclarda cezalarin katlanarak artmasi. yani bugun olaylarda yaralanan, gozaltina alinan insanlar; kirilan koltuklar ve sahaya atilan cisimler nedeniyle galatasaray'a bir ceza verin ve sari kart gosterin. bu sari kart mesela iki-uc sezon orada kalsin. bu sure icinde baska bir olayda bu sari kirmiziya donsun. isterseniz kart sayisini arttirabilirsiniz de, tabii bu kartlarin affedilmeyeceginin de bir garantisi olmali. (takimlarin siciline gore cezalari belirleyen bir sistem muhtemelen ceza yonetmeliginde vardir. ama zaten onemli olan orada olmasi degil uygulanacaginin bilinmesi. futboldaki kart sistemi benzeri bir sistem uygulamayi kolaylastirabilir.)

yani yapilacak sey su. federasyon bu tur olaylardan sonra, macta yaralanan ya da goz altina alinan olup olmamasi, macin tamamlanip tamamlanmamasi, stada zarar verilip verilmemesi gibi belli somut kritelere gore cezayi belirledikten sonra kulube bir de sari kart versin. mesela uc sezon icinde uc sari kart goren takim kirmizi kart gorsun ve kume dusme cezasi gibi cok buyuk bir cezaya carptirilsin. (gerektiginde olaylarin ciddiyetine gore dogrudan kirmizi kart da gosterilebilir elbette.) peki bu ne ise yarayacak? nasil hakem bir futbolcuya sari kart gosterince stadyumdaki herkes bunun ne anlama geldigini biliyorsa, kulup sari kart gordugunde de herkes bunun anlamini bilecek. tum turkiye, kuluplerin sicilini acikca takip edebilecek; sari kart gostermediginde federasyona hesap sorabilecek. nasil hakemler sari karti kirmiziya gore rahat cikartiyorlarsa ve sari kartli oyuncu daha dikkatli oynuyorsa; federasyon disiplin cezalarini daha rahat uygulayabilecek ve sari karti olan takim daha dikkatli olacak. iki sari karti olan takim ucuncude kirmizi kart alacagini bile bile kurallari cignemeye devam ederse, artik bir ozuru olmayacak; federasyonun da ona kirmizi kart gostermekten baska sansi kalmayacak. sari karti olmasina ragmen topa elle mudahale eden futbolcuya hakem ne yapabilir ki? o hesap...

kisaca, kartlar tum taraflar acisindan cok acik ve net bicimde iletisimi sagladiklari ve baglayici olduklari icin kurallarin uygulanmasini kolaylastiriyorlar. elbette kartlar her zaman adil bicimde dagitilabilir mi, tartisilir. ama bunlar somut kriterlere baglanirsa, bu sorun da asilabilir.

bu ve benzer mekanizmalar ceza tehdidinin daha inandirici hale getirilmesini saglayabilir. elbette asil cozum federasyonun yapisinda daha koklu reformlara gidilmesinden geciyor. ama o da kisa vadede olasi gozukmuyor.

22 Mayıs 2007 Salı

Zaman Tutarsızlığı (Time Inconsistency)

diyelim ki cok sevdiginiz birisi (mesela kardesiniz) posta yoluyla kendisi icin olumlu ya da olumsuz (sinav, is basvurusu sonucu gibi) cok onemli bir haber bekliyor. ama cok heyecanli ya da endiseli. sizin de o haberi tasiyan zarfi onceden acip sonucu ogrenme ve sonra zarfi ona actiginizi farkettirmeyecek sekilde kapatma sansiniz var. boylece eger sonuc olumluysa, ona iyi haberi hemen verip fazla uzulmesine firsat vermeden onu rahatlatabilirsiniz. ama sonuc olumsuzsa onun kendini hazir hissettigi zaman zarfi acmasini bekleyip onun uzuntusunu azaltmanin yollarini dusunebilirsiniz. simdi sorumuz su: o zarfi acar misiniz?

iktisatci bir arkadasim acti. herkesten beklerdim ama bir iktisatcidan beklemezdim. demek ki ya zaman tutarsizligi sorunu nedir duymamis ya da bunu sadece para politikasi ve merkez bankasinin bagimsizligi tartismasi ile ilgili bir kavram saniyor. tabii siz zarfi acarsiniz ya da acmazsiniz. bu sizin bileceginiz is. ama once zaman tutarsizligi nedir, bir dinleyin.

diyelim ki zarfi actiniz ve icinde iyi haber var. hemen kardesinize gidip mujdeyi verdiniz. o da sonucta iyi haber getirdiginiz icin, onun sevinciyle, zarfi sizin acmanizin ustunde durmadi. herkes mutlu oldu. sonra aradan zaman gecti. benzer bir durum oldu ve bir zarf daha geldi. ama bu sefer zarfi actiniz ve kotu haberle karsilastiniz. daha once zarfi actiginiz icin, kardesiniz bu zarfi da acacaginizi biliyor. siz zarfi kapatsaniz bile eve gelip zarfi kapali gordugunde, haberin kotu oldugunu anlayacak. kardesinize kotu haberi vermeye hazir misiniz?

kardesiniz sizin zarfi acaginizi bilmiyorsa, zarfi acmak iyi bir fikir gibi gorunur. bu yuzden en iyi strateji once ona zarfi acmayacaginizi soylemek, size inandiktan sonra ise onu kardesinizden once acmak gibi durur. iste baslangicta kardesinize verdiginiz sozden sonradan caymanin optimal olmasi zaman tutarsizligidir. tabii kardesiniz o numarayi ancak bir defa yer. sonrasinda, sizin zarfi acmayacaginiza inanmayacaktir. o zaman da sizin iyi fikriniz cope gider.

demek ki iyi haber geldiginde zarfi acan insan, gunun birinde kotu haber vermek durumunda kalabilecegini de hesaba katmali. kotu haber vermekten gocunmuyorsaniz sorun yok. ama kotu haber vermekten hoslanmiyorsaniz, yapmaniz gereken o zarfi asla acmamak ve acmayacaginiza herkesin inanmasini saglamak.

diyelim ki kotu haber vermekten nefret ediyorsunuz. ama bir defa zarfi actiginiz icin simdi herkes sizin her seferinde acacaginizi dusunuyor. onlari bundan sonra zarflari acmayacaginiza nasil ikna edersiniz? bunun bir yolu inandiriciliginizi yeniden kazanmaya calismak. yani arka arkaya birkac sefer iyi haber gelir de siz zarfi acmamis olursaniz, sizin artik gelen haberleri onceden ogrenmediginize inanirlar. tabii onlar inanana kadar sevdiklerinizi gereksiz yere uzebilirsiniz. daha iyi bir yol ise sizin haberi ogrenmenizi imkansiz kilmak ve bunu diger insanlarin bilmesini saglamak olabilir. haberin gelecegi gun evde degilseniz, ya da posta kutusunun anahtari babanizdaysa, haberi onceden ogrenemeyeceginiz icin sorun kalmaz.

ozetle, kotu haber vermeyi sevmiyorsaniz insanlari baskasinin zarfini asla acmayacaginiza inandiracaksiniz; inandiramiyorsaniz posta kutusunun anahtarini baskasina vereceksiniz.

peki bunlarin ekonomi politikalariyla alakasi ne? alakasi inandiricilik. ornegin her hukumet secim zamani secim ekonomisi politikalari uyguluyorsa secim zamani geldiginde herkes hukumetin politikasinin ne olacagini bilir. beklentiler ona gore sekillenecegi icin o politikalarin kimseye bir faydasi olmaz, olsa olsa enflasyon artisi gibi zararlari olur. ote yandan hukumet sorumlu davranacagini soylese, yine kimse inanmaz; ucret ve fiyat artislari beklenen yuksek enflasyon oranina gore belirlenir. o noktadan sonra secim oncesi bir durgunlugu goze alamayacak olan hukumet eninde sonunda genislemeci politika izlemek zorunda kalir. ama dedik ya o da enflasyon yaratmaktan baska bir ise yaramaz. hukumetin politikasi zaman tutarsizligina kurban gitmistir.

peki hukumet secim zamani disiplini koruyacagina insanlari nasil ikna edebilir? para politikasini merkez bankasina havale eder; eger merkez bankasi bagimsizsa, hukumet para politikasina karisamayacagi icin sorun kalmaz. maliye politikasinda ise avrupa birligi'nin maastricht anlasmasi gibi butce acigini sinirlayan duzenlemeler yoluyla mali disiplini korumaya calisabilir.

kisaca, hukumet politikalarinda seffaf olmakta ve onceden belirlenen kurallara bagli kalmakta, bunlar yetmiyorsa hukumetin kurallardan sapma yetisini cesitli kurumsal duzenlemelerle sinirlandirmakta, politikanin inandiriciligini saglamak ve insanlarin beklentilerini sekillendirmek acisindan fayda vardir.

not: bu konuda greg mankiw'in blogunda pek cok ornek iceren guzel bir yazi var:
http://gregmankiw.blogspot.com/2006/04/time-inconsistency.html

6 Mayıs 2007 Pazar

Malthus'tan Becker'e: Doğurganlık, Nüfus ve İktisadi Kalkınma

iktisat literaturunde (en azindan benim hakim oldugum kadarinda) ondokuzuncu yuzyila kadar tum dunyada insanlarin yasam standartlarinin hemen hemen sabit oldugu soylenir. yani o zamana ekonomiler nufusla beraber buyur ama kisi basina gelir, uretim ve tuketim fazla degismez. bu donemin sonlarina dogru, 1798 yilinda, thomas malthus " an essay on the principle of population" adli eserindeki teorisinde durumun gelecekte kotulesecegi iddiasinda bulunur.

malthus teorisinde insanlarin sahip olmak isteyecekleri cocuk sayisinin gelirleri ile dogrudan iliskili oldugunu iddia eder. yani aileler zenginlesirlerse kadinlar daha cok cocuk doguracaklardir. insanlar zenginlesmese bile, tarim alanlari kisitlidir. bu yuzden mevcut nufus artisiyla bile bu alanlar zamanla insanlari beslemeye yetmeyecektir. bu sebepten yeterince verimli olmadiklari icin daha onceden uzerinde tarim yapilmayan arazilerin de tarima acilmasi gerekecektir. ama buralardan elde edilecek verim dusuk olacagi icin, gun gelecek dunya uzerindeki nufusu besleyemeyecektir. netice kitliklar bas gosterecek; buyume duracak; nufus ve hayat standardi bir noktada sabitlenecektir. kisaca, malthus iktisadi buyumenin ve beraberinde gelen nufus artisinin bir sonu oldugunu soyluyor. bu sebepten de dogurganligin azalmasini savunuyor. (ancak, malthus inanclari geregi cinsel iliskiden uzak durmak disindaki dogum kontrol yontemlerine sicak bakmamistir. belki de iktisada kasvetli bilim (dismal science) denmesinin asil nedeni budur. )

19. yuzyilda batida sanayi devrimi hiz kazandi; ama malthus'un bu tezi dogrulanmadi. sanayi devrimi ile birlikte batida buyume artti, insanlarin hayat standartlari hissedilir derecede iyilesti. ama dogurganlik ve nufus artisi artmadi; tam tersine azaldi. nufus artisi ve dogurganligin tarihsel seyrini inceleyen arastirmalar, 19. yuzyil baslarindan bugune kadar batili toplumlarda refah artarken dogurganligin da donemsel dalgalanmalar haricinde azaldigini ortaya koyuyor. buna ek olarak cesitli donemlerde, o donemde dogan kadinlar uzerinde yapilan arastirmalar, ayni donemde cocuk doguran annelerden daha varlikli ailelere mensup olanlarin ortalamada daha az cocuga sahip oldugunu ortaya koyuyor. ozellikle 20. yuzyilda kadinlar is hayatina daha cok katilip hem kendi gelirlerini hem de ailenin gelirini arttirdikca, daha az cocuk sahibi olma egilimi de belirginlesiyor. ama suna dikkat cekmek gerekir ki bu egilim sadece kadinin calismasiyla ilgili degil. genel olarak yasam standardinin iyilesmesiyle ilgili. ozetle, malthus'un tezinin dayanagi olan dogurganligin zenginlikle birlikte artmasi olgusu sanayi devriminden sonra tersine donuyor. nufus artis orani azalinca, ustune amerika'nin orta-bati (midwest) bolgesi gibi yeni, genis ve verimli sahalari tarima acilinca ve tarimdaki verimlilik artinca malthus'un ongorusu gerceklesmiyor.

yani batida ondokuzuncu yuzyilda sanayi devrimiyle birlikte, toplumsal donusume paralel olarak, nufus ve dogurganlik konusunda da bir donusum yasaniyor. bu surecte aile icerisinde varliklarin akisi da yon degistiriyor. soyle ki, tarima bagli geleneksel ekonomide cocugun anne-babasina yasliliklarinda bakmak, sigorta vazifesi gorup aileye dar gununde destek cikmak, tarlada bogaz tokluguna calisip uretime katkida bulunmak gibi islevleri var. yani geleneksel ekonomilerde, cocuklarin anne-baba icin var oldugu soylenebilir. modern toplumlarda ise bu tersine donuyor. cocugun aile icin bir guvence olarak onemi devam etse de, bu guvenceyi saglayacak baska kurumlarin ortaya cikisi bu onemi azaltiyor. ayrica aile icerisinde kadinin konumu gucleniyor, etkin dogum kontrol yontemleri ortaya cikiyor, cocuklarin yetistirilmesi ve egitimi konusu onem kazaniyor. neticede, modern toplumlarda cocuk konusunda aileler, gary becker'in ifadesiyle, sayidan cok kaliteye onem veriyorlar. yani kendilerini mutlu edecek kadar cocuk yapip onlara ailenin imkani oraninda iyi bir egitim vermeye calisiyorlar.

simdiye kadar bati toplumlarinda nufus ve dogurganlik konusunda yasanan donusumden bahsettik. peki turkiye gibi bu donusumu halen yasamakta olan toplumlarda durum nedir? nufus ve dogurganlik uzerine yapilan belli basli iktisadi arastirmalar cogunlukla bu donusumu tamamlamis olan bati toplumlariyla, bu donusumu yasamamis toplumlar uzerinde yogunlasmis durumda. gunumuz avrupasi ve amerikasiyla ilgili nufus problemleri ile sahra-alti afrikasi gibi gelismemis bolgelerin sorunlari, gunumuzde iktisatcilarin daha cok ilgisini cekiyor. bu yuzden, en azindan benim gordugum kadariyla, bu konuda turkiye gibi donusum safhasinin basamaklarindaki ulkeler uzerine daha az iktisadi arastirma var. ozel olarak turkiye uzerine yapilmis bir "iktisadi" arastirmaya ise rastlamadim. ama bu konuda nufus bilimcilerin ve sosyologlarin yaptiklari arastirmalar, turkiye'de kadinin dogurganliginin egitim, kadinin calismasi ve es secebilme ozgurlugu arttikca azaldigini ortaya koyuyor. ancak kadina ve aileye yonelik kalkinma politikalarinin etkin olarak uygulanabilmesi icin bu konuda turkiye'de de ciddi iktisadi calismalarin yapilmasi gerekiyor.

haydi iktisatcilar, ne duruyoruz? baslangic icin, bkz:
becker, g and r. barro (1988): "a reformulation of the economic theory of fertility", QJE
ve bunun referans verdigi ve buna referans veren diger makaleler. bunlari nereden mi bulacagiz?
scholar.google.com
haydi is basina!

5 Mayıs 2007 Cumartesi

Evlilik Ekonomisi 2: Sahra-altı Afrika'da Çok Eşlilik-Kalkınma İlişkisi

"dur feyzo, okuz aliriz o parayla..." kibar feyzo'yu aney boyle durdurmaya calisiyordu. ama feyzo, dinlemedi; o gulo'yu aldi, sonra da tarlada sabana okuzun yerine kendini kostu. nedenini de mahkemede soyle anlatiyordu: "okuzu alirsak kimin tarlasini surecegiz? maho aganin. mahsulatin iki payi onun bir payi bizim. ama gulo'nun hepsi bizim. afat da olsa, kuraklik da olsa hic sasmaz. dokuz ayda bir kumlar. yani tarla da bizim mahsulat da bizim."

feyzo'nun derdi ikinci ya da ucuncu bir kadin almak degil tabii; onun derdi sevdigine kavusmak. ancak dunyanin baska yerlerinde durum biraz daha farkli. ozellikle cok esliligin yaygin oldugu sahraalti afrika'da, tarlasina okuz alacagi, isine sermaye yapacagi yerde parayi yeni bir kadina harcayan cok sayida erkek var imis. bu da bolgede iktisadi kalkinmanin onundeki engellerden biriymis. "journal of political economy" adli dergide (ki bilen bilir cok baba bir akademik dergidir) yayinlanan "polygyny, fertility and savings" adli makalede stanford'lu iktisatci michele tertilt oyle soyluyor.

cok eslilik denince hemen aklimiza islami kanunlarla yonetilen ulkeler geliyor. ama aslinda bu ulkelerde cok eslilik fazla yaygin degil. ornegin, tertilt'in verdigi istatistiklere gore cok eslilik iran'da %1, urdun'de %6 dolaylarinda. gunumuz turkiyesinde de geleneksel ve islamci cevrelerde cok eslilige rastlanabiliyor. ama sonucta bu toplumlarda birden fazla kadinla evlilik yalnizca varlikli kucuk bir zumrenin imtiyazi. bu yuzden de toplum icerisinde cok eslilik yaygin degil. sahraalti afrika'da ise cok kadinla evlilik sadece zenginler arasinda degil tum toplumda yaygin bir olgu. bu bolgedeki yirmi ulkede birden fazla kadinla evlenen erkeklerin nufusa orani %10'u geciyor. kamerun'da ise bu oran %50'ye kadar variyor.

peki kadin erkek orani bir civarinda sabit olduguna gore, erkeklerin yarisinin birden fazla kadinla evlenebilmesi nasil mumkun oluyor? nufus aris orani ve esler arasindaki yas farki yuksek olunca olabiliyor. bu bolgede ciftler arasindaki yas farki ortalama 7 sene. nufus da yilda ortalama %2.5 artiyor. dolayisiyla nufus 7 senede yaklasik 20% artiyor. bu da erkekler kendilerinden kucuk kadinlarla evlendikleri muddetce, erkeklerin ortalama 20%'sine ikinci kadinla evlenebilme imkani veriyor.

peki neden kadinlar erken, erkekler gec evleniyor? cunku bu bolgede insan enflasyonu var efendim. insanlar kontrolsuzce cogaliyorlar, bu da cocugun baba nazarinda degerini dusuruyor. kiz cocuk baba icin ileride bir erkege satilmak uzere yetistirilen bir yatirim araci. evde kalmasi baba icin ziyan. bu yuzden kizi bir an once iyi para veren birine vermesi gerekiyor. hatta talipli cikarsa, bizdeki besik kertmesi gibi anlasmali evlilikler yoluyla evlilik cagina gelmeden talipliye satilabiliyor. yani kizlarin durumu vahim. erkek cocuklarin durumu da cok iyi degil. zira baba erkek cocugunu da saliyor cayira, mevla kayiriyorsa kayiriyor. evlenmek isteyen erkek cocuga babanin destek olmasi gibi bir sey yok. erkek calisip kendi parasiyla evlenecegi kadini almak zorunda. bu yuzden de belli bir yasa gelip bir birikim edinene kadar evlenemiyor. dolayisiyla kadinlar erken, erkekler gec yasta evleniyor.

kadin ve cocuklarin trajedilerini daha uzatabiliriz. ama bunun kalkinmayla alakasi ne? oncelikle genis anlamiyla kalkinma insani gelismeyi de kapsadigi icin kadin ve cocuklar basta olmak uzere tum toplumun yasam tarzi ve standardi iktisadi kalkinmanin bir parcasi. kalkinmaya makro acidan, buyume odakli olarak yaklasildiginda ise, tertilt duzenin iktisadi buyumeyi engelledigini soyluyor.

iktisadi buyume neden cok eslilikten olumsuz etkileniyor? sebebi iktisatcilarin "crowding out" dedikleri olay efendim. kibar feyzo gibi yani. adam okuz alacagina kadin aliyor. sonra cocugu olunca da gulo'nun babasi huso gibi kizlarini yuksek baslik parasina satiyor. yani sermayeye gidecek para kadina gidiyor. sermaye birikmeden buyume de olmuyor tabii. bundan hareketle tertilt sahraalti afrika'da tek esliligin yerlestirilmesini savunuyor. cok esliligin yasaklanmasinin ise dogum oranlarini %40azaltacagini; tasarruflari %35, kisi basina geliri de %140 arttiracagini iddia ediyor.

tabii, kanunen yasaklanmasi uygulamada cok esliligin onune gecebilir mi? tartisilir. zaten bu sorunu tertilt de kabul ediyor. bu yuzden toplumda kadinin konumunu iyilestirecek kurumlarin dunya bankasi ve benzeri kuruluslar yardimiyla tesis edilmesi gerektigini savunuyor.

neyse, yazi uzadi da uzadi. ozetle, kibar feyzoyu belki otuz defa bon bon izlemisim; elin amerikalisi arada makaleyi yazip jpe'de yayinlamis bile.

makale su iste:
tertilt, michele (2004): "polygyny, fertility, and savings," journal of political economy, 113(6), 1341-1371.