Kredileri büyüterek ekonomiyi canladırmak için devletin yaptığı türlü müdahaleler amacına ulaştı. Şimdi bunu korumanın yolları aranıyor. Kredileri büyütmek için bankalardaki mevduatları da büyütmek gerekiyor. Ama vatandaşın tasarruf arzı çok esnek değil ki, bankaların kaynak arayışı önce mevduat faizlerini, oradan da artan maliyet sebebiyle kredi faizlerini yükseltiyor. Devlet tasarruf sahibinden çok kredi kullananı kolladığından, bankalara mevduat için rekabet etmemelerini telkin ediyor. Muhtemelen telkin yetmeyecek; faizleri baskılayacak düzenlemeler de yapılacak.
Fiyat kontrolü tipi bir politikayla faizi düşürmeye çalışırken, aynı zamanda bankaların daha çok mevduat toplayamayacağı açık. Bu durumda krediye talep yüksek olsa dahi talebin tamamı karşılanamaz. Yani faizi baskılamak, kredi büyümesini artırmanın yolu değil. (Merkez bankası para politikasını gevşetebilecek durumda olsa farklı olurdu ama ona da enflasyon müsaade etmiyor.)
Öte yandan faizleri düşük tutmak, kredi alabilenler için finansman maliyetini azaltacaktır. Tasarruf yapandan, kredi kullanana transfer yapmak gibi düşünülebilir bu. Harcamaları teşvik eden keynesyen bir politika olarak kısa vadede iş görebilir, lakin tasarruf açığı olan ülkede tasarruf edeni cezalandırmak uzun vadede makbul bir şey değil.
Bu işin bir de ironik yönü var. Mevduat yarışı yapmayın diyen devlet, tasarruf sahibinin aleyhine bankaları adeta kartel gibi kullanmaya çalışıyor. Bunun için rekabet kurulunun devreye girebileceği konuşuluyor. Böyle uygulamalar düzenleyici kurumların işlevini sorgulamamıza vesile olmalı. Teoride piyasa mekanizmasının daha etkin işlemesi için varlar. Fakat pratikte siyasetin ekonomiye müdahale aracı olabiliyorlar.
Sonuç? Talep daralırken uygulanan döngü karşıtı (countercyclical) politikaların etkisinin bir sınırı var. Artı, bu politikaların kaynak dağılımını bozucu yan etkileri de mevcut. O yüzden bunlara çok bel bağlanmamalı, yapısal sorunlara odaklanmalı.
Fiyat kontrolü tipi bir politikayla faizi düşürmeye çalışırken, aynı zamanda bankaların daha çok mevduat toplayamayacağı açık. Bu durumda krediye talep yüksek olsa dahi talebin tamamı karşılanamaz. Yani faizi baskılamak, kredi büyümesini artırmanın yolu değil. (Merkez bankası para politikasını gevşetebilecek durumda olsa farklı olurdu ama ona da enflasyon müsaade etmiyor.)
Öte yandan faizleri düşük tutmak, kredi alabilenler için finansman maliyetini azaltacaktır. Tasarruf yapandan, kredi kullanana transfer yapmak gibi düşünülebilir bu. Harcamaları teşvik eden keynesyen bir politika olarak kısa vadede iş görebilir, lakin tasarruf açığı olan ülkede tasarruf edeni cezalandırmak uzun vadede makbul bir şey değil.
Bu işin bir de ironik yönü var. Mevduat yarışı yapmayın diyen devlet, tasarruf sahibinin aleyhine bankaları adeta kartel gibi kullanmaya çalışıyor. Bunun için rekabet kurulunun devreye girebileceği konuşuluyor. Böyle uygulamalar düzenleyici kurumların işlevini sorgulamamıza vesile olmalı. Teoride piyasa mekanizmasının daha etkin işlemesi için varlar. Fakat pratikte siyasetin ekonomiye müdahale aracı olabiliyorlar.
Sonuç? Talep daralırken uygulanan döngü karşıtı (countercyclical) politikaların etkisinin bir sınırı var. Artı, bu politikaların kaynak dağılımını bozucu yan etkileri de mevcut. O yüzden bunlara çok bel bağlanmamalı, yapısal sorunlara odaklanmalı.