İngilizce orjinal ismi, Mail Order Prophet. Alfred Hitchcock'un 1950'lerde yaptığı, gizem ve gerilim temalı kısa filmlerden oluşan klasik TV programından bir bölüm. Bir yandan eğlendirken diğer yandan olasılık dersi vermesiyle dikkatimi çekti. (Anlatırken mecburen tadını kaçıracağım; önden izlemek isteyen olursa linki burada)
Hikaye kısaca şöyle: Bir adama yakında gerçekleşecek (spor müsabakaları, borsa hareketleri gibi) olayların sonuçlarına dair kehanet içeren mektuplar gelir. Önceleri deli saçması diye yırtıp atar ama kehanetler doğru çıktıkça yavaş yavaş inanır ve bunlara göre bahis oynamaya başlar. Mektupların arkası kesilmesin diye de gönderen kişiye para yollar. İş arkadaşı onu akla, mantığa davet eder ama nafile. Senin inancın yok diyerek arkadaşını dinlemez. Doğru çıkan kehanetler ve sayesinde kazandığı paralar, onun için yeterince güçlü delildir.
Olasılık bilgisi veya sezgisi güçlü olanlar burada ne döndüğünü kestirmişlerdir. Filmin sonunda öğreneceğimiz üzere ("spoiler" geliyor), bir dolandırıcı yüzlerlerce kişiye böyle mektuplar göndermektedir ve hepsine farklı şey yazmaktadır. Kimine bir boks maçını falanca adam kazanacak derken, diğerlerine onun rakibi kazanacak der. Böylece mektup alan insanların bir kısmı illa ki doğru kehanet almış olur. Diğer birçok mektupta da, 1-2 yanlış olsa bile söylenenlerin çoğu doğru çıkar. Hele bazı olaylar sürpriz sonuç vereceğinden, ilgili mektuplar da kurulan düzen gereği bunları bilmiş olur. Kimi insan da haliyle buna kanar.
O devirlerde (1950'lerde) böyle bir dolandırıcılığı yürütmek aslında zor iş. Yüzlerce insana binlerce mektup yazıp göndermek epey emek ister. 5 olay ve her birinde 2 seçenek olsa, (2 üzeri 5) toplam 32 farklı sonuç ortaya çıkar. Yani eşit dağıtılırsa, 32 kişiden biri tüm kehanetleri doğru alır. O tek kişi de oltaya gelmeyebilir; gelse bile çok para göndermeyebilir. O yüzden sonuç elde etmek için, geniş bir kitleye ulaşmak gerek. Ayrıca, örnek olarak aldığımız 5 de aslında çok düşük bir sayı. Çok insanı inandırmak için daha çok doğru tahmin yapmak ve bilhassa sürprizli olayları bilmek gerek. Sürpriz tanım gereği nadir gerçekleşeceğinden, böyle olayları yakalamak için de tahmin sayısını artırmalı. Kişisel bilgisayar, fotokopi cihazı, internet gibi araçların olmadığı bir devirde o kadar mesajı üretmek, çoğaltmak ve yaymak zordu. Tabii ki bugünün teknolojisiyle artık çok rahat.
Bu arada (bir "spoiler" daha geliyor), kaderin cilvesi ve senaristin tercihi, mektuplara inanan adam sonunda zengin oluyor; onu aklıselime davet eden arkadaşı yayan kalıyor. Burada da olayın öncesi (ex-ante) ve sonrası (ex-post) ayrımı önemli. Gerçekten ya da mecazi olarak, kumar oynayan insanların bazısının sonunda kazanıyor olması, en baştan kumar oynamayı doğru karar yapmaz. Zira bazı insanların şansı illa ki yaver gider ve elbette gazeteler piyangoda hep kazananı yazar. O yüzden kararların akılcılığını değerlendirirken, gerçekleşen sonucuna değil karar anında beklenen sonuçlara bakmak lazım. Dolayısıyla filmdeki rasyonel arkadaş her şeye rağmen doğrusunu yapmıştır.
Hikaye kısaca şöyle: Bir adama yakında gerçekleşecek (spor müsabakaları, borsa hareketleri gibi) olayların sonuçlarına dair kehanet içeren mektuplar gelir. Önceleri deli saçması diye yırtıp atar ama kehanetler doğru çıktıkça yavaş yavaş inanır ve bunlara göre bahis oynamaya başlar. Mektupların arkası kesilmesin diye de gönderen kişiye para yollar. İş arkadaşı onu akla, mantığa davet eder ama nafile. Senin inancın yok diyerek arkadaşını dinlemez. Doğru çıkan kehanetler ve sayesinde kazandığı paralar, onun için yeterince güçlü delildir.
Olasılık bilgisi veya sezgisi güçlü olanlar burada ne döndüğünü kestirmişlerdir. Filmin sonunda öğreneceğimiz üzere ("spoiler" geliyor), bir dolandırıcı yüzlerlerce kişiye böyle mektuplar göndermektedir ve hepsine farklı şey yazmaktadır. Kimine bir boks maçını falanca adam kazanacak derken, diğerlerine onun rakibi kazanacak der. Böylece mektup alan insanların bir kısmı illa ki doğru kehanet almış olur. Diğer birçok mektupta da, 1-2 yanlış olsa bile söylenenlerin çoğu doğru çıkar. Hele bazı olaylar sürpriz sonuç vereceğinden, ilgili mektuplar da kurulan düzen gereği bunları bilmiş olur. Kimi insan da haliyle buna kanar.
O devirlerde (1950'lerde) böyle bir dolandırıcılığı yürütmek aslında zor iş. Yüzlerce insana binlerce mektup yazıp göndermek epey emek ister. 5 olay ve her birinde 2 seçenek olsa, (2 üzeri 5) toplam 32 farklı sonuç ortaya çıkar. Yani eşit dağıtılırsa, 32 kişiden biri tüm kehanetleri doğru alır. O tek kişi de oltaya gelmeyebilir; gelse bile çok para göndermeyebilir. O yüzden sonuç elde etmek için, geniş bir kitleye ulaşmak gerek. Ayrıca, örnek olarak aldığımız 5 de aslında çok düşük bir sayı. Çok insanı inandırmak için daha çok doğru tahmin yapmak ve bilhassa sürprizli olayları bilmek gerek. Sürpriz tanım gereği nadir gerçekleşeceğinden, böyle olayları yakalamak için de tahmin sayısını artırmalı. Kişisel bilgisayar, fotokopi cihazı, internet gibi araçların olmadığı bir devirde o kadar mesajı üretmek, çoğaltmak ve yaymak zordu. Tabii ki bugünün teknolojisiyle artık çok rahat.
Bu arada (bir "spoiler" daha geliyor), kaderin cilvesi ve senaristin tercihi, mektuplara inanan adam sonunda zengin oluyor; onu aklıselime davet eden arkadaşı yayan kalıyor. Burada da olayın öncesi (ex-ante) ve sonrası (ex-post) ayrımı önemli. Gerçekten ya da mecazi olarak, kumar oynayan insanların bazısının sonunda kazanıyor olması, en baştan kumar oynamayı doğru karar yapmaz. Zira bazı insanların şansı illa ki yaver gider ve elbette gazeteler piyangoda hep kazananı yazar. O yüzden kararların akılcılığını değerlendirirken, gerçekleşen sonucuna değil karar anında beklenen sonuçlara bakmak lazım. Dolayısıyla filmdeki rasyonel arkadaş her şeye rağmen doğrusunu yapmıştır.