Gündelik hayatta kriz lafını gelişigüzel kullanıyoruz. İktisatta ise krizin belirli anlamları var. O yüzden, netleştirmekte ve içinde bulunduğumuz durumu tespit etmekte fayda var. Türkiye ekonomik kriz mi yaşıyor? Ne durumdayız? Başımıza daha ne gelebilir?
İktisatta krizler çeşit çeşit. Ağustos'ta yaşanan sert kur artışları pek ala döviz kuru krizi olarak nitelenebilir. Ekonomiye dair algı ve beklentilerin hızla bozulması (iktidara göre ise kasıtlı bir manipülasyon) Türk lirasından kaçışa ve ciddi değer kaybına yol açtı. Bu, döviz borcu olanların zarar yazması ve ülkece alım gücümüzün düşmesi açısından kötü bir gelişme. Fakat iş bu kadarla kalırsa bir felaket değil. Zira kur artışının, yerli üreticinin ithal mallarla rekabet etmesini ve ihracat yapmasını kolaylaştırmak gibi telafi edici etkileri de var. (90'larda İngiltere yaşadığı döviz kuru krizinden ekonomisi büyüyerek çıkmıştı mesela. Fakat gelişen ülkelerde durum genelde farklı oluyor.)
Bir sonraki aşamada, ülkemizin karşı karşıya olduğu tehlike ödemeler dengesi krizi. Türkiye'de özel sektörün ve devletin önümüzdeki bir sene içinde vadesi gelen yaklaşık 180 milyar dolarlık dış borç ödemesi var. Ayrıca cari açık veren (yani döviz gelirimizden fazla harcayan) bir ülke olduğumuzdan bunun üstüne ek borçlanma da yapmamız gerekiyor. Eğer özel sektör vadesi gelen borçlarının yerine yeterince borçlanamazsa, o zaman ciddi sıkıntı yaşayabiliriz. Dışardan aldığı borçla içerde kredi dağıtan bankalar, bu durumda kredilerini azaltmak zorunda kalır. Krediler daralınca, iktisadi faaliyet de azalır; ekonomi küçülür, istihdam ve yatırım düşer, işsizlik artar. (Aslında böyle durumlara karşı ülkeler döviz rezervi tutar ve gerektiğinde kullanır. Ancak bizde, bankaların TCMB'de tuttuğu mevduat ve geçenlerde Katar'dan gelen destek dahil, döviz ve altın hepi topu 90 milyar dolar rezerv var. 6 aylık ihtiyacımızı bile karşılamıyor.)
Kredi derecelendirme kurumlarının Türkiye devletinin ve şirketlerinin kredi notlarını art arda düşürmesi ve risk primlerinin çok yükselmesi, dış finansman arayan şirketlerimizi zorlayacak. Ümit edelim ki merkez bankası ve bakanlıkların aldığı önlemler borç verenlere güven versin, şirketlerimiz yurtdışından makul fiyatlarla ve yeterince borçlanabilsin. O zaman ekonomi çabuk toparlanabilir. (Elbette kriz pas geçse bile, cari açık ve onun finansmanıyla ilgili yapısal problemler devam edecek ve gelecekte tehdit oluşturmayı sürdürecek. Kalıcı çözüm için gidilecek daha çok yol var.)
En kötü ne olabilir? Dış finansmanda çok ciddi kesinti olursa, şirketlerin ve hatta bankaların mali yapıları bozulabilir. Döviz borçlusu şirketler kur artışından zaten çok kötü etkilendi. Kur artışını durdurmak için para politikası sıkılaştırıldı; faizler yükseldi, döviz borçlusu olmayan firmalar da zarar gördü. Şimdi birçok şirketin bankalara borcunun tekrar görüşülmesi ve yapılandırılması gerekecek. En kötü senaryo, bankaların kaynak bulamayıp yapılandırma yapamaması ve kurtarılabilecek firmaların bile batması durumunda olur. O durumda geri ödenmeyen krediler dönüp bankaları bir daha vuracağından iş bankacılık krizi (finansal kriz) halini alabilir. Sonuçları da acılı olur. (En son 2001'de finansal kriz yaşadık ve ondan sonra alınan önlemler sayesinde bugün bankalarımız şoklara karşı oldukça dayanıklı durumda. Ancak onların da bir kırılma noktası vardır muhakkak.)
Özetle, sarsıldık ama yıkılmış değiliz. Ulusal paramıza ve varlıklarımıza olan güveni güçlendirebilirsek bu durumdan az zararla çıkabiliriz. Ancak bundan sonra yapılacak yanlışların bedeli de ağır olacaktır.
İktisatta krizler çeşit çeşit. Ağustos'ta yaşanan sert kur artışları pek ala döviz kuru krizi olarak nitelenebilir. Ekonomiye dair algı ve beklentilerin hızla bozulması (iktidara göre ise kasıtlı bir manipülasyon) Türk lirasından kaçışa ve ciddi değer kaybına yol açtı. Bu, döviz borcu olanların zarar yazması ve ülkece alım gücümüzün düşmesi açısından kötü bir gelişme. Fakat iş bu kadarla kalırsa bir felaket değil. Zira kur artışının, yerli üreticinin ithal mallarla rekabet etmesini ve ihracat yapmasını kolaylaştırmak gibi telafi edici etkileri de var. (90'larda İngiltere yaşadığı döviz kuru krizinden ekonomisi büyüyerek çıkmıştı mesela. Fakat gelişen ülkelerde durum genelde farklı oluyor.)
Bir sonraki aşamada, ülkemizin karşı karşıya olduğu tehlike ödemeler dengesi krizi. Türkiye'de özel sektörün ve devletin önümüzdeki bir sene içinde vadesi gelen yaklaşık 180 milyar dolarlık dış borç ödemesi var. Ayrıca cari açık veren (yani döviz gelirimizden fazla harcayan) bir ülke olduğumuzdan bunun üstüne ek borçlanma da yapmamız gerekiyor. Eğer özel sektör vadesi gelen borçlarının yerine yeterince borçlanamazsa, o zaman ciddi sıkıntı yaşayabiliriz. Dışardan aldığı borçla içerde kredi dağıtan bankalar, bu durumda kredilerini azaltmak zorunda kalır. Krediler daralınca, iktisadi faaliyet de azalır; ekonomi küçülür, istihdam ve yatırım düşer, işsizlik artar. (Aslında böyle durumlara karşı ülkeler döviz rezervi tutar ve gerektiğinde kullanır. Ancak bizde, bankaların TCMB'de tuttuğu mevduat ve geçenlerde Katar'dan gelen destek dahil, döviz ve altın hepi topu 90 milyar dolar rezerv var. 6 aylık ihtiyacımızı bile karşılamıyor.)
Kredi derecelendirme kurumlarının Türkiye devletinin ve şirketlerinin kredi notlarını art arda düşürmesi ve risk primlerinin çok yükselmesi, dış finansman arayan şirketlerimizi zorlayacak. Ümit edelim ki merkez bankası ve bakanlıkların aldığı önlemler borç verenlere güven versin, şirketlerimiz yurtdışından makul fiyatlarla ve yeterince borçlanabilsin. O zaman ekonomi çabuk toparlanabilir. (Elbette kriz pas geçse bile, cari açık ve onun finansmanıyla ilgili yapısal problemler devam edecek ve gelecekte tehdit oluşturmayı sürdürecek. Kalıcı çözüm için gidilecek daha çok yol var.)
En kötü ne olabilir? Dış finansmanda çok ciddi kesinti olursa, şirketlerin ve hatta bankaların mali yapıları bozulabilir. Döviz borçlusu şirketler kur artışından zaten çok kötü etkilendi. Kur artışını durdurmak için para politikası sıkılaştırıldı; faizler yükseldi, döviz borçlusu olmayan firmalar da zarar gördü. Şimdi birçok şirketin bankalara borcunun tekrar görüşülmesi ve yapılandırılması gerekecek. En kötü senaryo, bankaların kaynak bulamayıp yapılandırma yapamaması ve kurtarılabilecek firmaların bile batması durumunda olur. O durumda geri ödenmeyen krediler dönüp bankaları bir daha vuracağından iş bankacılık krizi (finansal kriz) halini alabilir. Sonuçları da acılı olur. (En son 2001'de finansal kriz yaşadık ve ondan sonra alınan önlemler sayesinde bugün bankalarımız şoklara karşı oldukça dayanıklı durumda. Ancak onların da bir kırılma noktası vardır muhakkak.)
Özetle, sarsıldık ama yıkılmış değiliz. Ulusal paramıza ve varlıklarımıza olan güveni güçlendirebilirsek bu durumdan az zararla çıkabiliriz. Ancak bundan sonra yapılacak yanlışların bedeli de ağır olacaktır.