27 Temmuz 2019 Cumartesi

Pigou vergisi

Bu sene Türkiye'de alıverişlerde kullanılan plastik poşetler parayla satılmaya başlandı. Maliyeti çıktıktan sonra geliri devlete kalacak şekilde, poşet başına 25 kuruş alınıyor. Vatandaşa yabancı geldi ve tepki de topladı ama bu aslında iktisadi gerekçesi olan, dünyada yaygın bir uygulama.

Eskiden alışveriş yaparken kullandığımız poşet sayısına dikkat etmiyorduk. Poşetleri yarısına kadar dolduruyor, hatta fazla fazla alıyorduk. Bunu yaparken kendi rahatımızı düşünüyorduk; fakat plastik poşetler doğada kendi kendine yok olmadığından, çoğunluğun bu şekilde davranması çevre kirliliğine yol açıyordu. Poşetler paralı olduktan sonra, insanlar daha çok dikkat ediyorlar. Aldıkları poşetleri tamamen dolduruyor, gerekmedikçe ek poşet almıyor, hatta yanlarında alışveriş çantası getiriyorlar. 25 kuruşluk bir maliyet, çevreye zararlı alışkanlıkların terk edilmesinde etkili olmuş görünüyor.

İktisatta bu tip uygulamalara, İngiliz iktisatçı Arthur Pigou'ya atıfla, Pigou vergisi denir. Pigou vergisi, çevre kirliliği gibi, iktisadi faaliyet sırasında istenmeden ortaya çıkan ve toplumsal zarara yol açan etkileri (iktisat tabiriyle dışsallıkları) önlemede kullanılır. Vergi ortaya çıkan toplumsal zararı, sebep olan taraflara yansıtmaya yarar. İktisat jargonuyla, dışsal maliyet böylece içselleştirilir. Maliyeti gören tüketici alışkanlıklarını değiştirir, firmalar daha çevre dostu yöntem ve teknolojiler benimsemek zorunda kalır.

Biz Pigou vergisiyle naylon poşetler yoluyla tanıştık ama potansiyel uygulama alanı çok geniş. Belki de en önemlisi, karbon salınımını azaltmak üzerine dünyada yaygın olarak uygulanan, karbon vergileri. Petrol ve kömür gibi fosil yakıtlar yandığında çıkan karbon içerikli gazlar, sera etkisi yaratarak dünyada küresel ısınmaya yol açıyor. Bu yüzden, tüketicilerin daha çevre dostu ürünleri tercih etmesi, firmaların daha temiz teknolojilere ve enerji alanlarına yatırım yapması için birçok ülkede kirlilik yaratan ürün ve sektörlere ek vergiler getiriliyor; çevre dostu ürünler destekleniyor. Bildiğim kadarıyla, ülkemizin vergi sisteminde bu amaca göre dizayn edilmiş özel bir mekanizma yok. Ancak çok uzak olmayan bir gelecekte onunla da tanışabiliriz.

Tabii, karbon salınımında sorun küresel olduğu için, çözüm uluslararası koordinasyon gerektiriyor. Dünyanın en büyük ve çevreyi de en çok kirleten ülkesi olan ABD bu işe öncülük etmeli ve diğer ülkeler eşgüdüm içinde gerekli önlemleri almalı. Aksi takdirde ülkelerin bireysel çabası küresel ısınmayı durdurmada etkili olmaz. Dolayısıyla burada sorun daha çetin.

15 Temmuz 2019 Pazartesi

Acemoğlu bizi kurtarır mı?

Daron Acemoğlu'nun Türkiye'de giderek daha çok gündeme geldiğini görüyorum. Son yıllarda ülkemize geliyor, sunumlar yapıyor, röportajlar veriyor, Türkiye ekonomisini ve siyasi sistemini ilgilendiren yorumlar yapıyor. Ulusların Düşüşü (Why Nations Fail) adlı kitabı kitapçılarda çok satanlar arasına girdi. Hatta geçen yıl Türkiye'de yeni rejimin ilk bakanları belli olacakken, basında ve sosyal medyada kendisinin ekonomi bakanı olacağı fantezisi bile konuşuldu. Tabii, hikaye fos çıktı. Yakın zamanda Eksi Sözlük'te gördüm; Acemoğlu'nun Ali Babacan'la görüştüğüne ve onun başlatacağı hareket içinde yer alacağına dair türlü spekülasyonlar yapılıyordu. Hiç tanınmamış bir insanı birkaç ay içinde İstanbul belediye başkanlığına kadar getiren ve geleceğin lider adayı yapan toplumsal dalga, sanki Acemoğlu'na da yeni bir Kemal Derviş rolü biçiyor.

Bu konudaki görüşümü söylemeden önce, bilmeyenler için kendisini kısaca tanıtayım. Daron Acemoğlu, şu linkteki kalabalık CV'sinde görüleceği üzere, MIT'de profesör olan çok üretken ve başarılı bir iktisatçı. 2005'te John Bates Clark Medal adlı kırk yaşının altındaki "genç" iktisatçılara verilen ödülü aldı ki, geçmişte bunu başaran ve performansını koruyan kişilerin daha sonra Nobel de aldığı görülüyor. Dolayısıyla Türkiye vatandaşı çok sayıdaki üst düzey iktisatçı arasında, önümüzdeki on yılda bu ödülü almaya en yakın aday Acemoğlu gibi görünüyor.

Acemoğlu, ilgi alanı oldukça geniş olmakla birlikte, daha çok iktisadi kalkınma ve politik iktisat alanlarında çalışan bir akademisyen. İsmini duyunca aklıma ilk "kurumlar" gelir. (Son zamanlarda bir de "robotlar" gelmeye başladı.) Acemoğlu eğitim, yatırım, yenilik, müteşebbislik gibi kalkınmayı destekleyen iktisadi faaliyetlerin teşvik edildiği, yağma ve rant kollama gibi kalkınmaya ket vuran davranışların engellendiği ülkelerin zengin olacağını; bunu sağlayamayan ülkelerinse fakir kalacağını söyler. Hangisinin olacağı, rekabeti koruyan ve piyasa ekonomisinin verimli işlemesini sağlayan ekonomi politikalarının ve düzenleyeci mekanizmaların var olup olmamasına bağlıdır.  Bunlara iktisadi kurumlar denir. Ancak iktisadi kurumlar siyaset tarafından şekillendirildiğinden, Acemoğlu kalkınmada asıl belirleyici olanın siyasi kurumlar olduğunu savunur. Yani mesela, dar bir zümrenin çıkarını kollayan bir siyasi düzende rekabetçi piyasa ekonomisi zor çıkar. Böyle bir ortamda yandaşlar için yüksek kar getiren tekeller oluşturulması, vergi gelirlerinden belli kesimlere lüzumsuz sübvansiyonlar sağlanması gibi zararlı uygulamalar yaygın olur. Bu yüzden Acemoğlu ekonomik refahı artırmak için demokrasinin, hukukun, hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi gerektiğini savunur.

Şimdi Acemoğlu'ndan ülkemiz nasıl faydalanabilir, ona dönelim. Bir defa, hiç bize özel bir şey yapmasa bile, mevcut çalışmaları ülkemize de hitap ediyor. İktisatçılar Acemoğlu'nun kendi alanlarında yazdığı makaleleri eskiden beri takip ediyor. Ulusların Düşüşü adlı kitabı ise, genel kitlenin de okuyup istifade edebileceği bir eser. Bunların üzerine, zaman zaman gelip ülkemizde sunumlar yapıyor, röportajlar veriyor. Bu bile halihazırda önemli bir fayda.

Onun ötesinde Acemoğlu gibi bilim insanları ülkemizin sorunlarını ele alan ve kamu politikalarına yön verebilecek özel çalışmalar yapsalar harika olur. Mesela geçen sene referandumla resmen başkanlık sistemine geçtik; ancak uygulamada, yerleşmiş bir düzeni masabaşında tasarlanan bir sistemle şıp diye değiştirmek mümkün değil. Dolayısıyla bu anayasa ortaya çıkacak sorunlara ve siyasi güç dengelerine göre muhtemelen uzun yıllar boyunca evrilecek. Bu sürecin rasyonel bir şekilde yürütülmesi ve siyasi kurumların hukuk, özgürlük ve ekonomik refah sağlayacak şekilde düzenlenmesi için, Acemoğlu'nun somut önerileri varsa, şahsen duymak isterim. Bunun dışında, teknolojik gelişme, işgücü verimliliği, beşeri sermaye gibi uzmanı olduğu konularda da ülkemize özel önerileri varsa, onları da öğrenmek isterim. 

Sorun şu ki, Acemoğlu gibi iktisadın en güncel meseleleriyle meşgul birinin, en verimli döneminde böyle dar kapsamlı meselelere ayıracak ne kadar zamanı ve enerjisi olabilir? Ayrıca açık konuşalım, ülkemizde bilimsel faaliyete destek değil köstek olan bir ortam var. Toplumsal sorunlara dair tespit ve eleştiriler iktidara muhalefet olarak kabul edilirken ne yapılabilir? Kaldı ki son senelerde değerli bilim insanlarımız sıra sıra ülkemizden ayrılıyor. Elimizdeki değerleri koruyamazken, başkalarından medet ummak da abes kaçıyor.

Peki bilimsel faaliyetin ötesinde, Acemoğlu Türkiye siyasetinde bilfiil rol alır mı? Bugün için, değerleriyle uyuşmayan bir iktidarda görev almaz herhalde. Geleceği ise bilemeyiz. Dünyada akademisyenlerin zaman zaman elini taşın altına koyma hissiyle kamu görevi üstlendiğini görüyoruz. Bugün Trump ayrı telden çalıyor ama, geçmişte ABD başkanlarının ekonomi danışmanları genellikle bu şekilde ülkenin saygın iktisatçıları arasından seçilirdi. Joseph Stiglitz, Ben Bernanke, Greg Mankiw, Martin Feldstein ilk aklıma gelen isimler. Daron Acemoğlu'nun da böyle bir ideali varsa ve tercihini vatandaşı olduğu iki ülkeden ABD yerine Türkiye lehine kullanırsa, bundan ancak memnun olurum. Fakat henüz böyle bir işaret yok. Olursa da, bu görev bakanlıktan ziyade danışmanlık şeklinde olabilir diye düşünüyorum. Zira ÖTV oranlarını belirlemek; kamu çalışanının maaşına, emeklinin bayram ikramiyesine zam yapmak; EYT'lilerin, atanamayan öğretmelerin dertlerini dinlemek gibi pratikte bir bakandan beklenecek birçok şey ona uygun değil. 

Siyaset elbette kamu görevi almadan veya organize bir oluşuma girmeden de yapılabilir. Dünyada basın, tv ve sosyal medya yoluyla fikir mücadesi yapan birçok iktisatçı var. Dışarıda Paul Krugman, içeride Mahfi Eğilmez ilk aklıma gelenler. Türkiye kökenli bir başka yıldız iktisatçı Dani Rodrik de, ilmi konuların yanında Twitter'da bazen Türkiye ekonomisi ve siyasetiyle ilgili paylaşımlar yapıyor. Acemoğlu'nunsa belli ki o taraklarda bezi yok.

Sonuç olarak, Daron Acemoğlu çok değerli bir iktisatçı ve umarım çalışmalarıyla dünyaya ve ülkemize daha çok faydası olur. Lakin kendisinin de vurguladığı gibi, ulusların yükselişinde ve çöküşünde belirleyici olan, kişiler değil, kurumlar. Dolayısıyla, sorunlarımıza çözüm ararken kişilere odaklanmak yerine, üniversiteler başta olmak üzere ülkemizin yetişmiş insan kaynağını barındıran yapılara sahip çıkmamız gerek. Yoksa işimiz zor.