18 Temmuz 2021 Pazar

Gelirler politikaları ve enflasyon

Gelirler politikaları (incomes policies), iktisadi aktörlerin ücret, kira, kar, faiz gibi gelirlerini doğrudan kontrol ederek yürütülen ekonomi politikalardır. Fiyat mekanizmasına müdahale eden düzenlemeler, para ve maliye politikalarına alternatif şekilde veya onları tamamlayıcı olarak kullanılır. Temel gıda, barınma gibi kimi tüketim kalemlerinde fiyatları düşük tutarak alt gelir gruplarına kaynak aktarmak; kredi koşullarına müdahale ederek, kredilerin arzu edildiği gibi genişleyip daralmasını sağlamak; asgari ücret artışını makroekonomik hedefler doğrultusunda belirlemek; savaş gibi olağanüstü durumlarda ülke kaynaklarını öncelikli alanlara yönlendirmek için fiyat kontrolü ve karne uygulaması yapmak gibi farklı şekillerde olabilir. Uygulanan politikalar birilerin menfaatine ise, başka birileri bunun maliyetini öder. Ayrıca fiyat mekanizmasına yapılan müdahaleler, dara kaybı (deadweight loss) denen ekonomik maliyetlere yol açar. Dolayısıyla, gelirler politikalarını değerlendirirken hangi kesime ne kadar fayda sağlıyor, bedelini kim ödüyor, ne kadar verimsizlik yaratıyor ve aynı hedeflere ulaşacak daha iyi politikalar var mı diye bakmak gerekir.

Gelirler politikaları, enflasyon sorunu olan ülkelerde standart makroekonomik politikalara alternatif olarak kullanılmışlardır. Fakat para ve maliye politikalarının genişlemeci olduğu ve arz tarafında maliyet artışı yaşanan durumlarda, fiyat ve ücret artışlarını kontrol ederek enflasyonu durdurmak mümkün olmamıştır. Öte yandan, gelirler politikalarının uygun koşullarda tamamlayıcı olarak faydalı olduğunu savunanlar da var. Örneğin, IMF, para politikasında beklenti yönetimini iyileştirecek bir yapısal reform olarak, kamu ve asgari ücret artışlarının gerçekleşen değil beklenen enflasyona göre belirlenmesini öneriyor (bkz.). IMF'nin önerdiği elbette piyasadaki ücret artışına tavan koymak gibi bir müdahale değil. Fakat özellikle asgari ücret piyasadaki aktörler için yol gösterici olduğundan, yönlendirici bir ücret politikasından yana gibi görünüyorlar.

Gelirler politikalarının enflasyonla mücadelede kullanılmasında, 1980 öncesi ABD ekonomisi güzel bir vaka oluşturuyor. ABD kongresinin bir organı olan Kongre Bütçe Ofisi (Congressional Budget Office, CBO) 1977 yılında bu konuda kapsamlı bir rapor yazmış (bkz.). Bundan faydalanarak o dönemki gelişmeleri, uygulanan politikaları ve sonuçlarını ana hatlarıyla ele alacağız. Öncelikle ABD ekonomisinin 1960'lardan itibaren genel makroekonomik duruma bakalım. Aşağıdaki grafik ABD'nin 1960-90 arası yıllık tüketici enflasyonunu gösteriyor. Büyüme ve işsizlik oranlarının ve daha uzun dönemli enflasyonun grafiklerine linklerden bakabilirsiniz. 

1960'ların başlarında Amerikan ekonomisinde atıl kapasite var. Makroekonomik politikalar genişlemeci, büyüme hızlı, işsizlik giderek azalıyor, enflasyon da düşük. 60'ların sonlarında atıl kapasite tükenip işsizlik doğal sınırına dayanıyor. Üstüne Vietnam savaşının da etkisiyle maliye politikası gevşetiliyor ve enflasyon yükselmeye başlıyor. Sonrasında 70'ler çalkantılı bir dönem. Sanayileşmiş ülkeler hızlı kalkındığı için uluslararası hammadde fiyatları yükseliyor. Ödemeler dengesi sorunları yaşayan ABD Bretton-Woods sisteminden çıkıyor ve dolar değer kaybediyor. Ortadoğu'daki sorunlar sebebiyle, biri 1973'te biri 1979'da olmak üzere iki petrol krizi çıkıyor ve petrol fiyatları fırlıyor. Hepsi bir araya gelince enflasyon arttıkça artıyor. Arada parasal ve mali sıkılaştırma yapıyorlar ama arz şokları işsizliği de yükselttiğinden çok ileri gitmiyorlar. Ta ki 1979'da Paul Volcker ABD merkez bankası Fed'in başına geçene kadar. Volcker itirazlara aldırmadan kısa vadeli faizi yüzde 20'lere kadar çıkaran güçlü bir parasal sıkılaşma yapıyor. 1980 başında yüzde 15'e yaklaşan enflasyonu üç sene içinde yüzde 3 civarına çekiyor. O günden sonra da Amerika'nın ciddi bir enflasyon sorunu olmuyor.

ABD'de yükselen enflasyona çare aranırken gelirler politikaları deneniyor. Önceleri, 1960'larda devlet sanayideki ücret pazarlıklarına ve fiyat ayarlamalarına müdahale ediyor ama zorlayıcı olmuyor. Daha çok işçi sendikaları ve işveren örgütlerini ikna ederek, ücret ve fiyatları üretkenlik ve maliyet artışlarına göre belirlemeye çalışıyor. 1971-74 arasında ise katı önlemler devreye sokuluyor. Bu süreçte büyük bir bürokratik yapı kuruluyor. Kapsama alınan sektörlerde ücret artışları ve kar marjları kontrol ediliyor. Büyük firmalar için zamlar oluşturulan fiyat komisyonunun onayına bağlanırken,  orta ve küçük boy firmalar için düzenleme ve denetim mekanizmaları oluşturuluyor. Hatta zaman zaman zamlar bir süreliğine tamamen donduruluyor. Konut kiralarında da yaygın olarak tavan fiyat uygulanıyor.

Yapılanların amacı enflasyon beklentilerini ve fiyatlama davranışlarını zapturapt altına alıp enflasyonun belini kırmak. Fakat enflasyonu yaratan temel etmenler oradan kalkmadığı için bu başarılamıyor. Üstelik piyasalarda birçok bozucu etkiye ve adil olmayan sonuçlara yol açtığından, kontroller 1973-74'te kademeli olarak geri çekiliyor. Bastırılan fiyatların serbest bırakılmasıyla da grafikte 1974'te görülen enflasyon dalgası oluşuyor. Katı gelirler politikaları burada bitiyor. 1974 sonrasında, Ücret ve Fiyat İstikrar Konseyi (the Council on Wage and Price Stability) adlı bir kurulun çalışmaları var ama pek etkili olmamış gibi. Zaten 1981'de de görevine son verilmiş.

Peki gelirler politikalarında ters giden ne? En başta, enflasyon kimi ekonominin içinden kimi dış dünyadan kaynaklanan sorunların bir belirtisi. Sorunu kaynağında çözmeden belirtileriyle uğraşmak etkili olmuyor. Tersine, zaman kaybettirip sorunların birikmesine yol açıyor. ABD için problem, makroekonomik politikaların zamanında sıkılaştırılmamasıyla başlıyor ve arz şoklarıyla büyüyor. Enflasyon beklentilerinin bozulması yükselişi körüklüyor. Ücret ve fiyat artışları kontrol edilerek beklentilerdeki bozulmanın yarattığı fasit daire kırılmak isteniyor. Fakat makroekonomik koşullar enflasyonist oldukça, iktisadi aktörleri düşük zamlara güzellikle ikna etmek mümkün değil. Zorlayınca da çarpıklıklar ortaya çıkıyor.

Enflasyonist talep baskısı ve arz şoklarının bulunmadığı, kamu kurumlarının sınırlı alanlarda yol gösterici rol üstlendiği durumlarda, uygulamaların (belki etkisi de olmadığından) fazla bir yan etkisi yok. Tersi durumlarda ise ortaya çıkan başlıca sorun suni kıtlıklar. Normalde bir malın fiyatı piyasadaki arz ve talebe göre belirlenir. Düzenleyici kurumlar daha düşük veya yüksek bir fiyatı dayatılırsa suni kıtlık veya israf derecesinde bolluklar ortaya çıkar. Örneğin, tarım ürünlerinde olumsuz hava koşulları sebebiyle üretim düşerse veya artan hammadde ihtiyacı sebebiyle talep artarsa, gıda fiyatları yükselir. 1971-74 döneminde dünyayı vuran arz şokların biri bu. Üstelik o dönem dolar değer de kaybediyor. Maliyet artışları fiyat kontrolleri sebebiyle tam yansıtılmadığında üretim hacmi azalıyor, üreticiler ihracata yöneliyor veya iç pazarda müşteri seçerek satış yapıyor, üretilen malların ve sağlanan hizmetlerin kalitesi düşüyor, stokçuluk ve karaborsacılık ortaya çıkıyor.

Peki ama fiyat tavanını neden maliyetlere göre düzeltmiyorlar? Neden yan etkilere yönelik önlemler almıyorlar? Neden daha iyi denetim yapmıyorlar? Ellerinden geleni yapıyorlar da kifayetsiz kalıyor. Denetleme ve düzenleme işini büyütüp karmaşıklaştırınca işin içinden çıkamıyorlar. Fiyatları düşük tutunca kıtlık büyüyor. Kıtlık olan üründe fiyatı bırakınca, ücretler sabit, insanların alım gücü eriyor. Üstelik üreticiler çeşit çeşit, hepsinin maliyet yapısı farklı. Fiyatlamada tek bir kriter getirseler olmaz, herkese farklı kriter getiremiyorlar, getirseler uygulayamıyorlar, denetleyemiyorlar. Sonunda memnuniyetsizlik artıyor ve pes ediyorlar. Kontrolleri bıraktıklarında da bastırılan zamlar hızla geri geliyor. (ABD'deki deneyimlerin detaylarını merak edenler CBO raporuna bakabilir.)

Peki bu mevzu aklıma nereden geldi? Ülkemizde yakın zamanda enflasyonla mücadele maksadıyla bir fiyat istikrar komitesi kurulunca, ister istemez gelirler politikalarını düşündüm. Elbette önyargılı olmamak lazım, belki bambaşka bir plan vardır. Geniş kapsamlı bir istikrar programı içerisinde, kamu kurumları arasında eşgüdüm sağlayan bir yapı faydalı olabilir. Fakat sıkı para ve maliye politikaları olmadan bir istikrar programı uygulamak mümkün değil. Bu konudaki isteksizlik açık olduğundan, fiyat istikrar komitesinin ne yapacağını merak ediyorum.