peki neden dershanelere harcanan para ve zaman toplumsal acidan israf? bu da ekonomiturk'teki yazima gelen, dershanelerin egitime pozitif katki yaptigi yonundeki bir yoruma cevabim:
dershanenin varlik amaci ogrenciyi egitmek ya da universiteye hazirlamak degil, sinavda olabildigince cok soru cevaplayip onun olabildigince cok adayin onune gecmesini saglamaktir. bu amaca yonelik ogretimde gercekten okullardan daha etkin ve verimlidirler. ama bizim egitim sisteminden beklentimiz ogrencileri birer test cozme makinasi haline getirmek degil.
okullarimizdaki egitimin cok eksikleri oldugu icin, dershanelerde okulda ogrendiklerinden fazlasini ogrenenler olabilir. ama kimse sinavda cikmayacak bir seyi dershanede ogrenemez, test disinda bir formatla dershanede karsilasmaz. oysa ki turkce ve edebiyat testlerinden tulum cikarmak, bir kitabi okuyup sinifta onu sunmanin ve tartismanin yerine gecmez. matematik testini tam yapmak, ispat yapmayi ogrenmenin yerini tutmaz. ben orta 3'teyken matematik dersinde ispat yapiyorduk; lise sonda birakin ispat yapmayi turevleme tekniklerini ogretmeye calisan hoca bile tepki goruyordu. ayni donemde lise son ogrencileri olarak dershanede lise 1 duzeyinde test sorulari cozuyorduk.
ozetle, dershanelerin egitime kayda deger bir katkilarinin oldugunu dusunmuyorum. ancak ortada bariz bir israf var. niye? egitimi bir pasta, ogrencileri de pastadan pay kapmak isteyen insanlar gibi dusunelim. dershanenin yaptigi ogrencilere pastadan pay almayi ogretmektir. ama yukarida saydigim nedenlerden dershanecilik pastayi buyutmez. pastayi buyutmeyen her kurus harcama da israftir. zira o paranin bir firsat maliyeti, yani pastayi buyutebilecek bir alternatif kullanim alani vardir. uretmeden bolusmeye yonelik bu tip bir duzene biz iktisatcilar rant ekonomisi diyoruz.
ek: burada dershanecilerin bir gunahi yok. dershanelerin varligi bir onceki yazida bahsini ettigimiz asil sorunun nedeni degil, sonucudur. saglikli bir egitim sistemine dogru ilerledikce onlarin sayisi da azalacaktir. bu acidan sektorun zaman icerisindeki gelisimine bakarak egitim sisteminin nereye gittigi konusunda bir fikir sahibi olabiliriz.
ek 2: israf sadece paradan ibaret degil. genclerin, kisisel gelisimlerine pozitif katkisi eser duzeyde olan bir sinava hazirlanmak icin, sanat, spor ve sosyal hayat gibi onemli seylere ayiracaklari zamandan feragat etmeleri; bes gun okula gittikten sonra haftasonlarini da dershanede gecirmeleri de bir israftir.
ek 3: yeri gelmisken sunu da soylemeden gecmeyeyim: yuzbinlerce ogrencinin sahte rapor almasina kayitsiz kalarak, 18 yasindaki insanlara sahtekarligin ulkede gecer akce olabildigini goztermenin maliyetine ise paha bicilemez.
Vakti zamanında Ekşi Sözlük'te yazdığım iktisatla ilgili yazıları toplayarak başlattığım bu blogun yayınına, 2007'den bu yana yeni yazılarla devam ediyorum.
20 Haziran 2007 Çarşamba
18 Haziran 2007 Pazartesi
ÖSS Kalkacak (Mı Acaba?..)
bu senenin populer secim vaatlerinden biri universiteye giriste OSS'nin kaldirilmasi. benim birader de bu sene sinava girdigi icin bu konularla yillar sonra yeniden ilgileniyorum. secim vaatlerini ve medyada yer alan yorumlari dikkate alarak, konuyu iktisatci gozuyle degerlendirelim.
bu secimde, once genc parti OSS'nin kalkacagini vaat etti. sonra da onu mhp ve chp izlediler. akp de bunlari izlerse yakin gelecekte bu sistemin degiseceginden emin olabiliriz. ancak insan huylaniyor. OSS kalkar ama acaba bu bir yaraya merhem olur mu? yoksa siyasi rant ugruna sistemin bir parcasini bozmak uzere miyiz?
bugun asil problem su: universite kapisindaki insan sayisi 1.7 milyon (ve bu sayi seneden seneye artiyor) ama toplam kontenjan sadece 400 kusur bin. bir iktisada giris kitabina bakarsaniz, standart arz-talep iliskisinde boyle bir sonuc fiyatlarin serbest piyasa duzeyinin altinda olmasiyla aciklanir. yani devlet destegi sayesinde, ogrenciler yuksek ogretim servisini gercek bedelinin cok daha azini odeyerek almaktadirlar. bu yuzden talep, toplam kontenjanin cok uzerindedir. sorunun cozumu icin, sinava giren insan sayisinin azalip kontenjan sayisinin artmasi lazim. aradaki farki dogrudan hedef alip kapatacak bir cozum bulamadiktan sonra, gercekten cozum uretmis olmazsiniz. yani sadece sinavin kalkmasi yetmez. o zaman sormamiz gereken soru su: partilerin bu konuda cozum olacak, gercekci projeleri var mi?
cuma gunku aksam'da serdar turgut cem uzan'in projesinin kagit uzerinde uygulanabilir oldugunu yazmis. bu yaziya gore cem uzan'in fikri su imis: OSS kalkacak, veliler dershanelere verecekleri paranin yarisini devlete verecekler ve cocuklarini devlet universitesinde okutacaklar. cem uzan bu yolla yilda 2.5 milyar dolar toplayacagini iddia ediyormus. bu para kimden toplanacak ve adam basi ne kadar olacak; yeni sinav ve yerlestirme sistemi nasil olacak gibi onemli ayrintilar yazida tartisilmamis. baska yerde de projenin detaylarina rastlamadim. bunlara ragmen, tamamen ulke kaynaklarinin israfindan baska bir sey olmayan dershanecilik ve ozel ders sisteminde donen paranin yuksek ogrenime kaynak olarak aktarilmasi, uzerinde calismaya deger bir proje gibi duruyor. eger gercekten boyle bir kaynak elde edilebilirse bu yolla kapasite arttirilabilir, ancak egitimin fiyati degismedigi muddetce bu artis taleple arz arasindaki 1 milyon 300 binlik farki kapatmaya yetmez. ama zaten uzan'in herkesi universiteli yapacagini vaat ettigini de hatirlamiyorum. o yuzden bana oyle geliyor ki, cem uzan'in oy isterken acikca soylemedigi ve velinin dershaneye verdigi parayi devlete vermesi seklinde ifade ettigi sey, egitimin fiyatini (ya da baska bir deyisle egitim masraflarindan ogrenciye dusen payi) arttirmak. boylece parasi olan ve kredi ya da burs bulabilecek kadar basarili ya da arkasi saglam olanlar universiteye girecek. digerleri ise universite kapisindan cekilecek. serdar turgut'un anlattigindan benim anladigim bu. (digerlerine ne olacak bilmiyorum. meslek lisesi falan diyorlar ama onlarin hali de malum.)
ana hatlariyla bu tip bir reform, eger iyi planlanir ve uygulanirsa, daha fazla sayida insana universitede okuma imkani saglayabilir. ama universiteye giremeyen insanlarin derdine deva olmaz. ortalikta tartisilmayan ayrintilar uzerine spekulasyon yapmayi ise gereksiz buluyorum.
daha koklu bir cozum, universiteye gitmeyen insanlarin meslek edinmesine ve boylece hayat standartlarinin iyilestirilmesine yonelik projeler uretmek olacaktir. bu dogal olarak universiteye olan talebi azaltir. ancak nedir bu politikalar, bunlari uyguyacak kaynak nerede ya da mekanizma ne belli degil. benim aklima, "neden ozel meslek lisesi yok?", "daha kaliteli meslek liselerinde okumak icin insanlar para vermek istemezler mi?", "isverenler ihtiyaclari dogrultusunda egitim veren liseleri desteklemezler mi?" gibi sorular geliyor. daha da gelirdi ama lise yillarim cok gerilerde kaldi.
yapilabilecek en kotu sey ise koklu bir reforma girismeden gostermelik olarak OSS'yi kaldirmak olur. zira merkezi sinav ve yerlestirme sistemi, su an belki de tum egitim sisteminin en iyi isleyen parcasi. (neden mi? tiklayin.)
sanirim proje uretmeye yuksek ogrenimden degil, daha asagilardan baslamak ve oralari islah etmeden yukaridaki isleyen mekanizmalari bozmamak en iyisi. ne diyeyim, biniyoruz bir alamete...
not: aslinda ulkede iyi isleyen bir burs sistemi ve isteyen ogrencilerin rahatlikla borclanabilmelerine olanak saglayacak gelismis bir egitim kredisi piyasasi olsa, surada rahatlikla daha piyasa temelli bir egitim sistemini savunabiliriz. bu sistem icerisinde, piyasa basarisizliklarinin onune gecmek, dissalliklarin ustesinden gelmek ve sosyal adaleti saglamak uzere duzenleyici bir devlet yapisinin var olmasini da tartisabiliriz. ama bunlar su an cok utopik seyler gibi duruyor, degil mi?
bu secimde, once genc parti OSS'nin kalkacagini vaat etti. sonra da onu mhp ve chp izlediler. akp de bunlari izlerse yakin gelecekte bu sistemin degiseceginden emin olabiliriz. ancak insan huylaniyor. OSS kalkar ama acaba bu bir yaraya merhem olur mu? yoksa siyasi rant ugruna sistemin bir parcasini bozmak uzere miyiz?
bugun asil problem su: universite kapisindaki insan sayisi 1.7 milyon (ve bu sayi seneden seneye artiyor) ama toplam kontenjan sadece 400 kusur bin. bir iktisada giris kitabina bakarsaniz, standart arz-talep iliskisinde boyle bir sonuc fiyatlarin serbest piyasa duzeyinin altinda olmasiyla aciklanir. yani devlet destegi sayesinde, ogrenciler yuksek ogretim servisini gercek bedelinin cok daha azini odeyerek almaktadirlar. bu yuzden talep, toplam kontenjanin cok uzerindedir. sorunun cozumu icin, sinava giren insan sayisinin azalip kontenjan sayisinin artmasi lazim. aradaki farki dogrudan hedef alip kapatacak bir cozum bulamadiktan sonra, gercekten cozum uretmis olmazsiniz. yani sadece sinavin kalkmasi yetmez. o zaman sormamiz gereken soru su: partilerin bu konuda cozum olacak, gercekci projeleri var mi?
cuma gunku aksam'da serdar turgut cem uzan'in projesinin kagit uzerinde uygulanabilir oldugunu yazmis. bu yaziya gore cem uzan'in fikri su imis: OSS kalkacak, veliler dershanelere verecekleri paranin yarisini devlete verecekler ve cocuklarini devlet universitesinde okutacaklar. cem uzan bu yolla yilda 2.5 milyar dolar toplayacagini iddia ediyormus. bu para kimden toplanacak ve adam basi ne kadar olacak; yeni sinav ve yerlestirme sistemi nasil olacak gibi onemli ayrintilar yazida tartisilmamis. baska yerde de projenin detaylarina rastlamadim. bunlara ragmen, tamamen ulke kaynaklarinin israfindan baska bir sey olmayan dershanecilik ve ozel ders sisteminde donen paranin yuksek ogrenime kaynak olarak aktarilmasi, uzerinde calismaya deger bir proje gibi duruyor. eger gercekten boyle bir kaynak elde edilebilirse bu yolla kapasite arttirilabilir, ancak egitimin fiyati degismedigi muddetce bu artis taleple arz arasindaki 1 milyon 300 binlik farki kapatmaya yetmez. ama zaten uzan'in herkesi universiteli yapacagini vaat ettigini de hatirlamiyorum. o yuzden bana oyle geliyor ki, cem uzan'in oy isterken acikca soylemedigi ve velinin dershaneye verdigi parayi devlete vermesi seklinde ifade ettigi sey, egitimin fiyatini (ya da baska bir deyisle egitim masraflarindan ogrenciye dusen payi) arttirmak. boylece parasi olan ve kredi ya da burs bulabilecek kadar basarili ya da arkasi saglam olanlar universiteye girecek. digerleri ise universite kapisindan cekilecek. serdar turgut'un anlattigindan benim anladigim bu. (digerlerine ne olacak bilmiyorum. meslek lisesi falan diyorlar ama onlarin hali de malum.)
ana hatlariyla bu tip bir reform, eger iyi planlanir ve uygulanirsa, daha fazla sayida insana universitede okuma imkani saglayabilir. ama universiteye giremeyen insanlarin derdine deva olmaz. ortalikta tartisilmayan ayrintilar uzerine spekulasyon yapmayi ise gereksiz buluyorum.
daha koklu bir cozum, universiteye gitmeyen insanlarin meslek edinmesine ve boylece hayat standartlarinin iyilestirilmesine yonelik projeler uretmek olacaktir. bu dogal olarak universiteye olan talebi azaltir. ancak nedir bu politikalar, bunlari uyguyacak kaynak nerede ya da mekanizma ne belli degil. benim aklima, "neden ozel meslek lisesi yok?", "daha kaliteli meslek liselerinde okumak icin insanlar para vermek istemezler mi?", "isverenler ihtiyaclari dogrultusunda egitim veren liseleri desteklemezler mi?" gibi sorular geliyor. daha da gelirdi ama lise yillarim cok gerilerde kaldi.
yapilabilecek en kotu sey ise koklu bir reforma girismeden gostermelik olarak OSS'yi kaldirmak olur. zira merkezi sinav ve yerlestirme sistemi, su an belki de tum egitim sisteminin en iyi isleyen parcasi. (neden mi? tiklayin.)
sanirim proje uretmeye yuksek ogrenimden degil, daha asagilardan baslamak ve oralari islah etmeden yukaridaki isleyen mekanizmalari bozmamak en iyisi. ne diyeyim, biniyoruz bir alamete...
not: aslinda ulkede iyi isleyen bir burs sistemi ve isteyen ogrencilerin rahatlikla borclanabilmelerine olanak saglayacak gelismis bir egitim kredisi piyasasi olsa, surada rahatlikla daha piyasa temelli bir egitim sistemini savunabiliriz. bu sistem icerisinde, piyasa basarisizliklarinin onune gecmek, dissalliklarin ustesinden gelmek ve sosyal adaleti saglamak uzere duzenleyici bir devlet yapisinin var olmasini da tartisabiliriz. ama bunlar su an cok utopik seyler gibi duruyor, degil mi?
14 Haziran 2007 Perşembe
Ekonomi Doktorası Üzerine
dun ekonomix mankiw'in bir iktisat lisans ogrencisine verdigi yaniti ekonomi turk'e tasimis. kendisi ayni sitede daha once de finans doktorasiyla ilgili guzel tavsiyelerde bulunmus. bense konuyu mankiw gibi ekonomi doktorasi acisindan ele alacagim.
genel kural sudur: ozel sektorde calismak ve cok para kazanmak amaciyla ekonomi doktorasi yapilmaz.
mankiw de bunu soyluyor; ve derdi para kazanmak olan ogrencisine MBA'yi tavsiye ediyor. zira, bir defa, MBA kisa surer ve kolaydir; bitirince alacagin para da doktorayi aldiginda alacagin paradan az olmayacaktir. yani sonunda akademisyen olmayacaksan zorlanmanin alemi yok. ikincisi, bir iste basarili olacak insanin secimini kendi kisisel ozelliklerini de dikkate alarak yapmasi gerekir. ekonomix'in dedigi gibi giriskenligi ya da liderlik vasiflari zayif olan biri icin akademisyenlik daha uygun gorulebilir. ama yeterli akademik motivasyonu olmayan biri icin de ekonomi doktorasi uygun degildir. onceligi cok para kazanmak isteyen birinde de bu motivasyonun oldugunu sanmiyorum. mankiw de boyle dusunuyor olmali ki akademik bir is istemiyorsan, sen en iyisi MBA yap diyor.
lucas, zamaninda buyume ve kalkinma uzerine bir yazida soyle demis: "insan bir defa bu konulari dusunmeye basladi mi, baska bir sey dusunmesi zordur." ilgi alanina giren bir konuda benzer sekilde dusunmeyen insan iyi bir akademik iktisatci olamaz. kimi insanlarin zamanla oncelikleri degisir, akademik motivasyonalari kaybolur. onlar mankiw'in dedigi gibi daha sonra baska islere donerler. ama bu motivasyona en bastan sahip olmayan bir insanin birakin iyi bir iktisatci olmayi, ciddi bir doktora programini bitirebilmesi bile zordur. (su da bir gercek ki ekonomi doktorasini su ya da bu sebeple birakanlar degil bitirenler azinliktadir.)
bunlar mankiw'in de degindigi genel bazi gercekler. ama bir de ozel durumlar var. mesela doktoraya farkli amaclarla basvurulabilir. 2001 krizinden sonra turkiye'den yurt disindaki doktora programlarina basvurularda patlama yasanmisti. turkiye'deki is olanaklarinin ciddi oranda daraldigini goren insanlar, farkli alternatifler aradilar. MBA ve benzeri alternatiflerin aksine, doktora programlarinin basvuru ucretleri disinda bir maliyeti olmadigi icin bunlar o donemde caziptiler. cogu insan iki sene yurt disinda kalip bir master derecesi almayi, sonra da doktora programini birakip disarda ya da turkiye'de bir is aramayi dusundu. bugun de turkiye disinda calismak ve yasamak isteyenler icin doktora basvurusu yapmak bir alternatiftir.
yakin gecmise kadar, turkler icin turkiye disindaki siradan bir programdan fazla zorlanmadan doktora alip sonra turkiye'de bir yere kapagi atmak da fena bir alternatif degildi. ama bugun kaliteli doktora programlarinda cok sayida turk ogrenci oldugu ve bunlarin bir kismi turkiye'ye donecegi icin, turkiye'deki doktorali isgucu piyasasinda (en azindan iktisat alaninda) rekabet epey artti. gelecekte daha da artacak. bu yuzden bugun ozellikle ekonomi doktorasina gideceklerin gelecekte turkiye'de ya da disarda iyi bir is bulabilmeleri icin, gozlerini mumkun oldugunca yukarilara dikmelerinde fayda var. onun da nasil olacagini yine mankiw blogunda uzun uzun anlatmis zaten.
ek: bir de ekonomi doktorasi turkiye'de mi, yurt disinda mi yapilmali meselesi var tabii. bu herkesin pek cok kisisel ve cevresel faktoru dikkate alarak kendisinin cevaplamasi gereken bir soru. mesleki acidan kisinin ilgi alaninda isim yapmis bir okula gitmesinin daha iyi oldugu dusunuyorum. ama herkesin ozel bir takim oncelikleri olabilir. doktorasini turkiye'de tamamlamis kendi alaninda iktisat dunyasinda soz sahibi iktisatcilar da vardir. (ornek:semih koray, remzi sanver...) iktisat doktorasi yapmaya karar verdikten sonraki asamada verilecek kararlar ve yapilacak isler konusunda baska zaman yazarim. genel olarak amerika'da doktora yapmak uzerine daha once yazdigim bir yaziya ise suradan ulasabilirsiniz: tiklayin
genel kural sudur: ozel sektorde calismak ve cok para kazanmak amaciyla ekonomi doktorasi yapilmaz.
mankiw de bunu soyluyor; ve derdi para kazanmak olan ogrencisine MBA'yi tavsiye ediyor. zira, bir defa, MBA kisa surer ve kolaydir; bitirince alacagin para da doktorayi aldiginda alacagin paradan az olmayacaktir. yani sonunda akademisyen olmayacaksan zorlanmanin alemi yok. ikincisi, bir iste basarili olacak insanin secimini kendi kisisel ozelliklerini de dikkate alarak yapmasi gerekir. ekonomix'in dedigi gibi giriskenligi ya da liderlik vasiflari zayif olan biri icin akademisyenlik daha uygun gorulebilir. ama yeterli akademik motivasyonu olmayan biri icin de ekonomi doktorasi uygun degildir. onceligi cok para kazanmak isteyen birinde de bu motivasyonun oldugunu sanmiyorum. mankiw de boyle dusunuyor olmali ki akademik bir is istemiyorsan, sen en iyisi MBA yap diyor.
lucas, zamaninda buyume ve kalkinma uzerine bir yazida soyle demis: "insan bir defa bu konulari dusunmeye basladi mi, baska bir sey dusunmesi zordur." ilgi alanina giren bir konuda benzer sekilde dusunmeyen insan iyi bir akademik iktisatci olamaz. kimi insanlarin zamanla oncelikleri degisir, akademik motivasyonalari kaybolur. onlar mankiw'in dedigi gibi daha sonra baska islere donerler. ama bu motivasyona en bastan sahip olmayan bir insanin birakin iyi bir iktisatci olmayi, ciddi bir doktora programini bitirebilmesi bile zordur. (su da bir gercek ki ekonomi doktorasini su ya da bu sebeple birakanlar degil bitirenler azinliktadir.)
bunlar mankiw'in de degindigi genel bazi gercekler. ama bir de ozel durumlar var. mesela doktoraya farkli amaclarla basvurulabilir. 2001 krizinden sonra turkiye'den yurt disindaki doktora programlarina basvurularda patlama yasanmisti. turkiye'deki is olanaklarinin ciddi oranda daraldigini goren insanlar, farkli alternatifler aradilar. MBA ve benzeri alternatiflerin aksine, doktora programlarinin basvuru ucretleri disinda bir maliyeti olmadigi icin bunlar o donemde caziptiler. cogu insan iki sene yurt disinda kalip bir master derecesi almayi, sonra da doktora programini birakip disarda ya da turkiye'de bir is aramayi dusundu. bugun de turkiye disinda calismak ve yasamak isteyenler icin doktora basvurusu yapmak bir alternatiftir.
yakin gecmise kadar, turkler icin turkiye disindaki siradan bir programdan fazla zorlanmadan doktora alip sonra turkiye'de bir yere kapagi atmak da fena bir alternatif degildi. ama bugun kaliteli doktora programlarinda cok sayida turk ogrenci oldugu ve bunlarin bir kismi turkiye'ye donecegi icin, turkiye'deki doktorali isgucu piyasasinda (en azindan iktisat alaninda) rekabet epey artti. gelecekte daha da artacak. bu yuzden bugun ozellikle ekonomi doktorasina gideceklerin gelecekte turkiye'de ya da disarda iyi bir is bulabilmeleri icin, gozlerini mumkun oldugunca yukarilara dikmelerinde fayda var. onun da nasil olacagini yine mankiw blogunda uzun uzun anlatmis zaten.
ek: bir de ekonomi doktorasi turkiye'de mi, yurt disinda mi yapilmali meselesi var tabii. bu herkesin pek cok kisisel ve cevresel faktoru dikkate alarak kendisinin cevaplamasi gereken bir soru. mesleki acidan kisinin ilgi alaninda isim yapmis bir okula gitmesinin daha iyi oldugu dusunuyorum. ama herkesin ozel bir takim oncelikleri olabilir. doktorasini turkiye'de tamamlamis kendi alaninda iktisat dunyasinda soz sahibi iktisatcilar da vardir. (ornek:semih koray, remzi sanver...) iktisat doktorasi yapmaya karar verdikten sonraki asamada verilecek kararlar ve yapilacak isler konusunda baska zaman yazarim. genel olarak amerika'da doktora yapmak uzerine daha once yazdigim bir yaziya ise suradan ulasabilirsiniz: tiklayin
1 Haziran 2007 Cuma
Popülizm ve Ahlaki Tehlike
Persembe gunku Hurriyet'te Ercan Kumcu'nun yazisi dikkatimi cekti. Kumcu ozetle soyle diyor: Turkiye secim atmosferinde gundemdeki vergi indirimi gibi politikalarla ekonomik disiplini bosluyor. Yurt disindan gelen sermaye bunun uzerini ortuyor. Ancak bunun acisi secimden sonra cikacaktir.
Haydi simdi basit bir asil-vekil (principal-agent) modeli kuralim ve buradaki ahlaki tehlike (moral hazard) problemini analiz edelim. (Ahlaki tehlike ne mi? Tiklayin.)
Asil halk, vekil hukumet, hukumetin secimden once halka verdigi vaatler ve parti programi ise halk ve hukumet arasindaki kontrat olsun. Halkin tek derdi hizmet almak, vekilini de bu amacla seciyor. Ama secilen vekilin bir derdi daha var: bir defa daha secilmek. Diyelim ki vekilin onunde iki tip politika secenegi var: iyi politika ve populist politika. Iyi politika dedigimiz Ercan Kumcu'nun istedigi turden disiplinli politika. Populist politika ise secim oncesinde hukumet vatandasa hizmet veriyormus izlenimi veren kotu politika. Populist politika, Ercan Kumcu'nun belirttigi uzere gelecekte ulkenin makroekonomik dengelerini bozacagi icin aslinda halkin zararina. Dolayisiyla halkin cikari sandikta populist politika uretene ya da onerene degil, iyi politika uygulayacak olana oy vermekte. Ama iyi politika olarak adlandirdigimiz politikalarin olumlu sonuclari genellikle uzun vadede ortaya cikiyor. Dolayisiyla secim oncesi uyguladigi politikalarin iyi sonuclarini gorecek kadar zamani olmayan hukumetin, iyi politika yerine populist politika uygulamaya egilimi oluyor. Ustelik secilme olasiligi azaldikca, populizm egilimi de artiyor. Secilirse de 4 sene daha Allah kerim zaten.
Peki burada mesele ne? Mesele vatandasin iyi politika ile populist politikayi birbirinden ayirt edememesi. Vatandas hukumet populist politika uyguladiginda bunun sip diye farkina varsa hic sorun kalmaz. Populist politika cikarina olmadigi icin hukumetteki partiye bir daha oy vermez. Hukumet de bunu bilecegi icin populizm yapmaz. Ama sorun su ki ortalama bir vatandas hukumetin ne yaptigini duzenli olarak takip etmez ya da yapilanlarin iyi mi kotu mu oldugunu saglikli bir sekilde tahlil edemez. Bu yuzden cogunlukla mevcut ekonomik duruma gore kararini verir. Bu da populist politikanin yolunu acar. Iste vatandasin hukumeti geregince denetleyememesi neticesinde, hukumetin kotu politika uygulama riskinin olusmasi iktisat literaturunde ahlaki tehlike (moral hazard) denen soruna denk dusuyor.
Peki buna karsi ne yapilabilir? Literaturde bu tur problemlerin ustesinden gelmek uzere yapilan calismalari iceren alana kontrat teorisi deniyor. Pek cok asimetrik bilgi probleminde ortaya cikan verimsizlik, asil ile vekil arasinda yapilan karmasik kontratlarla azaltilabiliyor. Ancak politika soz konusu oldugunda, vatandasin sandiga gidip oy vermekten baska fazla bir gucu olmadigi icin bu imkan sinirli. Yapilabilecek en iyi sey, onceden hukumetin secim zamani populizm yapma imkanlarini kisitlanmaya calismaktir. Mesela merkez bankasi bagimsizligi populizme karsi bir onlemdir. Eger basbakanin faizler inmeli telkinine ragmen merkez bankasi baskani direnebiliyorsa, para politikasindan yana icimiz rahat olabilir. Maliye politikasinda ise isler daha zor. (Devletin ve iktidarin ekonomik gucunun sinirlandirilmasi konusu derin bir mevzu. Devletin bu konulari duzenleyen bir ekonomik anayasasi olmasini savunanlar bile var. Ama simdi oralara girip konuyu dagitmayalim.)
Secim zamani geldiginde ise yapilabilecek tek sey, ekonomide populist politikalarin isaretlerinin izini surmek ve populist politika ureten hukumeti sandikta cezalandirmak. Ama ekonomideki gostergeler tek bir faktore bagli olmadigi icin, onlara bakip bir sonuca varmak zor. Yine de oy kararini vermeden en basitinden secimden once enflasyonun seyrine bir goz atmak faydali olabilir.
Ozetle, secim zamani gelir de iktidarin elinde populizm yapma sansi olursa, tek oyumuzla onu cezalandirmaya calismaktan ve baskalarinin da aynisini yaptigini ummaktan baska yapabilecegimiz pek bir sey yok. O yuzden gerekli kurumsal reformlari hukumetlere onceden yaptirmak gerekiyor.
Haydi simdi basit bir asil-vekil (principal-agent) modeli kuralim ve buradaki ahlaki tehlike (moral hazard) problemini analiz edelim. (Ahlaki tehlike ne mi? Tiklayin.)
Asil halk, vekil hukumet, hukumetin secimden once halka verdigi vaatler ve parti programi ise halk ve hukumet arasindaki kontrat olsun. Halkin tek derdi hizmet almak, vekilini de bu amacla seciyor. Ama secilen vekilin bir derdi daha var: bir defa daha secilmek. Diyelim ki vekilin onunde iki tip politika secenegi var: iyi politika ve populist politika. Iyi politika dedigimiz Ercan Kumcu'nun istedigi turden disiplinli politika. Populist politika ise secim oncesinde hukumet vatandasa hizmet veriyormus izlenimi veren kotu politika. Populist politika, Ercan Kumcu'nun belirttigi uzere gelecekte ulkenin makroekonomik dengelerini bozacagi icin aslinda halkin zararina. Dolayisiyla halkin cikari sandikta populist politika uretene ya da onerene degil, iyi politika uygulayacak olana oy vermekte. Ama iyi politika olarak adlandirdigimiz politikalarin olumlu sonuclari genellikle uzun vadede ortaya cikiyor. Dolayisiyla secim oncesi uyguladigi politikalarin iyi sonuclarini gorecek kadar zamani olmayan hukumetin, iyi politika yerine populist politika uygulamaya egilimi oluyor. Ustelik secilme olasiligi azaldikca, populizm egilimi de artiyor. Secilirse de 4 sene daha Allah kerim zaten.
Peki burada mesele ne? Mesele vatandasin iyi politika ile populist politikayi birbirinden ayirt edememesi. Vatandas hukumet populist politika uyguladiginda bunun sip diye farkina varsa hic sorun kalmaz. Populist politika cikarina olmadigi icin hukumetteki partiye bir daha oy vermez. Hukumet de bunu bilecegi icin populizm yapmaz. Ama sorun su ki ortalama bir vatandas hukumetin ne yaptigini duzenli olarak takip etmez ya da yapilanlarin iyi mi kotu mu oldugunu saglikli bir sekilde tahlil edemez. Bu yuzden cogunlukla mevcut ekonomik duruma gore kararini verir. Bu da populist politikanin yolunu acar. Iste vatandasin hukumeti geregince denetleyememesi neticesinde, hukumetin kotu politika uygulama riskinin olusmasi iktisat literaturunde ahlaki tehlike (moral hazard) denen soruna denk dusuyor.
Peki buna karsi ne yapilabilir? Literaturde bu tur problemlerin ustesinden gelmek uzere yapilan calismalari iceren alana kontrat teorisi deniyor. Pek cok asimetrik bilgi probleminde ortaya cikan verimsizlik, asil ile vekil arasinda yapilan karmasik kontratlarla azaltilabiliyor. Ancak politika soz konusu oldugunda, vatandasin sandiga gidip oy vermekten baska fazla bir gucu olmadigi icin bu imkan sinirli. Yapilabilecek en iyi sey, onceden hukumetin secim zamani populizm yapma imkanlarini kisitlanmaya calismaktir. Mesela merkez bankasi bagimsizligi populizme karsi bir onlemdir. Eger basbakanin faizler inmeli telkinine ragmen merkez bankasi baskani direnebiliyorsa, para politikasindan yana icimiz rahat olabilir. Maliye politikasinda ise isler daha zor. (Devletin ve iktidarin ekonomik gucunun sinirlandirilmasi konusu derin bir mevzu. Devletin bu konulari duzenleyen bir ekonomik anayasasi olmasini savunanlar bile var. Ama simdi oralara girip konuyu dagitmayalim.)
Secim zamani geldiginde ise yapilabilecek tek sey, ekonomide populist politikalarin isaretlerinin izini surmek ve populist politika ureten hukumeti sandikta cezalandirmak. Ama ekonomideki gostergeler tek bir faktore bagli olmadigi icin, onlara bakip bir sonuca varmak zor. Yine de oy kararini vermeden en basitinden secimden once enflasyonun seyrine bir goz atmak faydali olabilir.
Ozetle, secim zamani gelir de iktidarin elinde populizm yapma sansi olursa, tek oyumuzla onu cezalandirmaya calismaktan ve baskalarinin da aynisini yaptigini ummaktan baska yapabilecegimiz pek bir sey yok. O yuzden gerekli kurumsal reformlari hukumetlere onceden yaptirmak gerekiyor.
Etiketler:
makroiktisat,
oyun teorisi,
politik ekonomi,
Türkiye ekonomisi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)