27 Temmuz 2016 Çarşamba

Kutu kutu enflasyon raporu

Merkez bankamızın enflasyon raporlarında en sevdiğim şey, kurumun ekonomistlerinin çalışmalarına dayanan ve kutular içinde ilgili bölümlere yerleştirilen kısa notlar. Bu hafta açıklanan raporda da güncel gelişmelerle ilgili dört kutu özellikle dikkatimi çekti. Kısaca bahsedeceğim. İlgilenenler bunları ve daha fazlasını rapordan okuyabilir. (Metin şurada)

Gıda fiyatları: Kutulardan biri, Türkiye'de gıda fiyatlarının uzun süredir genel tüketici fiyatlarından hızlı arttığını (yani gıdanın başka ürünlere göre nispeten pahalılaştığını) ve fiyatların dünya ölçülerine göre çok oynak olduğunu gösteriyor. Birincisi, genel enflasyonu hedefe düşürmek için daha fazla parasal sıkılaştırma gerektiren bir şey. İkincisiyse, enflasyonun tahmin edilmesini zorlaştırarak belirsizlik yaratıyor. Biliyoruz ki merkez bankamız çok güçlü parasal sıkılaştırma tercih etmiyor. Onun yerine, diğer ilgili kurumların da katılımıyla oluşturulan "gıda komitesi" yoluyla fiyat artışlarını sınırlayıcı ve oynaklığı azaltıcı önlemler alınmaya çalışılıyor. Aslında etkin olabilirse bu çok iyi bir şey. Genel enflasyonu düşürmeye yönelik faydalarının yanında, sorunların kaynağına inecek önlemler gıdanın nispi olarak ucuzlamasını sağlayıp özellikle dar gelirlilerin refahına katkı da yapabilir. Kutu bu çerçevede yapılan çalışmaları da anlatmış. Kırmızı et fiyatlarının, geçici de olsa ithalat yoluyla kontrol altına alınması bunlardan biri.

Turizm: Bir diğer kutuda bu sene turizmde görülen ciddi bozulmanın şimdiye kadarki makroekonomik etkileri incelenmiş. Ödemeler dengesindeki turizm gelirlerinin yılın ilk beş ayında yaklaşık yüzde 20 düştüğü ve şimdiye kadarki kaybın 1.7 milyar dolar olduğu yazılmış. Bunun doğrudan etkisinin ilk çeyrekte GSYH büyümesini yıllık 0.2, çeyreklik 0.1 puan azalttığı tahmin edilmiş. Ancak dolaylı etkileri de (mesela otellerle iş yapan firmaların kayıplarını) düşününce, toplam etki daha büyük olmalı. Normalde yıllık gelirlerin yüzde 40'ı Temmuz-Eylül döneminde elde ediliyormuş. O yüzden cari açık ve büyümedeki olumsuz etkiler asıl yılın 3. çeyreğinde belirgin olacak.

Asgari ücret zammı: Mikro bazlı verilere dayanan bu çalışmaya göre, sene başındaki asgari ücret zamlarının ardından kayıtlı istihdam artışı yavaşlamış, kayıtdışı istihdam artışı hızlanmış. Toplam istihdamda ise belirgin bir etki bulunamamış.

Para politikası-banka faizleri ilişkisi: Burada merkez bankasının son aylardaki faiz indirimlerinin kredi ve mevduat faizlerine neden çok yansımadığı açıklanmaya çalışılmış. Özetle denilmiş ki, banka faizlerini (kredi riskleri, iktisadi görünüm, bankacılıktaki yapısal meseleler gibi) merkez bankasının doğrudan kontrol edemediği bir çok etmen belirliyor ve bunlar para politikasındaki gevşemenin etkisini sınırlıyor. Yazı daha çok literatür anlattığından, hangi etmenlerin daha belirleyici olduğuna dair bulgular ortaya konmamış. Ancak firmaların borçluluğunun bankalar için kredi risklerini artırdığı, iç tasarrufların kıt olmasının mevduat toplamayı zorlaştırdığı, ekonomide büyüme görünümünün bozulduğu gibi tespitler ekonomistlerin hep yazıp çizdiği şeyler.  Kutuda yazılanlar bunlarla uyumlu.

15 Temmuz 2016 Cuma

Tasarruf ve konut yatırımı

Geçen gece Twitter'da Eksi Sözlük'ten bir yazı paylaştım (linki burada). Ev kirası boşa gidiyor düşüncesiyle ev almanın yanlış olduğunu, kirada oturmanın da avantajlarının bulunduğunu söylüyordu. Altındaki başka görüşleri de okuyunca fark ettim ki, birçok insan bunu hiç ev almayın, hatta tasarruf/yatırım yapmayın gibi anlamış. Bunun üzerine benim de şuraya iki satır yazıp iktisatçı bakışını kendimce açıklayasım geldi. Belki birilerine faydası olur.
 
Burada bilmemiz gereken, konut satan kişinin ondan uzun yıllar boyunca elde etmeyi beklediği kira gelirini iskonto ettiğidir. Yani ev sahibine, gelecekteki kira gelirlerine göre yeterince büyük bir toplu para vereceksiniz ki evini satsın. Adam buna razı oluyor, çünkü o parayı başka yatırım araçlarına koysa uzun vadede kazancının evin kira getirisini karşılayacağını düşünüyor. Sonuçta, konut satın almak gelecekteki kiraların bugünkü karşılığını peşinen ödemek olduğundan, bu suretle kiradan tasarruf etmiş olmuyoruz.

Denebilir ki, satın alırken 20-25 (İstanbul'da muhtemelen 30 kusur) senelik kirayı evin bedeli olarak ödüyoruz ama sonra mülkiyet ilelebet bizde kalıyor. Evet ama bundan da kar etmiyoruz, çünkü kira ve faiz hesabına göre evin ederi o kadar. 

Uzun vadede ev fiyatının gelecekteki kira artışlarına ve faizlere dair beklentilere bağlı olması lazım. Elbette bilhassa kısa vadede fiyatlar bunlarla uyumsuz olabilir. O durumda da ilerde düzeltme gelebilir. Dikkat! (Şimdiki değer hesabı yapmayı bilenler ev fiyatı/kira oranının reel faizle (ters orantılı) ilişkisini çıkarabilir. Hatta biraz fazlasını yapabilenler, Excel kullanarak gelecekteki faiz değişimlerinin bugünkü fiyat/kira oranını nasıl etkileyeceğini deneyerek görebilir.)

Bundan ayrı olarak, belirtmeden geçemeyeceğim, çoğu ailenin servetinin büyük kısmının oturduğu ev olması bir risk unsuru. Teşbih yerindeyse, bu tüm yumurtaları aynı sepete koymak gibi bir şey. Evin değerini düşürecek bir şey ailenin fakirleşmesine yol açabilir. Bu yüzden yeterince birikim yapıp (mevduat, BES, altın, yatırım fonu vb. araçları kullanarak) tasarrufları çeşitlendirmeden sadece konuta yatırım yapmak riskli bir tercih.

Rasyonelite bir tarafa, ev almanın psikolojik bir yönü de var. Çoğu insan için konut bir yatırım aracı değil, başını sokacak yuva. Böyle bakanlar, tüketim malı satın alır gibi, gelirlerine ve ödeyecekleri takside bakıp beğendikleri uygun bir evi alabilirler. Bunun dışında tasarruf etmekte zorlananlar için de ev almak bir motivasyon unsuru olabilir. Kenara para koymayı başaramayan ya da nakit birikimini kolayca harcayan biri, parasını eve bağlayarak yaşlılığına ve hatta çocuklarına kalacak bir birikim oluşturabilir.

Sonuç olarak, herkes kendini bilir. Hesabını kitabını yapıp ev alanlara hayırlı olsun. Ben kirada mutluyum, tasarrufumu da başka şekilde yaparım diyenler de dert etmesin, boşa harcadıkları bir şey yok.

8 Temmuz 2016 Cuma

Devrim arabaları filmindeki iktisatçıları anlamak

"Devrim arabaları", 1960'ların başındaki gerçek bir olaydan uyarlanan bir film. Zamanın rejimi tarafından yerli otomobil üretmek için bir araya getirilen; türlü zorluklar ve yokluklara rağmen vatan sevgisiyle, yılmadan, fedakarca çalışan bir grup mühendisin hikayesini anlatıyor. İdealize edilmiş ana karakterler ve bunların olağanüstü inanç ve çabası izleyicinin hem insani, hem milli duygularına hitap ediyor. Gördüğüm kadarıyla bu film bir hayli de seviliyor. Bense arka plandaki popülist iktisadi mesajlara takiliyorum. Kısaca yazayım.

Filmde otomobil üretimi projesine karşı çıkan kim varsa korkak, hain ya da satılmış olarak resmedilmiş ve takındığı olumsuz tavır bununla ilişkilendirilmiş. Fakat ben iktisatçı gözüyle bakınca farklı bir resim görüyorum. Bir defa baştan sona söylenen şey, bu yatırımın getirisinin maliyetini çıkarmayacağı; yani zarar edip kamuya yük olacağı. Şimdi bu görüş doğru ya da yanlış olabilir, ancak bu hesap kitap yaparak ortaya konur. Böyle diyen bir insana senin inancın zayıf denmez. Oysa film tam bunu yapıyor ve meseleyi inanmaya indirgiyor. Bir sinema filminden karşımıza bir fizibilite raporu çıkarmasını beklemiyorum elbette. Ama bir piston parçasının nasıl döküldüğünü en ince ayrıntısına kadar anlatan film, verdiği mesajın altını doldurmak için yatırımın niye akılcı olduğunu anlatan kaba taslak bir analiz sunmalıydı. DPT'nin tahminleri yanlış, şu fiyata yılda şu kadar araba satılabilir, o ölçekte ortalama maliyet fiyatın altında olduğundan proje karlıdır, gibi mesela.

Projenin yapılması için karlı olması şart mı? Denebilir ki başta karlı olmasa bile, zaman içinde üretim gelişir, karlı hale gelir. Ayakları üzerinde durana kadar bir süre zararına üretim yapılabilir, ürün gümrük duvarlarıyla dış rekabetten korunabilir. Hatta nette ekonomik faydası olmasa bile, kitleleri heyecanlandırıp kenetlemek için (sanki heykel yapar gibi) bir eser ortaya çıkarmak bile bir gerekçe olabilir. Lakin gözden kaçmaması gereken, bunların çok spekülatif tezler olduğudur. 1960'ların tarım toplumu koşullarında, memleketin kıt olan mali kaynaklarını, (fabrika, makina, teçhizat gibi) fiziksel ve (mühendis, teknisyen, nitelikli işçi gibi) beşeri sermayesini, gerçekten karlı olabilecek alternatifler yerine böyle gerekçelerle kullanmak mantıklı mıdır? Formel iktisat eğitimi almayanların anlamakta zorlandığı konu, ekonomide kaynakların sınırlı olduğu ve bu yüzden tercih yapmanın gerektiğidir. Yani mesele otomobil üretilsin mi meselesi değildir; onu üretmek için nelerden feragat etmek gerektiği ve buna değip değmeyeceği meselesidir. Böyle bakınca filmdeki iktisatçıların çekinceleri idrak edilebilir. Hatta bir yerde söz edildiği gibi, bir vakitler var olan uçak fabrikasının neden traktör fabrikasına çevirilmiş olabileceği de anlaşılabilir.

Ülke kaynaklarının nasıl kullanılması gerektiği konusunda herkesin farklı fikrinin olması tabiidir. Otomobil üretilmesine karşı çıkmış olmak kimseyi kötü adam yapmaz. Aslında filmde kurgu icabı kahramanlara türlü pislikler yapan bürokratlar, konu ülke kaynakları olunca onu kendi malları gibi özenle korumaya ve akılcı kullanmaya çalışan karakterler aynı zamanda. Başbakanın asıldığı ortamda, darbeyle başa geçmiş devlet başkanına karşı bunu yaptıklarına da dikkat edelim. Hani kurgu olduğunu bilmesem aferin onlara diyeceğim. İktisatçılar olarak hepimize örnek olmalı.