Doların dünya piyasalarında değerlendiği, Türk lirasının bundan özellikle kötü etkilendiği bir dönemden geçiyoruz. Peki bu durumda kısa vadede hangi politika adımları atılabilir? Mevcut koşulları da dikkate alarak değerlendirelim.
Döviz rezervleri
Geçici kur şoklarına karşı, böyle durumlar için biriktirilen döviz rezervleri kullanılır. Geçmiş yıllarda Rusya, Çin gibi büyük rezervleri olan ülkelerin yaptığı gibi, yüklü miktarlardaki döviz satışlarıyla değer kayıpları sınırlanabilir. Böylelikle şokun etkisinin geçmesi beklenir; yapısal bir sorun varsa, esaslı bir önlem almak için zaman kazanılır.
Bizim durumumuzda ise, cari fazla veren bir ülke olmadığımızdan döviz rezervimiz sınırlı. Onu da öyle uzun süre ve büyük ölçekte kullanma lüksümüz yok. Yine de kurlardaki oynaklığı törpülemek için, rezervlerimiz yer yer kullanılıyor. Merkez bankamız son zamanlarda rezerv opsiyon katsayısı gibi küçük bir zümre dışında ne olduğu bilinmeyen bazı araçlarda ayarlamalar yaparak bunu yönetiyor. Geçmişte günlük ihalelerle piyasaya az az döviz sattığı da olmuştu, bir seferde doğrudan büyük müdahaleler yaptığı da. Ancak çok etkili olduğu söylenemez.
Üçlem - Trilemma
Daha önce de (burada) yazmıştım, uluslararası finans teorisindeki temel kavramlardan biri olan “trilemma” (üçlem diye çevirebiliriz) şu üç hedefe aynı anda ulaşılamayacağını ifade ediyor: dış dünyadan bağımsız faiz politikası, döviz kurunun kontrolü, sermaye hareketlerinde serbestlik. Yani birinden feragat etmek gerekiyor. Dolayısıyla büyük ve sürekli kur şoklarına karşı 3 şeyden biri yapılmalı: faiz artırmak, kuru serbest bırakmak, sermaye hareketini sınırlamak.
1. Faiz artırımı. Yatırımcılar ülkenin parasından kaçıyorsa, onları kalmaya teşvik etmenin en kestirme yolu daha fazla getiri sağlamaktır. Karşılığını alacaksa yatırımcı icabında daha fazla riske de katlanabilir. (Tabii finansal yatırımcının getirisini artıran bu politika, içerde kredi kullanmak isteyen reel sektörün de maliyetini artırır.)
ABD başkanlığına Trump seçildikten sonra, bu ülkeyle ticareti riske giren ve parası tepe taklak olan Meksika daha yeni bu yolu seçti. Bizde de Ocak 2014’te, merkez bankasının döviz satım müdahalelerinin başarısız olmasının ardından yüklü bir faiz artırımına gidilmiş ve döviz kurlarının alıp başını gitmesi engellenmişti.
Peki merkez bankamız bugün de faiz artırır mı? Para politikasının karmaşık çerçevesi içinde bazı ayarlamalar mümkün olabilir. Ancak esaslı bir faiz artırımının yaratacağı parasal sıkılaşma, hükümetin son dönemdeki ekonomiyi canlandırma gayretleriyle de, cumhurbaşkanımızın kredi faizleri düşürülsün isteğiyle de tezat oluşturur. Herhalde mecbur kalmadıkça, ekonomide daralmaya yol açabilecek bir artış yapılmaz.
2. Kuru serbest bırakmak. Normalde enflasyon hedefleyen bağımsız bir merkez bankası varsa bunu düşünmek bile abes. Enflasyondaki kur etkisinin yüksek olduğu bir ülkede paranın değerini korumadan enflasyon düşmez. Ancak merkez bankası bugün çok bağımsız olmadığından ve para politikasının fiili önceliği iç talebi canlandırmak olduğundan, durum biraz farklı. Düşük faiz ve düşük enflasyon arasında seçim yapmak durumunda kalınırsa, ikinciden feragat edildiğini görebiliriz.
Tabii yüksek enflasyonun uzun vadeli faizleri yükselteceğini ve kur artışlarının döviz borçlusu firmaları zora sokarak ekonomik istikrarı tehdit edeceğini de dikkate almak lazım. Enflasyonun neden faizin sonuç olması Ankara’da ne kadar rağbet görür bilmem ama reel sektörün borç yüküne herhalde kayıtsız kalınamaz. O yüzden döviz kurunu çok serbest bırakmak da zor.
3. Sermaye hareketini sınırlamak. Sermaye çıkışlarını engellemek finansal panik ortaya çıktığında ve eldeki araçlar yetersiz kaldığında izlenebilecek bir politika. Birkaç sene önce Güney Kıbrıs ve Yunanistan’daki bankacılık krizlerinde geçici bir süre uygulanmıştı. Bizde ise kriz yok. Bu ortamda sırf faizleri bir-iki puan artırmamak için hiç yoktan panik çıkarmanın alemi de yok. O yüzden bunun lafını bile etmemek lazım.
Sonuç?
Kısa vadedeki politika alternatifleri arasında çok iyi bir tercih yok. Kötünün iyisi var ki, o da genelde faiz artırımı oluyor. Esas mesele uzun vadede yapısal sorunları çözmek. Türkiye’de üretkenlik arttığında, tasarruflar büyüdüğünde, yabancı sermaye içinde doğrudan yatırımların payı yükseldiğinde, finansmanda (“hedging” vs. yoluyla) riskler en az indirildiğinde, en önemlisi ülkemize ve dünyaya huzur ve güven geldiğinde kur hareketleri bu kadar önemli olmayacak.
Döviz rezervleri
Geçici kur şoklarına karşı, böyle durumlar için biriktirilen döviz rezervleri kullanılır. Geçmiş yıllarda Rusya, Çin gibi büyük rezervleri olan ülkelerin yaptığı gibi, yüklü miktarlardaki döviz satışlarıyla değer kayıpları sınırlanabilir. Böylelikle şokun etkisinin geçmesi beklenir; yapısal bir sorun varsa, esaslı bir önlem almak için zaman kazanılır.
Bizim durumumuzda ise, cari fazla veren bir ülke olmadığımızdan döviz rezervimiz sınırlı. Onu da öyle uzun süre ve büyük ölçekte kullanma lüksümüz yok. Yine de kurlardaki oynaklığı törpülemek için, rezervlerimiz yer yer kullanılıyor. Merkez bankamız son zamanlarda rezerv opsiyon katsayısı gibi küçük bir zümre dışında ne olduğu bilinmeyen bazı araçlarda ayarlamalar yaparak bunu yönetiyor. Geçmişte günlük ihalelerle piyasaya az az döviz sattığı da olmuştu, bir seferde doğrudan büyük müdahaleler yaptığı da. Ancak çok etkili olduğu söylenemez.
Üçlem - Trilemma
Daha önce de (burada) yazmıştım, uluslararası finans teorisindeki temel kavramlardan biri olan “trilemma” (üçlem diye çevirebiliriz) şu üç hedefe aynı anda ulaşılamayacağını ifade ediyor: dış dünyadan bağımsız faiz politikası, döviz kurunun kontrolü, sermaye hareketlerinde serbestlik. Yani birinden feragat etmek gerekiyor. Dolayısıyla büyük ve sürekli kur şoklarına karşı 3 şeyden biri yapılmalı: faiz artırmak, kuru serbest bırakmak, sermaye hareketini sınırlamak.
1. Faiz artırımı. Yatırımcılar ülkenin parasından kaçıyorsa, onları kalmaya teşvik etmenin en kestirme yolu daha fazla getiri sağlamaktır. Karşılığını alacaksa yatırımcı icabında daha fazla riske de katlanabilir. (Tabii finansal yatırımcının getirisini artıran bu politika, içerde kredi kullanmak isteyen reel sektörün de maliyetini artırır.)
ABD başkanlığına Trump seçildikten sonra, bu ülkeyle ticareti riske giren ve parası tepe taklak olan Meksika daha yeni bu yolu seçti. Bizde de Ocak 2014’te, merkez bankasının döviz satım müdahalelerinin başarısız olmasının ardından yüklü bir faiz artırımına gidilmiş ve döviz kurlarının alıp başını gitmesi engellenmişti.
Peki merkez bankamız bugün de faiz artırır mı? Para politikasının karmaşık çerçevesi içinde bazı ayarlamalar mümkün olabilir. Ancak esaslı bir faiz artırımının yaratacağı parasal sıkılaşma, hükümetin son dönemdeki ekonomiyi canlandırma gayretleriyle de, cumhurbaşkanımızın kredi faizleri düşürülsün isteğiyle de tezat oluşturur. Herhalde mecbur kalmadıkça, ekonomide daralmaya yol açabilecek bir artış yapılmaz.
2. Kuru serbest bırakmak. Normalde enflasyon hedefleyen bağımsız bir merkez bankası varsa bunu düşünmek bile abes. Enflasyondaki kur etkisinin yüksek olduğu bir ülkede paranın değerini korumadan enflasyon düşmez. Ancak merkez bankası bugün çok bağımsız olmadığından ve para politikasının fiili önceliği iç talebi canlandırmak olduğundan, durum biraz farklı. Düşük faiz ve düşük enflasyon arasında seçim yapmak durumunda kalınırsa, ikinciden feragat edildiğini görebiliriz.
Tabii yüksek enflasyonun uzun vadeli faizleri yükselteceğini ve kur artışlarının döviz borçlusu firmaları zora sokarak ekonomik istikrarı tehdit edeceğini de dikkate almak lazım. Enflasyonun neden faizin sonuç olması Ankara’da ne kadar rağbet görür bilmem ama reel sektörün borç yüküne herhalde kayıtsız kalınamaz. O yüzden döviz kurunu çok serbest bırakmak da zor.
3. Sermaye hareketini sınırlamak. Sermaye çıkışlarını engellemek finansal panik ortaya çıktığında ve eldeki araçlar yetersiz kaldığında izlenebilecek bir politika. Birkaç sene önce Güney Kıbrıs ve Yunanistan’daki bankacılık krizlerinde geçici bir süre uygulanmıştı. Bizde ise kriz yok. Bu ortamda sırf faizleri bir-iki puan artırmamak için hiç yoktan panik çıkarmanın alemi de yok. O yüzden bunun lafını bile etmemek lazım.
Sonuç?
Kısa vadedeki politika alternatifleri arasında çok iyi bir tercih yok. Kötünün iyisi var ki, o da genelde faiz artırımı oluyor. Esas mesele uzun vadede yapısal sorunları çözmek. Türkiye’de üretkenlik arttığında, tasarruflar büyüdüğünde, yabancı sermaye içinde doğrudan yatırımların payı yükseldiğinde, finansmanda (“hedging” vs. yoluyla) riskler en az indirildiğinde, en önemlisi ülkemize ve dünyaya huzur ve güven geldiğinde kur hareketleri bu kadar önemli olmayacak.