İktisatla biyolojinin ne alakası olabilir? Birisi sosyal bilim, diğeri doğa bilimi. Lakin evrimsel biyoloji konusunda öğrendiğim bir çok şey bana fazlasıyla tanıdık gelmiştir. Örneğin evrim teorisinin kilit parçalarından biri olan doğal seleksiyon kavramının, klasik iktisatçılardan Thomas Malthus'un insan nüfusu ve büyümeye dair görüşlerinden etkilendiği anlaşılıyor. Zaten Charles Darwin, Türlerin Kökeni (On the Origin of the Species) adlı kitabında Malthus'a doğrudan atıf da yapmıştır. Richard Dawkins'in gen odaklı evrim teorisini anlattığı Gen Bencildir (The Selfish Gene) adlı kitabını ise neredeyse bir iktisat kitabı gibi okumuşumdur. Evrimin mekanizmasını genlerin yönettiği stratejik rekabet ve işbirliği üzerinden üzerinden açıklayan kitap, baştan sona fayda maliyet analizi ve oyun teorisi uygulamaları içeriyor.
Malthus, tarımsal üretiminin doğrusal, nüfusun geometrik hızla artmasından hareketle, bir noktada gıda üretiminin daha fazla insanı besleyemeyecek duruma geleceğini savunmuştur. Bu durumda nüfus artışı ve büyüme nihayetinde duracak, durağan bir ekonomik düzen oluşacaktır. Aslında modern zamanlardaki hızlı büyüme ve nüfus patlamasına kadar insan topluluklarında aşağı yukarı bu olmuştur. İnsanlar başta dünyaya yayılıp yeni kaynaklar arayarak çoğalmışlar, bulamadıkları noktada birbirleriyle savaşmışlardır. Sonunda kıtlık, savaş, çocuk ölümleri ve salgın hastalıklar insan nüfusunu sınırlamıştır. Darwin, Malthus'un nüfus prensibinin tüm canlılarda geçerli olduğunu söyler. Besin, ışık, barınak gibi doğal kaynaklar için rekabet eden canlılar nüfus baskısı yaşadıklarında, küçük farklılıklar sebebiyle ortama daha iyi uyum gösterenler üstün gelecek, kaynaklardan mahrum kalanlar yok olup gidecektir. Buna doğal seçilim (natural selection) denir. Milyonlarca yıldır, dünya üzerindeki her bir noktada, en küçüğünden en büyüğüne tüm canlılarda, sürekli yaşanan küçük değişikliklerle işleyen bu mekanizmanın, canlılardaki çeşitliliğin belirleyicisi olduğu savunulmuştur.
Dawkins ise, doğal seçilimdeki kritik birimin, bireyin kendisi veya bireyler topluluğu değil, canlıların genetik yapıtaşını oluşturan genler olduğunu savunur. Buna göre, var oldukları canlıları, kendi kopyalarının soydan soya aktarılmasını sağlayacak şekilde programlayan genler evrimsel açıdan başarılıdır. Örneğin, aile bireyleri birbirlerine fedakarlık gösterdiğinde (veya duruma göre göstermediğinde) ya da bir canlı başkasına karşılıklılık ilkesiyle iyilik yaptığında, genin amacına hizmet etmiş olur. Dawkins teoriyle işbirliği, fedakarlık gibi davranışların canlılarda evrimsel olarak nasıl ortaya çıktığını açıklamaya çalışır.
Bencil gen teorisinde, her davranışın genin bekası açısından bir getisi ve götürüsü vardır. Örneğin, eşeyli üreyen canlılarda bir yavrunun genlerinin yarısı anneden, yarısı babadan gelir. Aynı anne-babadan gelen her bir kardeşin genleri yüzde 50, kuzenlerin genleri yüzde 25 oranında aynıdır. Akrabalar uzaklaştıkça paylaşılan gen oranı da azalır. Kendisini akrabaları için (mesela bir avcı hayvan karşısında) feda eden bir canlı, eğer yeterince çok sayıda yakın akrabasını kurtarmışsa istatistiksel olarak genin devam etme ihtimalini güçlendirmiştir. Bu, akraba seçilimi (kin selection) denen fedakarlık davranışını açıklar. Öte yandan, akraba seçilimi doğrultusunda hareket eden bir canlı, genin bekasına yaramayacak durumlarda (mesela yabancılar için) tek taraflı fedakarlık yapmayacaktır. Ancak yabancılarla karşılıklı fedakarlık (reciprocal altruism) esasına dayanan işbirlikleri geliştirmek mümkündür.
Malthus, tarımsal üretiminin doğrusal, nüfusun geometrik hızla artmasından hareketle, bir noktada gıda üretiminin daha fazla insanı besleyemeyecek duruma geleceğini savunmuştur. Bu durumda nüfus artışı ve büyüme nihayetinde duracak, durağan bir ekonomik düzen oluşacaktır. Aslında modern zamanlardaki hızlı büyüme ve nüfus patlamasına kadar insan topluluklarında aşağı yukarı bu olmuştur. İnsanlar başta dünyaya yayılıp yeni kaynaklar arayarak çoğalmışlar, bulamadıkları noktada birbirleriyle savaşmışlardır. Sonunda kıtlık, savaş, çocuk ölümleri ve salgın hastalıklar insan nüfusunu sınırlamıştır. Darwin, Malthus'un nüfus prensibinin tüm canlılarda geçerli olduğunu söyler. Besin, ışık, barınak gibi doğal kaynaklar için rekabet eden canlılar nüfus baskısı yaşadıklarında, küçük farklılıklar sebebiyle ortama daha iyi uyum gösterenler üstün gelecek, kaynaklardan mahrum kalanlar yok olup gidecektir. Buna doğal seçilim (natural selection) denir. Milyonlarca yıldır, dünya üzerindeki her bir noktada, en küçüğünden en büyüğüne tüm canlılarda, sürekli yaşanan küçük değişikliklerle işleyen bu mekanizmanın, canlılardaki çeşitliliğin belirleyicisi olduğu savunulmuştur.
Dawkins ise, doğal seçilimdeki kritik birimin, bireyin kendisi veya bireyler topluluğu değil, canlıların genetik yapıtaşını oluşturan genler olduğunu savunur. Buna göre, var oldukları canlıları, kendi kopyalarının soydan soya aktarılmasını sağlayacak şekilde programlayan genler evrimsel açıdan başarılıdır. Örneğin, aile bireyleri birbirlerine fedakarlık gösterdiğinde (veya duruma göre göstermediğinde) ya da bir canlı başkasına karşılıklılık ilkesiyle iyilik yaptığında, genin amacına hizmet etmiş olur. Dawkins teoriyle işbirliği, fedakarlık gibi davranışların canlılarda evrimsel olarak nasıl ortaya çıktığını açıklamaya çalışır.
Bencil gen teorisinde, her davranışın genin bekası açısından bir getisi ve götürüsü vardır. Örneğin, eşeyli üreyen canlılarda bir yavrunun genlerinin yarısı anneden, yarısı babadan gelir. Aynı anne-babadan gelen her bir kardeşin genleri yüzde 50, kuzenlerin genleri yüzde 25 oranında aynıdır. Akrabalar uzaklaştıkça paylaşılan gen oranı da azalır. Kendisini akrabaları için (mesela bir avcı hayvan karşısında) feda eden bir canlı, eğer yeterince çok sayıda yakın akrabasını kurtarmışsa istatistiksel olarak genin devam etme ihtimalini güçlendirmiştir. Bu, akraba seçilimi (kin selection) denen fedakarlık davranışını açıklar. Öte yandan, akraba seçilimi doğrultusunda hareket eden bir canlı, genin bekasına yaramayacak durumlarda (mesela yabancılar için) tek taraflı fedakarlık yapmayacaktır. Ancak yabancılarla karşılıklı fedakarlık (reciprocal altruism) esasına dayanan işbirlikleri geliştirmek mümkündür.
"Sen benim sırtımı kaşı, ben de senin" anlayışıyla gelişen dayanışmalar, oyun teorisi çerçevesine açıklanabilmektedir. İlginçtir, kitapta bu sırt kaşıma işinin hayvanlar için gerçek manada önemli olduğu anlatılıyor. Bazı hayvanlar başlarının arkasında yer eden (bit, pire gibi) asalakları başkalarının yardımı olmadan ayıklayamıyor. Dolayısıyla birbirlerine yardım etmeleri herkesin menfaatine. Ancak arada başkalarının yardımından faydalanan ama kimseye yardım etmeyen fırsatçılar çıkarsa, doğal seçilim mantığı içerisinde onlar avantaj sağlar ve çoğalırlar; sonunda da dayanışma çöker. Oyun teorisindeki tutuklular ikilemine (prisoner's dilemma) benzeyen bu durumun, tekrarlı oyunlarda çaresinin olduğunu biliyoruz. Nitekim kitapta da hayvanların birbirlerini hatırladığı durumlarda, sadece geçmişte kendilerine yardım etmiş bireylere yardım edip diğerlerini dışlayarak dayanışmayı sağlayabildiği anlatılmış.
Bunları okurken, "bir de iktisatçıları gerçekçi varsayım yapmıyor diye eleştirirler" diye düşünmüştüm. Anlatımda genler kişileştirilip canlıları stratejik davranmaya programlayan aktörler olarak sunuluyor. Oysa gen elbette bilinçli bir varlık değil, cansız moleküllerden oluşan bir DNA parçası. Ama evrimin mekanizması, şartlara en iyi uyum sağlayan genin çoğalıp gelecek kuşaklara aktarılmasına imkan verdiğinden, sanki bir bilinci var da bu yönde çaba gösteriyor gibi bir görüntü ortaya çıkıyor. Bu da bana iktisat teorisindeki aktörlerin davranışlarını andırıyor. İş dünyasının pratiğini bilen insanlar dönüp iktisat kitaplarındaki basit firma teorisine baktıklarında, "Ama firmalar gerçekte böyle çalışmaz ki!" derler. Anlamadıkları şey, iktisat teorisinin firmaların pratikteki yönetimiyle ilgili olmadığı, piyasaların işleyiş mekanizmasını ortaya koyup bunun ekonomik sonuçlarını tahmin ettiğidir. Yani "rasyonel firma" bizim "bencil gen"imizdir. Firmanın pratikteki kültürü nasıl olursa olsun, rekabet ortamında var olabiliyorsa bir şeyleri doğru yapıyor demektir. Doğruyu verimli bir kurumsal yapı oluşturarak mı, başkalarını taklit ederek mi, atadan dededen gelen yöntemlerle ya da yöneticilerin içgüdüleriyle mi buldukları bizi genellikle ilgilendirmez. Ayrıca rekabet edemeyip piyasadan elenenlerle de işimiz olmaz. İktisat teorilerine böyle bakmak lazım.
Sonuç olarak, iktisat kendisine çok uzak görünen alanlarla bazı noktalarda epey benzeşebiliyor. Bakalım daha nelerle karşılaşacağız.
Bunları okurken, "bir de iktisatçıları gerçekçi varsayım yapmıyor diye eleştirirler" diye düşünmüştüm. Anlatımda genler kişileştirilip canlıları stratejik davranmaya programlayan aktörler olarak sunuluyor. Oysa gen elbette bilinçli bir varlık değil, cansız moleküllerden oluşan bir DNA parçası. Ama evrimin mekanizması, şartlara en iyi uyum sağlayan genin çoğalıp gelecek kuşaklara aktarılmasına imkan verdiğinden, sanki bir bilinci var da bu yönde çaba gösteriyor gibi bir görüntü ortaya çıkıyor. Bu da bana iktisat teorisindeki aktörlerin davranışlarını andırıyor. İş dünyasının pratiğini bilen insanlar dönüp iktisat kitaplarındaki basit firma teorisine baktıklarında, "Ama firmalar gerçekte böyle çalışmaz ki!" derler. Anlamadıkları şey, iktisat teorisinin firmaların pratikteki yönetimiyle ilgili olmadığı, piyasaların işleyiş mekanizmasını ortaya koyup bunun ekonomik sonuçlarını tahmin ettiğidir. Yani "rasyonel firma" bizim "bencil gen"imizdir. Firmanın pratikteki kültürü nasıl olursa olsun, rekabet ortamında var olabiliyorsa bir şeyleri doğru yapıyor demektir. Doğruyu verimli bir kurumsal yapı oluşturarak mı, başkalarını taklit ederek mi, atadan dededen gelen yöntemlerle ya da yöneticilerin içgüdüleriyle mi buldukları bizi genellikle ilgilendirmez. Ayrıca rekabet edemeyip piyasadan elenenlerle de işimiz olmaz. İktisat teorilerine böyle bakmak lazım.
Sonuç olarak, iktisat kendisine çok uzak görünen alanlarla bazı noktalarda epey benzeşebiliyor. Bakalım daha nelerle karşılaşacağız.