İnsanlar salgın hastalığa karşı alınan önlemlere neden direnç gösterir? Bir gerekçe, devlet kurumlarına veya küresel düzene dair genel güvensizlik elbette. Kimileri günümüdeki Korona virüsü (Covid 19) salgınını, küresel çapta bir biyolojik savaşa ya da ilaç şirketlerinin komplosuna bağlıyor. Kimileriyse bunu devletlerin otoritesini güçlendiren bir fırsat olarak görüyor. Bu güvensizlik sağlık krizine özgü bir şey değil; dünyada adalet, demokrasi, özgürlük gibi kavramların aşınmasıyla ilgili. Çaresi bunların yeniden güçlendirilmesinden geçiyor ki, o da şu an ütopik bir hedef.
İkinci problem ise, iktisattaki dışsallık (externality) ve ahlaki tehlike (moral hazard) kavramlarıyla ilişkili. Salgın riskine karşı etkili tedbirleri hemen almanın, toplum açısından büyük faydası olduğu açık. Fakat birey açısından, başlarda risk büyük değil. Türkiye'de birkaç bin kişinin Korona virüsü taşıdığını düşünelim. 80 milyonun üzerinde insanın yaşadığı ülkede, bunlardan birine denk gelme ve hastalığı kapma ihtimalimiz düşük. Oysa rutin olan veya hayatımıza değer katan (eğitim, iş, sanat, spor, ibadet gibi) faaliyetlerden mahrum kalmak, bize maddi manevi külfet getirir. Risk düşükse ve bundan sakınmanın külfeti yüksekse herkes hayatına alıştığı gibi devam etmek ister. Hatta devlet (seyahat, toplantı yasağı vb.) tedbirler alsa dahi, insanlar bunu delmenin yolunu arar. Ama bireysel risk az olsa da, sayısal lotonun birilerine çıkması gibi, çok büyük kitleler içinde birilerine o hastalık mutlaka bulaşır. Hastalık yayıldıkça, yakalanma riski de artar; ihtimal arttıkça hastalık daha da yayılır... Salgının bundan sonraki dinamikleri virüsün özelliklerine ve alınan önlemlerin etkinliğine göre gelişir.
Salgının sonraki aşamalarında, insanların bu sefer paniklediğini ve kendilerini korumak için yaptıklarının topluma ayrıca zarar verdiğini görüyoruz. Bunun yaşandığı yerlerde, mağazalar talan ediliyor; gıda, temizlik malzemesi, ilaç, tıbbi malzeme gibi ürünler tükeniyor. Stoklar ve üretim kapasitesi sınırlı olduğundan, (sağlık personeli, yaşlı, hasta gibi) en çok ihtiyacı olan kesimler bu ürünlere yeterince erişemiyor. Üstelik salgın yayılınca, bireysel çabaların yeterli olması da zor. Zira çok azımız yemeğimizi, ilacımızı, özel doktorumuzu alıp her şey bitene kadar bir çiftliğe kapanma şansına sahip.
Buradaki temel sorun, bireylerin eylemlerinin olumsuz toplumsal sonuçlarının olması ve bunu dikkate almamaları. Bu tipik bir negatif dışsallık örneği. Ayrıca, insanların yaşadıkları topluma karşı sorumlu olduklarını kabul edersek, tespit edilemediği veya engellenemediği için gerçekleşen olumsuz davranışlar ahlaki tehlike (moral hazard) kapsamındadır. Bu sorunlar toplumsal olduğundan, çözüm de kamu otoritesi tarafından sağlanmak zorunda. Lakin herkesi memnun etmenin mümkün olmadığı böyle bir konuda tereddüt etmeden karar alabilmek, insanlara güven verebilmek ve hastaneler dolmadan salgını kontrol etmek kolay değil. Dönüyoruz yine baştaki güven meselesine. Özgür ve adil bir dünya düzeni ütopya belki ama, en azından sağlık politikalarını ve kriz yönetimini etkinleştirebiliriz. Bu salgın bittiğinde bu konularda çıkartacağımız çok ders olacak.
İkinci problem ise, iktisattaki dışsallık (externality) ve ahlaki tehlike (moral hazard) kavramlarıyla ilişkili. Salgın riskine karşı etkili tedbirleri hemen almanın, toplum açısından büyük faydası olduğu açık. Fakat birey açısından, başlarda risk büyük değil. Türkiye'de birkaç bin kişinin Korona virüsü taşıdığını düşünelim. 80 milyonun üzerinde insanın yaşadığı ülkede, bunlardan birine denk gelme ve hastalığı kapma ihtimalimiz düşük. Oysa rutin olan veya hayatımıza değer katan (eğitim, iş, sanat, spor, ibadet gibi) faaliyetlerden mahrum kalmak, bize maddi manevi külfet getirir. Risk düşükse ve bundan sakınmanın külfeti yüksekse herkes hayatına alıştığı gibi devam etmek ister. Hatta devlet (seyahat, toplantı yasağı vb.) tedbirler alsa dahi, insanlar bunu delmenin yolunu arar. Ama bireysel risk az olsa da, sayısal lotonun birilerine çıkması gibi, çok büyük kitleler içinde birilerine o hastalık mutlaka bulaşır. Hastalık yayıldıkça, yakalanma riski de artar; ihtimal arttıkça hastalık daha da yayılır... Salgının bundan sonraki dinamikleri virüsün özelliklerine ve alınan önlemlerin etkinliğine göre gelişir.
Salgının sonraki aşamalarında, insanların bu sefer paniklediğini ve kendilerini korumak için yaptıklarının topluma ayrıca zarar verdiğini görüyoruz. Bunun yaşandığı yerlerde, mağazalar talan ediliyor; gıda, temizlik malzemesi, ilaç, tıbbi malzeme gibi ürünler tükeniyor. Stoklar ve üretim kapasitesi sınırlı olduğundan, (sağlık personeli, yaşlı, hasta gibi) en çok ihtiyacı olan kesimler bu ürünlere yeterince erişemiyor. Üstelik salgın yayılınca, bireysel çabaların yeterli olması da zor. Zira çok azımız yemeğimizi, ilacımızı, özel doktorumuzu alıp her şey bitene kadar bir çiftliğe kapanma şansına sahip.
Buradaki temel sorun, bireylerin eylemlerinin olumsuz toplumsal sonuçlarının olması ve bunu dikkate almamaları. Bu tipik bir negatif dışsallık örneği. Ayrıca, insanların yaşadıkları topluma karşı sorumlu olduklarını kabul edersek, tespit edilemediği veya engellenemediği için gerçekleşen olumsuz davranışlar ahlaki tehlike (moral hazard) kapsamındadır. Bu sorunlar toplumsal olduğundan, çözüm de kamu otoritesi tarafından sağlanmak zorunda. Lakin herkesi memnun etmenin mümkün olmadığı böyle bir konuda tereddüt etmeden karar alabilmek, insanlara güven verebilmek ve hastaneler dolmadan salgını kontrol etmek kolay değil. Dönüyoruz yine baştaki güven meselesine. Özgür ve adil bir dünya düzeni ütopya belki ama, en azından sağlık politikalarını ve kriz yönetimini etkinleştirebiliriz. Bu salgın bittiğinde bu konularda çıkartacağımız çok ders olacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder