Ülkemizdeki finansal kaynakların (iç tasarruflar ve dış sermayenin) çoğaltılması ve kullanılmasında devletin giderek daha çok müdahil olduğunu görüyoruz. Konut ve altyapı projeleri başta olmak üzere, yatırımların finansmanında kamu bankaları eskiden beri aktif olarak kullanılırdı. Son dönemde merkez bankasının siyasi iradenin direktiflerine uyarak para politikasını gevşetmesi bunlara eklendi. Yakında banka faizlerini düşürecek ve daha çok kredi yaratacak (bankalarının zorunlu karşılık oranlarını düşürmek gibi) finansal düzenlemeler de yapılabilir. Ayrıca daha uzun vadeye dönük reformlar da yapılıyor. Tüm çalışanların bireysel emeklilik sistemine (BES) dahil edilmesi ve bir ulusal varlık fonu kurulması bunların en önemlileri.
BES'te yapılan reformla, belli bir yaşın altındakiler otomatikman sisteme dahil ediliyor. Sonra isteyen sistemde kalıyor, istemeyen birkaç ayın ardından yatırdığı parayı alıp çıkabiliyor. Dolayısıyla aslında zorlama yok; lakin ince bir manipülasyon mevcut. Burada yapılana davranışsal iktisatta "dürtme" (nudge) deniyor; dünyada da emeklilik sistemlerinde uygulanan bir şey. Mantığı şu: İnsanlar aktif bir şekilde araştırıp BES'e girmeye üşenirler ya da kaygılanıp karar alamazlar diye, ilk kararı onların adına (adeta babalık yapıp) devlet alıyor. Umuluyor ki bu defa çıkmaya üşensinler, belki devletimizin bildiği vardır desinler ve sistemde kalsınlar. Ayrıca sadece davranışsal yönlendirmeyle yetinilmiyor; maddi sübvansiyonlar uygulanarak insanlar kalmaya teşvik de ediliyor. Neticede iki amaç var. Birincisi, insanları yaşlılıkları için birikim yapmaya yönlendirmek. İkincisi, bu yolla ulusal tasarrufları artırıp ülkenin dış finansmana bağımlılığını azaltmak.
Devletin vatandaş için iyi olanı ondan iyi bilmesi ve onu yönlendirmesi düşüncesi doğrusu beni rahatsız etmiyor değil. Özellikle düşük gelirliler fazla tasarruf etmiyorlarsa, bu onların gelecek kaygıları olmamasından ziyade ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanmalarından olmalı. Yine de insanlara tercih hakkı verilmesi iyi bir şey. Onlar da bi zahmet üşenmesinler, kendileri için rasyonel kararı alsınlar.
Ulusal varlık fonu ise, devlete ait (işsizlik fonu ve özelleştirme gelirleri gibi) kaynaklar toplanarak oluşturulacak bir büyük havuz. Daha sonra buna BES gibi başka kaynaklardan, iç ve dış yatırımcılardan da sermaye çekip fonun büyütülmesi planlanıyor. Burada kurulacak fonun; Norveç, Katar gibi doğal kaynak zengini ve Çin gibi ihracatçı ülkelerinkinden amaç itibariyle farklı olduğu anlaşılıyor. Mesela Katar'ın derdi, yeraltındaki doğalgazını para ediyorken çıkartıp kazandığı parayı gelecekte kullanmak üzere değerlendirmek. Bu amaçla kurulan fon dünyanın her yerinde türlü finansal ve fiziki varlıklara yatırım yapıyor. Oysa bizim devletimizin derdi, bol olan paramızı en çok getiriyi sağlayacak şekilde başka ülkelere yatırmak değil; ülkemizdeki kıt sermayeyi devletin kalkınma hedeflerini gerçekleştirmek üzere toplamak. O yüzden bizim fonumuz daha küçük ve daha çok içe dönük olacak.
Devletin fon kurmadaki amacının öncelikle (yol, köprü, kanal gibi) büyük altyapı projelerini finanse etmek olduğu söyleniyor. Bunun haricinde gerekli görüldüğünde (mesela belki döviz kurları yükseldiğinde) piyasa hareketlerine müdahale etmek de amaçlanıyor. Ayrıca stratejik yatırımlara (boru hattı, nükleer santral?) ve teknolojik faaliyetlere (risk sermayesi?) finansman sağlanacağı da söyleniyor. Bugüne kadar bu işler başka şekillerde yapılmıyor muydu? Yapılıyordu elbette. Ama belli ki, bu yöntemin hükümet için ekonomik, siyasi ve hukuki faydaları var. Mesela, bir büyük proje için sekiz bankadan parça parça kredi bulmak yerine fonlamayı hazırdaki tek kaynaktan yapmak herhalde daha kolay ve ucuzdur.
BES'te yapılan reformla, belli bir yaşın altındakiler otomatikman sisteme dahil ediliyor. Sonra isteyen sistemde kalıyor, istemeyen birkaç ayın ardından yatırdığı parayı alıp çıkabiliyor. Dolayısıyla aslında zorlama yok; lakin ince bir manipülasyon mevcut. Burada yapılana davranışsal iktisatta "dürtme" (nudge) deniyor; dünyada da emeklilik sistemlerinde uygulanan bir şey. Mantığı şu: İnsanlar aktif bir şekilde araştırıp BES'e girmeye üşenirler ya da kaygılanıp karar alamazlar diye, ilk kararı onların adına (adeta babalık yapıp) devlet alıyor. Umuluyor ki bu defa çıkmaya üşensinler, belki devletimizin bildiği vardır desinler ve sistemde kalsınlar. Ayrıca sadece davranışsal yönlendirmeyle yetinilmiyor; maddi sübvansiyonlar uygulanarak insanlar kalmaya teşvik de ediliyor. Neticede iki amaç var. Birincisi, insanları yaşlılıkları için birikim yapmaya yönlendirmek. İkincisi, bu yolla ulusal tasarrufları artırıp ülkenin dış finansmana bağımlılığını azaltmak.
Devletin vatandaş için iyi olanı ondan iyi bilmesi ve onu yönlendirmesi düşüncesi doğrusu beni rahatsız etmiyor değil. Özellikle düşük gelirliler fazla tasarruf etmiyorlarsa, bu onların gelecek kaygıları olmamasından ziyade ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanmalarından olmalı. Yine de insanlara tercih hakkı verilmesi iyi bir şey. Onlar da bi zahmet üşenmesinler, kendileri için rasyonel kararı alsınlar.
Ulusal varlık fonu ise, devlete ait (işsizlik fonu ve özelleştirme gelirleri gibi) kaynaklar toplanarak oluşturulacak bir büyük havuz. Daha sonra buna BES gibi başka kaynaklardan, iç ve dış yatırımcılardan da sermaye çekip fonun büyütülmesi planlanıyor. Burada kurulacak fonun; Norveç, Katar gibi doğal kaynak zengini ve Çin gibi ihracatçı ülkelerinkinden amaç itibariyle farklı olduğu anlaşılıyor. Mesela Katar'ın derdi, yeraltındaki doğalgazını para ediyorken çıkartıp kazandığı parayı gelecekte kullanmak üzere değerlendirmek. Bu amaçla kurulan fon dünyanın her yerinde türlü finansal ve fiziki varlıklara yatırım yapıyor. Oysa bizim devletimizin derdi, bol olan paramızı en çok getiriyi sağlayacak şekilde başka ülkelere yatırmak değil; ülkemizdeki kıt sermayeyi devletin kalkınma hedeflerini gerçekleştirmek üzere toplamak. O yüzden bizim fonumuz daha küçük ve daha çok içe dönük olacak.
Devletin fon kurmadaki amacının öncelikle (yol, köprü, kanal gibi) büyük altyapı projelerini finanse etmek olduğu söyleniyor. Bunun haricinde gerekli görüldüğünde (mesela belki döviz kurları yükseldiğinde) piyasa hareketlerine müdahale etmek de amaçlanıyor. Ayrıca stratejik yatırımlara (boru hattı, nükleer santral?) ve teknolojik faaliyetlere (risk sermayesi?) finansman sağlanacağı da söyleniyor. Bugüne kadar bu işler başka şekillerde yapılmıyor muydu? Yapılıyordu elbette. Ama belli ki, bu yöntemin hükümet için ekonomik, siyasi ve hukuki faydaları var. Mesela, bir büyük proje için sekiz bankadan parça parça kredi bulmak yerine fonlamayı hazırdaki tek kaynaktan yapmak herhalde daha kolay ve ucuzdur.
Bu fonun tasarrufları artıracağı, GSYH büyümesine her yıl yüzde 1.5 ek katkı yapacağı söyleniyor. Lakin bunu nasıl tahmin ettiler bilmiyorum. Açıkçası aklıma yatmadı ama dayandığı çalışmayı görmediğimiz için yorum yapmayacağım.
Özetlersek, devlet bir yandan dış sermaye çekerken, iç tasarrufları da artırmayı; özel yatırımı teşvik ederken, aynı zamanda kamu projelerine daha çok kaynak kullandırmayı istiyor. Bunun için kamu politikalarını aktif biçimde kullanıyor; getirilen yeni araçların da yardımıyla, finans piyasalarındaki ağırlığını giderek artırıyor. Biz iktisatçılar açısından ilginç bir deneyim. Bakalım sonu nereye varacak.
Özetlersek, devlet bir yandan dış sermaye çekerken, iç tasarrufları da artırmayı; özel yatırımı teşvik ederken, aynı zamanda kamu projelerine daha çok kaynak kullandırmayı istiyor. Bunun için kamu politikalarını aktif biçimde kullanıyor; getirilen yeni araçların da yardımıyla, finans piyasalarındaki ağırlığını giderek artırıyor. Biz iktisatçılar açısından ilginç bir deneyim. Bakalım sonu nereye varacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder