12 Mayıs 2018 Cumartesi

Yapısal reform ne ola ki?

Ezber oldu, kime sorsan Türkiye yapısal reform yapmalı diyor. Peki nedir yapısal reform? Başka politikalardan ne farkı var?

İşşizliği ele alalım. İşsizlik oranının yüksek ya da düşük olmasının çeşitli sebepleri vardır. Bunların bir kısmı konjonktüreldir. Mesela Rusya'yla aramız bozuldu diye Rus turistler gelmediğinde Antalya'da otel çalışanları işsiz kalır, fakat ilişkiler düzelince tekrar iş bulurlar. Bunun gibi ülke ekonomisinin bir kısmını ya da tamamını etkileyen, iyi ya da kötü gelişmeler, işsizlik oranında geçici iyileşme veya kötüleşmeler yaratır. Bir de bundan ayrı, konjonktüre göre değişmeyen sebepler vardır ki bunlar yapısaldır. Örneğin okul veya aile hayatı öyle gerektirdiği için part-time çalışabilecek insanlar, yeterince böyle iş olmadığı için çalışamıyorlarsa, bu yapısal bir sorundur.

Konjonktürel ve yapısal sorunlar birbirinden farklı politikalar gerektirir. İçerde talep zayıfladığı için ekonomik büyüme yavaşlamış ve işsizlik yükselmişse, Keynesyen istikrar politikaları konjonktürel çözüm olabilir. Örneğin 2016'da ülkemizde büyüme yavaşlayıp işsizlik artarken  bu çerçevede uygulamaya sokulan teşvik politikaları işsizliği düşürmede başarılı olmuştur. Ancak bunlar yapısal sorunları çözemez. Bir yanda istihdam artarken, öte yanda firmalar nitelikli çalışan bulmakta zorlanıyorsa, çözülmesi gereken sorun çalışanları talebi karşılayacak becerilerle donatmak olmalıdır. Yoksa ekonomik durum kötüleştiğinde ya da teşvikler kesildiğinde işsizlik tekrar yükselir.

İşgücü piyasası, yapısal reform denince en çok gündeme gelen ve aynı zamanda en zor ilerleme kaydedilen alanlardan biri. Senelerdir bir kıdem tazminatı reformundan bahsedilir mesela. Hükümet gerçekleştirmek için çok çaba sarf etti ama hem işverenlerin, hem de sendikaların uzlaşacağı ortak bir zemin bulunamadı. Böyle konular geniş kesimleri ilgilendirdiği ve herkesin menfaati farklı olduğu için ilerlemek zor oluyor. Araya referandum, seçim falan da girince mesele şimdilik rafa kalktı.

İş ikliminin iyileştirilmesi diye, uluslararası kurumların raporlarında çok üstünde durulan bir reform başlığı da var ki, farklı bir zorluk içeriyor. Bu başlıkta kastedilen şey, hem yerli hem yabancı yatırımcı için Türkiye'de iş yapmayı cazip hale getirmek. Bürokrasiyi azaltmak, piyasaların etkin işlemesini sağlayacak kuralları ve kurumları oluşturmak ve ekonomi politikalarının öngörülebilirliğini artırmak üzere yapılan her şey bu başlığa dahil.  Bu konuda kanun geçirmek nispeten kolay. Zor olan kağıt üstünde yazanı uygulamaya geçirmek. Merkez bankamız kanun gereği bağımsız ve birinci amacı fiyat istikrarı sağlamak mesela. Ancak uygulamada kimse resmi enflasyon hedefine inanmadığı gibi, gelecekte enflasyonun nerede olacağını makul bir hata payı dahilinde bilemiyor. Böyle bir ekonomide yatırımınız için 25 senelik fayda-maliyet analizi yapacağınızı düşünün. Nasıl bir enflasyon projeksiyonu kullanırsınız? Bırakın 25 seneyi biz iki sene sonrasını kestiremiyoruz.

Sonra, ekonominin her köşesinde devletin müdahaleci ve korumacı uygulamaları var ki, birçoğu faydasından büyük çarpıklık yaratıyor. Bu blogdaki yazılarımda ve twitter paylaşımlarımda birçok örneği var. Mesela eskiden beri Türkiye'de dış rekabetten en çok korunan ve aynı zamanda en verimsiz sektör tarımdır. Tarımsal verimlilik konusunda çözüm bulamayıp gümrük duvarı çekmekle sorunu senelerce geçiştirmek bizi bugünlere getirdi. Korumacılık dışında da, devlet bankalarının faaliyetlerinden, (sigorta primi, kiralar, ilaç ve en son akaryakıt fiyatı gibi) fiyatlara yapılan müdahalelere kadar çok sayıda örnek verebiliriz. Kredi faizi, sigorta primi ya da ilaç fiyatı fark etmez; piyasa koşullarında yükselen fiyata yapılan doğrudan devlet müdahaleleri istenmeyen kıtlıklar yaratır. Bunları olabildiğince terk etmek gerekir. Öte yandan fiyat artışı (rekabet eksikliği gibi) yapısal bir sorundan kaynaklanıyorsa, ona uygun bir düzenlemeyle kalıcı çözüm aramak gerekir.

Peki yapısal reform gerekiyor da hiç yapılmıyor mu? Elbette yapılıyor. Örneğin benim çok önemsediğim, şirketlerin dövizle borçlanmasını düzenlemek için merkez bankamız öncülüğünde yapılan çalışmalar var. Geçmişte dünyada faizlerin düşmesine kanıp yüklü miktarda dövizle borçlanan firmalar, son yıllarda döviz kurlarının yükselmesinden zarar görüyor. Sadece birkaç firma olsa bireysel bir sorun, risk almasalarmış derdik. Ama sayıları çok olunca risk sistemik hale gelip hepimizi ilgilendiriyor. İşte bu sistemik riski azaltmak için birkaç senedir çalışma yürütülmekte. Önce firma bazında kapsamlı bir veri tabanı oluşturuldu; sonra bu verilerin analizine dayanarak uygulamaya geçildi. Küçük firmaların kullanabileceği döviz kredi miktarı döviz gelirlerine göre sınırlandı. Böylece ihracatçı ya da turizmci olmayanlar için dövizle kredi kullanma imkanı kalmadı. Kredilerin çoğunu kullanan büyük firmalar içinse, finansal araçlarla döviz kuru riskini azaltmalarını ("hedging") sağlayacak düzenleme yapılacak. Ancak bu aşamaya geçmeden vadeli işlem piyasasının derinleşmesi gerektiğinden, merkez bankası önce piyasaya vadeli döviz satımına başladı. Detaylar tartışılabilir, fakat ciddi bir ihtiyaca cevap veren, veriye dayanarak dizayn edilmiş ve piyasaya dayalı olarak yapılan bu düzenleme bence çok önemli.
 
Burada ekonominin daha verimli işlemesine yarayacak reformlardan bahsettik. Bir de mülteciler ve göç, iş kazaları, çevre, kadın emeği gibi, hak ve adalet bağlamında önemsediğimiz birçok mesele var. Yaşam kalitemiz, maddi refahın yanı sıra bu konulardaki iyileşmeye de bağlı olduğundan, bunlara yönelik politikaları da yapısal reform kapsamına dahil edebiliriz.

Hiç yorum yok: