31 Mayıs 2020 Pazar

Krizden çıkışın halleri


Geçtiğimiz hafta Türkiye'de 2020 yılının ilk çeyrek GSYH verileri açıklandı. Merkez bankasının faizleri düşürdüğü, maliye politikasının gevşetildiği, bankaların kredi arzını hızla genişlettiği ortamda, ekonomi bir önceki çeyreğe göre (mevsim ve takvim etkileri arındırılmış olarak) sadece yüzde 0.5 büyüdü. Bunda Türkiye'yi Mart sonunda etkileyen salgının etkili olduğu anlaşılıyor. Kapanan dükkanlara, duran üretime, azalan tüketim harcamalarına ve ihracata bakınca, ikinci çeyrekte ekonominin çok sert küçüleceği belli. Artık yüzde 10 mu olur, 15 mi göreceğiz.

Yaşadığımız süreç küçüğünden büyüğüne çoğu işletme ve çalışanları için yıkım yarattı. Şu sıralar salgın geriliyor ve iktisadi faaliyetin tekrar canlandırılmasına çalışılıyor. Fakat süreç nasıl ilerleyecek belirsiz. İnsanları eve kapatıp sosyal teması kısıtlayınca hastalığın bulaşması haliyle kesildi. Ancak etkili bir aşı bulunana kadar aylarca, belki yıllarca evde kalamayacağımıza göre, kısıtlamalar illa ki gevşetilecek. Ondan sonra salgının tekrar yayılmasının önüne nasıl geçilecek, etkileri nasıl hafifletilecek ya da yeni duruma nasıl uyum sağlanacak göreceğiz. Bu sadece insan sağlığı için değil, ekonominin gidişatı için de önemli. Ayrıca ülkemizdeki mevcut ekonomik sorunların bu süreçte nereye gideceğini ve bunlarla nasıl baş edileceğini de bugünden kestirmemiz güç.

Bu derece yüksek belirsizlik içinde geleceğe bakarken, tek bir durumu değil, iyi ve kötü birçok senaryoyu düşünmekte fayda var. Bu amaçla (mevsim ve takvim etkileri arındırılmış) GSYH hacim endeksi üzerinde bu krizden çıkışı gözümüzde canlandıracak mekanik simülasyonlar yaptım. Aşağıdaki grafiğin sağ ekseni krizden çıkış senaryolarına göre GSYH endekslerini, sol ekseni aynı renkli endeksin bir önceki yılın aynı çeyreğine göre büyüme oranını belirtiyor. Kırmızı kesikli çizgi yıllık yüzde 4 potansiyel büyüme hızı varsayımıyla, kriz olmasaydı ekonominin nasıl seyredeceğini gösteriyor. Taralı gri bölge ise bugünkü seviyenin üstünü işaretliyor.

Uluslararası kurumlar büyüme oranlarını yılın tamamı (dört çeyreğin toplamı) için yıllık olarak ifade ettiklerinden, büyüme tahminlerini yıl bazında konuşmak adet olmuştur. Bu yüzden aşağıdaki grafikte ayrıca bu senaryoların yıl yıl ima ettiği GSYH büyüme oranlarını da gösterdim.
Senaryolar şöyle:

1. Hızlı toparlanma (mavi). Bu devletimizin hedeflediğine benzer bir duruma karşılık geliyor. Üstteki grafikte ikinci çeyrekte GSYH'nin yüzde 10 düştüğünü varsaydım. Bunun önceki yılın aynı ayına oranla karşılığı (sol eksen) yaklaşık -7. Sonra üçüncü çeyrekte (Temmuz-Eylül) herkes büyük oranda işine gücüne dönüyor ki, GSYH çizgisi ilk çeyrekteki seviyesine yaklaşıyor, yılsonunda da potansiyel trendine ulaşıyor. Toparlanma hızlı olduğu için, büyüme oranlarının kısa süreli bir dalgalanmanın ardından normalleştiğini görüyoruz. Alttaki grafiğe göre bu patika 2020'nin tamamında küçük bir pozitif büyüme sağlıyor. Ertesi sene baz etkisiyle çok yükselen büyüme, sonra normal seviyelere geliyor.

Hedeflenen böyle bir şey ama buna ulaşmak oldukça zor. Bir defa, biz her şeyi doğru yapsak, ülkemizde salgını önlesek ve yerinde ekonomik tedbirler alsak bile dünyaya bağımlıyız. En başta, turizm yılda yaklaşık 30 milyar dolar (GSYH'nin yüzde 4'ü kadar) gelir getiren bir sektördü. İçeride her şeyi normalleştirsek de nasıl turist çekeceğiz, ya da çekmek istiyor muyuz? Sonra sağlık tedbirleri sebebiyle birçok sektör (ulaştırma, eğlence, lokanta vb.) uzun süre tam kapasite çalışamayacak. Kaldı ki, alınan politika tedbirlerinin etkinliği de şüphe götürür. Dolayısıyla, hızlı toparlanma oldukça iyimser bir senaryo gibi duruyor.

2. Orta hızlı toparlanma (yeşil). Burada başlangıçta biraz daha büyük bir düşüş ve 2-3 sene vadeye yayılacak bir telafi sürecini gösteriyoruz. Aslında gelecek senenin ortalarında GSYH bugünkü seviyelere geliyor ve önceki yıla göre büyüme oranları çok yüksek seviyelere çıkıyor. Ama potansiyele ulaşmak daha uzun sürüyor. Bir önceki sene GSYH düşük olduğu için (baz etkisiyle), ileriki senelerde büyüme oranları yüksek çıkıyor. Alttaki grafik 2020'de yüzde 3.5 civarı bir küçülmeden sonra, ilerleyen senelerde  7-8 arası büyüme gösteriyor. Bu da şekil itibarıyla (sayılar farklı ama) 2009 küresel finans krizi ve sonrasına benzer bir durum.

Son enflasyon raporunda merkez bankası, negatif çıktı açığının (yani GSYH ile potansiyeli arasındaki farkın) 2022 başında kapanacağını tahmin etmişti (link). Elbette gelişmiş bir modelde potansiyel büyüme sabit değildir, ekonomik koşullara göre değişir. Raporda detaylar açıklanmadığından kesin bilemiyoruz ama kabaca buradaki gibi bir patika öngörmüş olabilirler.

Bu senaryo, hastalığın etkisinin kademeli olarak azalacağı varsayımıyla, ticaret ve turizm gibi sektörlerdeki olası toparlanmayı daha makul şekilde yansıtıyor. Ancak burada krizin kalıcı bir hasar bırakmayacağını ve iki-üç senede tüm etkisinin atlatılacağını kabul ediyoruz. 2009 krizinde böyle olmuştu, fakat tekrarlanacağının garantisi yok. Bunu başarmak için ekonomi yönetiminin yüksek performans sergilemesi gerek. Ülkenin biriken ekonomik sorunlarının yanında siyasetinin de çalkantılı olması bunu güçleştirebilir. 

3. Yavaş toparlanma (turuncu). Burada başta daha da sert bir düşüş ve sonrasında daha yavaş bir toparlanma varsayıyoruz. GSYH'nin bugünkü seviyesine gelmesi 2021 sonunu, potansiyeline ulaşması 2022'nin ötesini buluyor. Yıllık büyüme oranlarına bakılınca bu sene yüzde 6 küçülme, seneye yüzde 5 ve ondan sonraki sene baz etkisiyle yüzde 8'e yakın bir büyüme çıkıyor. Salgın süreci uzar ve ekonomi politikaları da yeterince etkili olmazsa böyle bir durum olabilir. Bu senaryo 2020-21 seneleri için IMF Türkiye tahminlerine (yüzde 5 küçülmenin ardından, 5 büyüme) benziyor.  IMF'nin 2022 tahminini ise açıklamadıklarından bilmiyoruz.

4. Fena senaryo (krem). Maalesef en kötüyü gördük, bundan sonrası daha iyi olacak diye emin olamıyoruz. Salgının daha büyük bir ikinci dalgasının gelmesi, Türkiye'nin iç ve dış siyasetinin karışması, ekonomi politikalarında yanlışlar yapılması gibi türlü sebepler sorunların ağırlaşmasına yol açabilir. Bu senaryoda milli gelirdeki düşüşün ikinci çeyrekten sonra da devam ettiği ve 2020'de ekonominin toplam yüzde 10 küçüldüğü bir durum var. Sonrasında da toparlanma yavaş olduğundan, değil potansiyele başlangıç noktasına bile 2.5-3 senede gelinemiyor. Elbette beterin beteri var. Ama bu kadarı bile, sonraki yıllardaki pozitif büyümeye rağmen, oldukça derin bir resesyonu ifade ediyor. Sonradan toparlanma olsa da, böyle sert bir düşüşün yaratacağı işsizlik ve yoksulluk gibi sosyal sorunlar uzun süre devam eder.  

Sonuç olarak, hastalığın doğasına ya da dış dünyada olan bitene karşı fazla bir şey yapamasak da etkin yönetim ve dayanışmayla ülkemizdeki sorunları hafifletebiliriz.  Umalım ki öyle olsun ve en kötüsü geride kalsın.

25 Mayıs 2020 Pazartesi

Uluslararası yatırım pozisyonu

Uluslararası yatırım pozisyonu (UYP), bir ülkenin dış varlıklarını ve yükümlülüklerini gösteren finansal tablodur. UYP  ödemeler dengesindeki finansal akımlarla ilişkili stok değerleri gösterir. Örneğin, yabancı bir yatırımcı Türkiye'de hisse senedi satın aldığında, işlem o dönem ödemeler dengesinin uygun kalemine yükümlülük oluşumu diye kaydedilir. İşlem aynı dönemde UYP'ye de kaydedilir ve yabancı hisseyi tuttukça ileriki dönemlerde güncel dolar değeriyle raporlanır. Stok değer, piyasa koşullarında hisse senedinin TL fiyatına ve dolar kuruna göre değişir. Fiyat değişimi haricinde, yeni hisse alındığında veya eldeki hisseler satıldığında da stok değişir. Bunun gibi tüm kalemler toplandığında ülkenin yurtdışındaki, yabancıların da ülkedeki mevcut yatırımlarının dökümü ortaya çıkar.

Ülkemizde ödemeler dengesi ve UYP istatistiklerini (bkz.) merkez bankası yayımlar. Aşağıda  Türkiye'nin basitleştirilmiş Mart 2020 UYP tablosu, ana başlıkları ve bazı önemli kalemleriyle görülüyor. Buna göre Türkiye'nin 234 milyar dolar değerinde uluslararası varlığı varken, 548 milyar dolar da yükümlülüğü bulunuyor. Dolayısıyla, net pozisyon en son 315 milyar dolar açık vermiş durumda.

UYP'deki varlıkların yarıdan fazlası, merkez bankasının rezervleri (92) ve bankaların (iştirakleri dahil) yurtdışındaki mevduatlarından (44) oluşuyor. İkincinin 35 milyar doları döviz, kalanı TL cinsinden. Likit döviz varlıklarından oluşan bu tutar resmi rezervlere eklendiğinde (35+92=) 127 milyar dolar ediyor. Bu da Türkiye'nin toplam uluslararası rezervini oluşturuyor. Dövize ihtiyaç duyulduğunda kullanılabilecek bu kaynak, ülkenin bir nevi kara gün parası. Varlıkların geriye kalan kısmı doğrudan yatırımlar, çeşitli krediler ve banka dışı kesimin yurtdışı mevduatından oluşuyor. Portföy yatırımı ise pek yok. Elbette bunlar kayıtlı varlıklar. Türk vatandaşlarının yurtdışındaki takip edilemeyen servetleri bu tabloya dahil değil.

Yükümlülük tarafında, borçlanma araçları (yani çeşitli krediler, borç senetleri ve mevduat) aslan payına sahip. Bunlar büyük ölçüde döviz cinsinden. Doğrudan veya hisse senetleri yoluyla özsermayeye yapılan yabancı yatırımların payı ise daha küçük. Özsermaye yatırımları ve TL cinsi borçlanma araçları bizim için daha avantajlıdır. Mesela yabancı bir banka Türkiye'deki bir kuruma dolarla kredi verirken, temerrüt (default) ihtimali dışında bir risk almaz. Döviz kuru arttığı ve büyüme düştüğünde, bizim dolar cinsi milli gelirimiz düşer; fakat bu durum parasını faiziyle tıkır tıkır alan yabancı bankayı etkilemez. Bu da kötü zamanlarda külfetin tamamen bize kalmasına yol açar. Oysa özsermayeye ya da TL borç senetlerine yatırım yapan yabancı riskleri bizimle bölüşür. TL değerlenirken ve büyüme hızlanıp varlık fiyatları yükselirken, yani biz kazanırken, o da kazanır; kaybederken o da kaybeder. Bunun önemini UYP'yi birikimli cari işlemler açığıyla karşılaştırarak anlayabiliriz.

Ödemeler dengesinde, (ölçüm ve tahmin hataları hariç) cari işlemler açığı finans hesaplarındaki fazlaya eşittir. Dolayısıyla varlık değerleri sabitken, cari açık varsa UYP'nin bunun kadar azalması, fazla varsa artması beklenir. Oysa aşağıdaki grafikte, 1996 yılından başlayıp UYP'yi her sene cari denge kadar değiştirdiğimizde (kırmızı çizgi), bunun UYP'nin gerçekleşmesinden (mavi) farklı olduğunu görüyoruz.

Grafiğe göre 2000'lerin başında TL'nin değerli ve varlık fiyatlarının yüksek olduğu dönemlerde UYP hızla düşerken, daha sonra bu eğilim yavaşlıyor ve 2012'den sonra da tersine dönüyor. Grafikteki çizgiler 2012-13 arası kesişmiş. O tarihten bu yana toplamda 200 milyar dolara yakın cari açık verilirken, UYP'deki açık genişlemek şöyle dursun 100 milyar dolara yakın daralmış. Demek ki değer değişimlerinden 300 milyar dolarlık bir kazanç (capital gain) sağlamışız. Başka bir açıdan bakarsak, bu kazanç sayesinde bu cari açıkları verebilmiş ve büyüme açısından maliyetli olacak bir dengelenmeyi uzun süre ertelemişiz.

Peki bu değer kazançlarına sevinmeli miyiz? Burada bizim kazancımız, yabancının kaybı demek. Kimse de para kaybedeceği yere yatırım yapmak istemez. Dolayısıyla uzun vadeli ilişkilere zarar verecek güven kaybı yaşanıp yaşanmaması önemli. Küresel finansal kriz, salgın hastalık ya da jeopolitik tehdit gibi öngörülemez bir olay yaşandığında, kimse bu sebepten o ülkeyi suçlayamaz. Böyle zamanlarda ülkenin nimetlerinden faydalanan herkesin krizin külfetini paylaşması doğaldır. Fakat bugünkü durumun farklı olduğu açık. Uzunca bir süredir, bizim ne düşündüğümüzü geçtim, AB ve IMF gibi etkili kurumların ve batılı basının neredeyse tamamı Türkiye'yi olumsuz değerlendiriyor ve bundan siyasi iktidarı sorumlu tutuyor. Türkiye'de iş yapanlarsa ülkenin siyasi ve ekonomik sorunlarını bizzat gözlemliyor. Yatırımcı çekmeyi ve olanı korumayı giderek zorlaştıran bu koşulları, geleceğimiz için endişe verici buluyorum.

8 Mayıs 2020 Cuma

Lübnan’ın ekonomik krizi

Lübnan’da son dönemde siyasi ve toplumsal çalkantılara da yol açan derin bir ekonomik kriz yaşanıyor. Ödemeler dengesi, kamu borcu, bankacılık, reel sektör krizi ne ararsanız var. Ben de bir vesileyle burada ne oluyor diye IMF raporları ve çeşitli internet kaynaklarından araştırdım. Buradan da paylaşmak istedim. Olayları görüp ne oluyor bu memlekette diye düşünen varsa, belki anlamasına yardımcı olur. 
Yukarıdaki tablo aslında çok şey anlatıyor ama biraz açıklayayım. Öncelikle son dönemde yaşananların arka planındaki yapısal sorunları özetlersem:
  • Ülke uzun yıllardır çok yüksek bütçe ve cari işlemler açığı (“ikiz açık”) sorunu yaşıyor. 2019’da GSYH’ye oranla bütçe açığı %10.7, cari açık %20.1 oldu. Kamu borcu da GSYH’nin %150’sinin üzerine çıktı.
  • Lübnan’da devlet borçlanmayı bankalar üzerinden yapıyor. Merkez bankası da yerli ve yabancı para cinsi tahvilleri gerektiğinde satın alarak mali genişlemeye destek oluyor.
  • Bankalar finansmanı çoğunlukla yurtdışındaki Lübnanlılardan topladığı dolar cinsi mevduatla sağlıyor. Dolayısıyla, cari açığı finanse eden sermaye girişi de mevduat yoluyla oluyor. Bankacılık sektöründe dolar mevduatların toplama oranı %70’lerde.
  • Kamu borçlanma ihtiyacı sebebiyle dolar faizi yüksek, merkez bankası yerel para faizini de yüksek tutuyor. Buna rağmen mevduat girişlerinde yavaşlama daha 2018’de başladı. Ardından kredilerde yavaşlama ve bankaların tahsili gecikmiş alacaklarında artış yaşandı.
  • Büyüme hızı; düşük verimlilik, iç karışıklıklar, diplomatik sorunlar, Suriye savaşı ve mülteci akını gibi olumsuz etmenler yüzünden uzun yıllar yavaş kaldı. GSYH 2010-18 arası ortalama %2 büyüdü.
  • Daha kriz öncesinde IMF, kamu borcunun sürdürülebilir olması için GSYH’nin %4.5’i oranında bir faiz dışı fazla gerektiğini söylüyordu. Bir dizi yapısal reform önerisinin yanında, IMF yolsuzluğun yaygınlığından ve acil önlem alınması gerektiğinden bahsediyordu.
  • Lübnan 2018 yılında aralarında ABD, AB ülkeleri ve Suudi Arabistan gibi çeşitli taraflardan oluşturan bir konsorsiyumdan, kalkınma projelerinde kullanılmak üzere 11 milyar dolarlık kredi sözü aldı. Lakin bu kaynak gerekli reform şartları sağlanmadığından daha gelmedi.
Bunlar Lübnan ekonomisinin son derece kırılgan bir yapıda olduğunu açıkça gösteriyor. Sonrasında yakın dönemde yaşanan gelişmelerse şöyle:
  • 2019 sonundan itibaren mevduat girişinin azalmasıyla ülkenin finansman sıkıntısı arttı ve koronavirüs salgınından sonra iyice ağırlaştı.
  • Kamu borç senetleri, merkez bankası parası ve döviz rezervleriyle daha çok satın alınmaya başlandı.
  • Mart ayında Lübnan dış borç ödemesini yapamayarak, tarihinde ilk defa temerrüde düştü.
  • Döviz sıkışıklığından bankalar mevduat sahiplerine dövizle ödeme yapamaz hale geldi. Yerel para ile ödeme yapılsa da resmi döviz kuru düşük olduğundan, bu durum mevduat sahibinin kayıp yaşamasına yol açtı. 
  • Hükümet kamu borcunun bir kısmını silerek yeniden yapılandırmayı planlıyor. Yerel bankaların varlıklarının %70’i devlet tahvili olduğundan bu durum bankacılık sistemini zora sokacak; banka hissedarları, mevduat sahipleri ve diğer borç verenler külfeti paylaşacaktır.
  • Hükümet 10 milyar dolarlık bir mali destek paketi için IMF’ye başvurdu. Ayrıca 2018’de söz verilen kalkınma desteğini almak için de hala ümitliler.
  • IMF, 2020 yılında Lübnan için GSYH’de %12 daralma, %17.5 oranında enflasyon, GSYH’nin %15.3’ü kadar bütçe açığı ve %12.6’sı kadar cari açık tahmin ediyor. 
Görüldüğü gibi beterin beteri var. Tabii Lübnan’a bakıp çıtayı çok aşağı koymamalıyız. Bizim için mesele sadece ayakta kalmak değil. Hedefimiz, önce sağlık krizini, sonra da yol açtığı ekonomik maliyetleri aşıp ülkemizi makul ve sürdürülebilir bir kalkınma yoluna sokmak olmalı. Onun için de yapılacak çok şey var. 

Lübnan hakkında daha fazla bilgi için, yazıda faydalandığım aşağıdaki kaynaklara bakabilirsiniz:
  • IMF 2019 yılı 4. Madde raporu - link
  • Council on Foreign Relations'ın bloğunda bir yazı - link 
  • Financial Times'ta güncel bir köşe yazısı - link
  • Yerel bir podcast - link