Zaman tutarsızlığı veya dinamik tutarsızlık, davranış bilimi ve oyun teorisi çerçevesinde incelenen bir problemdir. Bir karar alıcının tercihlerinin zaman içinde değişmesiyle ortaya çıkar ve optimal olmayan sonuçlara yol açar. Mikrodan makroya birçok iktisadi uygulaması vardır. Örneğin, bireysel olarak tasarruf edememek, sağlıklı bir yaşam sürememek gibi kimi davranışsal sorunların altında birey tercihlerindeki zaman tutarsızlığı yatar. Makroiktisatta, ekonomik ve siyasi koşullara göre değişen kamu tercihleri ekonomi politikalarını etkileyen dinamik tutarsızlıklara yol açar. Para politikasında, merkez bankalarının fiyat istikrarına odaklı bağımsız kurumlar olması bu sorunu aşmak amacıyla çıkmış bir kurumsal düzenlemedir. Bunun dışında, mülkiyet haklarının korunmasıyla ilgili kamu tercihlerinde de dinamik tutarsızlıklar görülebilir. Kısaca açıklayalım.
Tasarruflar
Hayatımızda kimi zaman uzun vadede zararlı çıkacağımız ve pişman olacağımız kararlar alırız. Kendisine hakim olamayarak sağlıksız alışkanlıklar edinmek böyle bir şeydir. İktisatçıları daha yakından ilgilendiren konu ise tasarruf davranışlarıdır. Normalde insanların gelirlerinin yüksek olduğu dönemlerde ve gençlik yıllarında zor zamanlar ve yaşlılık için para biriktirmeleri beklenir. Fakat birçok insan bunu yapmakta zorlanır. Elbette herkes için tek bir ideal davranış kalıbı olduğunu iddia edemeyiz. Fakat kişinin geçici dürtülere uyarak fazla harcama yapması ve kendisi için ideal birikimi sağlayamaması bir sorundur. (Zaman tutarsızlığını davranışsal iktisat bağlamında ele alan bir makale için bkz.)
Dürtülere karşı kişinin kendisini nasıl kontrol edebileceği psikolojinin konusudur. İktisatçılar, bu dürtüler karşısında, hangi araçların kişileri doğru tasarruf davranışına yönlendirebileceği ve kamu politikalarının bu konuda ne rol oynayabileceği ile ilgilenir. Birçok insanın yaptığı en basit şey ev almaktır. Niye? Çünkü bir defa, gayrimenkul birikimin değerini koruyan ama likit olmayan bir varlıktır. Onu satmak yastık altındaki altını bozdurmak kadar kolay değildir. Bu da insanları daha yavaş ve planlı hareket etmeye zorlar. İkincisi, konutun krediyle satın alındığı durumlarda, kişi krediyi geri ödemek zorunda olduğundan mecburen tüketimini kısar. Böylece kişi krediyle ev alarak gelecekteki kendisini bağlamış olur.
Gayrimenkul yatırımı dışında, günümüzde sigorta ve bireysel emeklilik sistemleri gibi risklerden korunmayı ve birikim yapmayı kolaylaştıran araçlar var. Bunlar gönüllülük esasına dayanan piyasa temelli araçlar oldukları için, insanların ihtiyaçlarına göre en iyi seçimi yapmalarına imkan verir. Bunun dışında, devletin sosyal güvenlik sistemi toplumdan sağlanan kaynakla emeklilik, sağlık ve işsizlik sigortası gibi hizmetleri yürütür. Bu bir bakıma tasarrufu zorla dayatan bir sistem olduğu için, bireysel kararlardaki zaman tutarsızlığı sorununu doğrudan aşar. Fakat kamu otoritesi tarafından yönetildiği ve bireylere tercih hakkı verilmediği için başka sorunlar ortaya çıkar. (Örneğin, sosyal güvenlik sistemlerinin tasarruf eksikliğini gidermedeki etkinliğini sorgulayan bir makale için bkz.)
Makroekonomik politikalar
Zaman tutarsızlığını makroekonomik politikalar bağlamında çalışan Finn Kydland ve Edward Prescott, bu sayede 2004 yılında Nobel ödülü kazanmıştı (bkz.). Bu çalışmaların en önemli yansıması para politikasında oldu. Para politikasının reel ekonomiye bir etkisi, enflasyonun reel ücretleri eritmesi yoluyladır. İşçi ve işveren arasındaki sözleşmeler belli periyotlarla yenilendiğinden, bir sonraki sözleşmeye kadar nominal ücret sabit kalır. Fakat bu arada mal fiyatları arttığından, işverenin ödediği reel ücret düşer. Dolayısıyla, gevşek para politikası ve yüksek enflasyon kısa vadede istihdam talebini ve üretimi teşvik eder. Bunun ülkeyi yöneten siyasiler için, halk desteğine ihtiyaç duydukları zamanlarda ne kadar çekici olabileceği açık. Böyle zamanlarda para politikasını gevşetip enflasyonun yükselmesine izin vermek, büyümeyi hızlandırıp işsizliği azaltarak iktidarın siyasi pozisyonunu güçlendirebilir. Sorun bu etkinin geçici olmasıdır. Ertesi sene ücret pazarlığı geldiğinde işçiler daha yüksek zam isteyince, zor bir ikilem ortaya çıkar. Eğer sıkı para politikası uygulanıp enflasyon düşürülmeye çalışılırsa, ücretler bu sefer enflasyondan fazla artacağından (yani reel ücret yükseleceğinden) büyüme yavaşlayıp işsizlik artacaktır. Bu yapılmazsa yüksek enflasyon kalıcı olur ve her yukarı yönlü sürprizde biraz da artar. (Burada reel ücretlerden bahsettik ama enflasyon aslında her türlü sözleşme ve borç ilişkisine tesir eder. Bu da üretim, bölüşüm ve refah üzerinde bozucu etkilere yol açar.)
Optimal para politikası, konjonktürel dalgalanmaları yumuşatarak ekonomik istikrarı sağlayacak şekilde yürütülür. Tersine, büyüme dalgasını daha da güçlendirmeyi amaçlayan ihtiyari politikalar, yol açtıkları enflasyon, cari açık gibi yan etkiler sebebiyle uzun vadede zararlıdır. Böyle sorunların önüne geçilmesi için, merkez bankalarının bağımsız olması ve kanun tarafından belirlenen çerçevede uzmanlar tarafından yönetilmesi ilkesi kabul görmüştür. Fakat genellikle bu da yetmez. Atanan uzman ekonomideki aktörleri, aldığı kararların hedeflerle uyumlu olduğuna ikna etmek zorundadır. Bunun için açık ve şeffaf olmak ve güven tesis etmek önemlidir.
Maliye politikasında aynı sorun yok mu? Olmaz mı, fazlası var. 1990'larda Türkiye siyasetinde enkaz devralmak diye bir tabir vardı. Hükümetlerin sık değiştiği bir ortamda, seçimden önce kamu kaynaklarını arzu ettiği şekilde kullanan iktidar, vergi artışı ve zam gibi kararları gelecek hükümete bırakırdı. 2000'lerde iktidar partisinin seçimlere rahat girdiği yıllarda bu sorun hafiflemişti, fakat son yıllarda bozulan siyasi istikrarla beraber kamu maliyesinde de kötüleşme oldu. Dünyada da siyasi süreçlere bağlı olarak kamusal tercihlerin değişmesi ve bu yüzden aşırı kamu harcaması, bütçe açığı ve borç gibi ekonomik sonuçların ortaya çıkması politik iktisat alanında incelenen başlıca meselelerdendir. (Örnek için bkz.)
Demokratik bir toplumda maliye politikası bağımsız bir kuruma havale edilemez. Kimden ne kadar vergi alınacak, nereye harcanacak, ne kadar yatırım yapılacak ve gelecek kuşaklara ne kadar borç bırakılacak gibi ülke kaynaklarının kullanımıyla ilgili kararları vatandaşların seçtiği temsilciler almak durumunda. O zaman ne yapılabilir? Liberal bir bakışla, devleti küçültecek reformlar yapmak (örneğin kamu bankalarını özelleştirmek) otomatik olarak zaman tutarsızlığı sorununu hafifletir. Bunun haricinde, AB'nin Euro'ya üye ülkelere uyguladığı Maastricht kriterleri ve IMF programlarındaki performans kriterleri gibi, zorlayıcı yaptırımları olan düzenlemeler aşırılıkları engelleyebilir. Denetimi ve yaptırımı olmayan kurallarsa bağlayıcı olmaz. Kamu politikalarının şeffaf bir şekilde yürütülmesi de seçmene sandıkta denetim yapma imkanı verir. Fakat seçmen davranışını birçok şey belirlediğinden bunun tek başına mali disiplini sağlaması zor.
Mülkiyet hakları
Kişi bir yatırım yapıyorsa, satın aldığı varlığı dilediği gibi kullanmak, onun getirisinden faydalanmak ve dilediği zaman onu satmak ister. Bu gayrimenkul alan için de böyledir, bir şirkete ortak olan için de, borç veren için de, fikir ve sanat eseri üretenler için de... Bunu garanti altına alan yasal düzenlemeye mülkiyet hakkı denir. Mülkiyet haklarının belirlenmesi ve korunması arzu edilen yatırımların gerçekleşmesi için gereklidir. Elbette mülkiyet hakkı sınırsız olamaz. Örneğin, kişi sahip olduğu araziye istediği gibi bina dikemez. Savaş gibi olağanüstü durumlarda, her türlü hak ve özgürlüğü sınırlayan devlet bu konuda da tedbirler alır. Normal zamanlarda da kamu yararı varsa (mesela yol yapmak için) devlet özel mülkleri sahibine değerini ödeyerek kamulaştırabilir. Burada önemli olan şey kısıtlamaların makul ve yasal olmasıdır. Bunun ötesinde mülkiyet haklarının beklenmedik şekilde çiğnenmesi veya geri alınması tehlikesi varsa, zaman tutarsızlığı ortaya çıkar.
Fikri mülkiyet alanında, dünyada son zamanlarda koronavirüsle ilgili aşı ve ilaçlar için patent haklarının askıya alınması tartışılıyor. Buna karşı çıkanların (örneğin bkz.) bir tezi zaman tutarsızlığına dayanıyor. Nasıl? Dünyada tıbbi araştırmalar yapan irili ufaklı çok sayıda firma var. Pandemi ortaya çıktığında, bunların içinde aşı geliştirebilecek bilgi ve tecrübesi olan yüzlercesi, büyük ilaç şirketleri ve devletlerle işbirliği yaparak çalışmaya koyuldu. Bunlardan birkaç tanesi de işe yarayan aşılar geliştirip yaygın kullanıma sokabildi. Çoğunun boşa gideceğini bile bile harcanan onca emek ve para sayesinde, süreç başta öngörülenden de hızlı ilerledi. Bu gelişmelerin arkasında geçmişten bugüne sistemi işleten, fikri mülkiyet haklarına güvenerek risk alan ve yatırım yapan büyük bir finansal sermaye var. Bu güven sarsılırsa, gelecekte yenilik üreten çalışmalara finansman azalabilir. Diğer taraftan, patentlerin askıya alınmasından yana olanlar (örneğin bkz.), mevcut durumun olağanüstü olduğuna dikkat çekerek, ilaç şirketlerinin karlarından feragat etmesi ve aşı üretiminin yaygınlaştırılması çağrısı yapıyorlar. Tabii ki, güncel tartışmalar zaman tutarsızlığının ötesinde birçok karmaşık meseleyi içeriyor. İdeal olmayan koşullarda, herhangi bir tezin mutlak doğru olduğunu söylemek gerçekçi olmaz. Sonuçta taraflar arasındaki pazarlıklarda, güç dengesine göre bir orta yol üzerinde uzlaşılacaktır diye düşünüyorum.
Vakti zamanında Ekşi Sözlük'te yazdığım iktisatla ilgili yazıları toplayarak başlattığım bu blogun yayınına, 2007'den bu yana yeni yazılarla devam ediyorum.
9 Mayıs 2021 Pazar
Zaman tutarsızlığı her yerde
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder