bugun iktisat dostlarina tavsiyeler serisine devam etmek istiyorum. yazisindan bahsedecegimiz iktisatci meshur paul krugman. yazinin basligi "what do undergrads need to know about trade?", yani "universitelilerin (lisans ogrencilerinin) ticaret hakkinda ne bilmeleri gerekir?". krugman, uluslararasi ekonomi uzerine amerika'da donen sacma sapan tartismalardan biktigi bir donemde "pop internationalism" diye bir kitap yazmis. bu arada agac yasken egilir diye de dusunmus olacak ki, kitabin bir bolumunu iktisat egitiminde uluslararasi iktisadin temellerinin, bilhassa ricardo'nun, iyi ogretilmesinin onemini vurgulayan kisa bir yazisina ayirmis. okursaniz turkiye ile de paralellikler kurabilecek; belki de ticaretle ilgili dogru bildiginiz yanlislarin farkina varacaksiniz. makaleye su linkten de ulasilabiliyor: tiklayin. (uluslararasi iktisat hakkinda ders kitabi olmayan bir kitap okumak isteyenler kitabin tamamini da okumak isteyebilirler.)
makalenin ozetini yazmiyorum; zira kendisi dort sayfa zaten. ancak reklam olsun diye birkac alinti yapalim (muhtemel ceviri hatalari bana aittir):
"sorun su ki bir ogrencinin uluslararasi ekonomi hakkinda okudugu ya da duydugu cogu sey sacmaliktir."
"... uluslararasi ticaret (ulkeler arasi) rekabetle ilgili degildir, karsilikli faydaya dayali degisimle ilgilidir. daha da temel olarak, ogrencilere ogretmeliyiz ki ticaretin amaci ihracat degil ithalat yapmaktir... ihracat kendi basina bir hedef degildir. ihracat gerekliligi, ithal mallarini saglayanlarin bunun karsiliginda odeme bekleyecek kadar kaba olmalari yuzunden bir ulkenin katlanmasi gereken bir yuktur."
"ogrenciler ogrenmelilerdir ki yuksek uretkenlik, bir ulkeye onun baska ulkelerle olan rekabetinde yardimci oldugu icin degil, ona daha cok uretme ve boylece daha cok tuketme imkani verdigi icin faydalidir". (krugman soruyor: bizim uretkenligimiz %1, dunyanin geri kalaninin uretkenligi %3 artsa, bizim refahimiz yuzde kac artar? el-cevab: %1.)
"daha uretken ulke elbette ki daha yuksek isci ucretlerine sahip olacaktir, ve dolayisiyla hangi sektorde uzmanlasirsa o sektor 'yuksek deger'e, yani isci basina daha yuksek katma degere sahip olacaktir." (yani temelde ucak mi yoksa domates mi urettigimiz degil, ne kadar uretken ve verimli oldugumuz onemliymis. tabii dissalliklar, olcek ekonomileri vs. gibi ince noktalar ayri degerlendirilmesi gereken konular.)
"ogrencilerimize ogretebilmemiz gereken, asil rekabetin amerikan sirketleri arasinda ulkedeki kit sermaye, yetenek ve emek kaynaklarini cekmek uzerinde yapildigidir. devletin bir endustriye destegi ona yabancilara karsi rekabette yardimci olabilir; ama bu ayni zamanda kaynaklarin diger yerli sirketlerden cekilmesi anlamina gelir. yani, uluslararasi rekabetin giderek onem kazanmasi, bir endustrinin digerinin zararina olacak sekilde kayrildigi gercegini degistirmez."
Vakti zamanında Ekşi Sözlük'te yazdığım iktisatla ilgili yazıları toplayarak başlattığım bu blogun yayınına, 2007'den bu yana yeni yazılarla devam ediyorum.
27 Temmuz 2007 Cuma
8 Temmuz 2007 Pazar
Optimal Kamu Borcu
dani rodrik'in buyume stratejileri ile ilgili calismasindan bahsederken, makroekonomik istikrari saglamak icin kamu borcunun sabit ve makul duzeyde tutulmasi gerektiginden bahsetmistik. peki bu makul duzey mesela milli gelirin dort kati olabilir mi?
ed prescott'a gore olabilir. hatta makul ne demek, kamu borcunun makbul duzeyi (en azindan avrupa, amerika ve japonya gibi gelismis ekonomiler icin) milli gelirin birkac kati duzeyinde olacak. ne zaman? calisanlardan alinan vergilerle emekli maaslarinin finanse edildigi mevcut sosyal guvenlik sistemleri, yerlerini tamamen tasarruf bazli sistemlere biraktiginda. peki o ne zaman olacak? nufus artis oranlari iyice azalip emeklilik sureleri kisalamadiginda. prescott, kamunun borc stogunu ve butce acigini arttiracak boyle bir reformun, toplumsal refahi arttiracagini iddia ediyor. peki nasil olacak o? calisanlardan alinan ve onlarin calisma isteklerini azaltan vergiler kalkinca olacak. yani prescott'a gore, tum yapilmasi gereken isci gelirlerini vergilendirmeyi birakmak, gecis doneminde yaslilara yapilacak transferler icin butce acigi vermek, ve daha sonra yuksek borc stoguyla yola devam etmek. o zaman gencler daha cok calisacak, uretecek, yasliliklari icin tasarruf edecek, sonunda daha mutlu olacaklar; yaslilar icinse bir sey degismeyecek. peki yuksek kamu borcu sart mi? prescott'a gore, yeni sistemde tum calisanlarin yaslilik icin tasarruf ihtiyacinin karsilanabilmesi icin sart.
akliniza yatmadi mi? sorun degil. greg mankiw'in de kafasina pek yatmamis gibi (en azindan simdilik). ilginizi cektiyse bir de siz bakin isterseniz:
tartismayi baslatan, prescott'un gecen aralik ayinda wall street journal'da cikan "five macroeconomic myths" adli yazisi icin tiklayin. greg mankiw'in yorumu ve prescott'in cevabi icin tiklayin: 1, 2. prescott'un kathryn birkeland ile birlikte yaptigi ve tezlerine dayanak olan akademik calismasi icin tiklayin.
tartisma henuz cok taze. henuz calisma bilimsel bir dergide basilmamis bile. ama bundan on bes sene sonra sosyal guvenlik reformu diye karsimiza cikabilecek bir modelin dogumuna sahit oluyor olabiliriz efendim. tutar mi, tutmaz mi bilmem. ama ya tutarsa?
ed prescott'a gore olabilir. hatta makul ne demek, kamu borcunun makbul duzeyi (en azindan avrupa, amerika ve japonya gibi gelismis ekonomiler icin) milli gelirin birkac kati duzeyinde olacak. ne zaman? calisanlardan alinan vergilerle emekli maaslarinin finanse edildigi mevcut sosyal guvenlik sistemleri, yerlerini tamamen tasarruf bazli sistemlere biraktiginda. peki o ne zaman olacak? nufus artis oranlari iyice azalip emeklilik sureleri kisalamadiginda. prescott, kamunun borc stogunu ve butce acigini arttiracak boyle bir reformun, toplumsal refahi arttiracagini iddia ediyor. peki nasil olacak o? calisanlardan alinan ve onlarin calisma isteklerini azaltan vergiler kalkinca olacak. yani prescott'a gore, tum yapilmasi gereken isci gelirlerini vergilendirmeyi birakmak, gecis doneminde yaslilara yapilacak transferler icin butce acigi vermek, ve daha sonra yuksek borc stoguyla yola devam etmek. o zaman gencler daha cok calisacak, uretecek, yasliliklari icin tasarruf edecek, sonunda daha mutlu olacaklar; yaslilar icinse bir sey degismeyecek. peki yuksek kamu borcu sart mi? prescott'a gore, yeni sistemde tum calisanlarin yaslilik icin tasarruf ihtiyacinin karsilanabilmesi icin sart.
akliniza yatmadi mi? sorun degil. greg mankiw'in de kafasina pek yatmamis gibi (en azindan simdilik). ilginizi cektiyse bir de siz bakin isterseniz:
tartismayi baslatan, prescott'un gecen aralik ayinda wall street journal'da cikan "five macroeconomic myths" adli yazisi icin tiklayin. greg mankiw'in yorumu ve prescott'in cevabi icin tiklayin: 1, 2. prescott'un kathryn birkeland ile birlikte yaptigi ve tezlerine dayanak olan akademik calismasi icin tiklayin.
tartisma henuz cok taze. henuz calisma bilimsel bir dergide basilmamis bile. ama bundan on bes sene sonra sosyal guvenlik reformu diye karsimiza cikabilecek bir modelin dogumuna sahit oluyor olabiliriz efendim. tutar mi, tutmaz mi bilmem. ama ya tutarsa?
7 Temmuz 2007 Cumartesi
Büyüme Stratejileri
bugun size bir makale onerecegim. adi "growth strategies", dani rodrik'e ait ve "handbook of economic growth"ta cikmis. makaleye rodrik'in web sitesinden de ulasmak mumkun: tiklayin
niye oneriyorum bu makaleyi? cunku buyume stratejileri uzerine, lisans duzeyinde ekonomi bilgisi olan herkesin anlayabilecegi bir dilde yazilmis, ulkelerin buyume deneyimlerinden orneklerle bezenmis genel ve bilgilendirici bir calisma. ozellikle buyume ve kalkinmayla ilgilenen iktisat lisans ogrencilerinin ilgisini cekebilir.
peki rodrik ozetle ne soyluyor?
1. hizli ve surekli buyumenin evrensel gerek sartlari vardir.
micro olcekte, verimliligi saglayacaksin. bunun icin, mulkiyet haklarini iyi tanimlayacak ve koruyacaksin. hukukun ustunlugunu garanti altina alacaksin. iktisadi guduleri (incentives) koruyacak, harekete gecirecek; bireyin ve toplumun cikarlarini ayni hizaya sokacaksin.
makroekonomide istikrar sart. enflasyonu ve kamu borcunu makul duzeyde tutacak, bankacilik ve finans sisteminde asiri riskler alinmasinin onune gececeksin.
sosyal politika alaninda istismari ve bosa harcanan kaynaklari en aza indireceksin. bunun icin politikanin hedef grubunu iyi sececek ve uretken guduleri koreltmeyeceksin.
rodrik'e gore kurumsal yapi ve ekonomi politikalari bu evrensel prensiplerle uyumlu oldugu olcude buyumeye katki saglar.
2. buyumenin recetesi standart degildir. basarili buyume modelleri iclerinde yenilik barindirirlar.
rodrik suna cevap vermeye calisiyor: ozellikle son yirmi yilda, yukaridaki evrensel ilkelere dayanan, ticaretin ve sermaye hareketlerinin serbestlestirilmesi, ozellestirme, deregulasyon, esnek isgucu piyasasi, merkez bankasi bagimsizligi vs. gibi bir dizi kurumsal duzenleme iyi politika ve reform olcusu olarak ortaya cikti. ama ozellikle guney dogu asya'daki basarili kalkinma modellerinde, bu ortodoks modelden ciddi sapmalar goruluyor. ortodoks modeli daha yakindan takip eden guney amerika ulkelerinde ise ayni basari saglanamadi. bu nasil oluyor da oluyor?
rodrik bunu soyle acikliyor: birincisi, basarili uygulama ortodoks oneriden farkli olabilir, ama temel prensiplerle uyumludur. mesela cin'de merkezi planlama olmasina ragmen, ciftcilere devlete olan uretim yukumluluklerinden fazlasini piyasada satabilme olanaginin verilmesi ciftciyi uretmeye tesvik edebiliyor. ikincisi, ortodoks oneri yerel ekonomik, sosyal ve siyasal sartlarla uyumlu olmayabilir. bu yuzden, yukaridaki gibi bir uygulama, siyasal kisitlar goz onune alindiginda cin'deki tarim arazilerini ozellestirmeye calismaktan daha uygulanabilir olabilir.
kisaca standart bir receteyi ya da baskasinin recetesini aynen alip kullanmakla yetinmeyeceksiniz. yerel sorunlariniza temel prensiplerle uyumlu yeni cozumler ureteceksiniz. rodrik'e gore hizli ve surekli buyumenin sirri, ortodoks onerilerle orijinal uygulamalarin ideal bir kombinasyonunu yakalayabilmekten geciyor.
3. buyumeyi surdurmek, buyumeyi baslatmaktan daha zordur.
rodrik, temel prensiplere dayanan reformlarin etkilerini cok kisa surede gosterdiklerini ifade ediyor. yani piyasanin ya da devletin basarisizliklari sebebiyle gercek potansiyelinin altinda bir buyume performansi gosteren ekonomiler, kurumsal yapi ve politikalardaki en ufak bir iyilesmeye ani ve yuksek bir buyume artisiyla cevap veriyorlar. ancak bu artisin surekli olmasi, daha genis capli ve koklu reformlarin ilk dalgayi takip edebilmesine bagli. rodrik, ana hatlariyla bunlari soyluyor.
ben reklamini yaptim; makalenin tamamini okuyup degerlendirmekse size kalmis.
makalenin kunyesi su: Rodrik, Dani, 2005. "Growth Strategies," Handbook of Economic Growth, Philippe Aghion & Steven Durlauf (ed.), edition 1, volume 1, chapter 14, pages 967-1014, Elsevier.
niye oneriyorum bu makaleyi? cunku buyume stratejileri uzerine, lisans duzeyinde ekonomi bilgisi olan herkesin anlayabilecegi bir dilde yazilmis, ulkelerin buyume deneyimlerinden orneklerle bezenmis genel ve bilgilendirici bir calisma. ozellikle buyume ve kalkinmayla ilgilenen iktisat lisans ogrencilerinin ilgisini cekebilir.
peki rodrik ozetle ne soyluyor?
1. hizli ve surekli buyumenin evrensel gerek sartlari vardir.
micro olcekte, verimliligi saglayacaksin. bunun icin, mulkiyet haklarini iyi tanimlayacak ve koruyacaksin. hukukun ustunlugunu garanti altina alacaksin. iktisadi guduleri (incentives) koruyacak, harekete gecirecek; bireyin ve toplumun cikarlarini ayni hizaya sokacaksin.
makroekonomide istikrar sart. enflasyonu ve kamu borcunu makul duzeyde tutacak, bankacilik ve finans sisteminde asiri riskler alinmasinin onune gececeksin.
sosyal politika alaninda istismari ve bosa harcanan kaynaklari en aza indireceksin. bunun icin politikanin hedef grubunu iyi sececek ve uretken guduleri koreltmeyeceksin.
rodrik'e gore kurumsal yapi ve ekonomi politikalari bu evrensel prensiplerle uyumlu oldugu olcude buyumeye katki saglar.
2. buyumenin recetesi standart degildir. basarili buyume modelleri iclerinde yenilik barindirirlar.
rodrik suna cevap vermeye calisiyor: ozellikle son yirmi yilda, yukaridaki evrensel ilkelere dayanan, ticaretin ve sermaye hareketlerinin serbestlestirilmesi, ozellestirme, deregulasyon, esnek isgucu piyasasi, merkez bankasi bagimsizligi vs. gibi bir dizi kurumsal duzenleme iyi politika ve reform olcusu olarak ortaya cikti. ama ozellikle guney dogu asya'daki basarili kalkinma modellerinde, bu ortodoks modelden ciddi sapmalar goruluyor. ortodoks modeli daha yakindan takip eden guney amerika ulkelerinde ise ayni basari saglanamadi. bu nasil oluyor da oluyor?
rodrik bunu soyle acikliyor: birincisi, basarili uygulama ortodoks oneriden farkli olabilir, ama temel prensiplerle uyumludur. mesela cin'de merkezi planlama olmasina ragmen, ciftcilere devlete olan uretim yukumluluklerinden fazlasini piyasada satabilme olanaginin verilmesi ciftciyi uretmeye tesvik edebiliyor. ikincisi, ortodoks oneri yerel ekonomik, sosyal ve siyasal sartlarla uyumlu olmayabilir. bu yuzden, yukaridaki gibi bir uygulama, siyasal kisitlar goz onune alindiginda cin'deki tarim arazilerini ozellestirmeye calismaktan daha uygulanabilir olabilir.
kisaca standart bir receteyi ya da baskasinin recetesini aynen alip kullanmakla yetinmeyeceksiniz. yerel sorunlariniza temel prensiplerle uyumlu yeni cozumler ureteceksiniz. rodrik'e gore hizli ve surekli buyumenin sirri, ortodoks onerilerle orijinal uygulamalarin ideal bir kombinasyonunu yakalayabilmekten geciyor.
3. buyumeyi surdurmek, buyumeyi baslatmaktan daha zordur.
rodrik, temel prensiplere dayanan reformlarin etkilerini cok kisa surede gosterdiklerini ifade ediyor. yani piyasanin ya da devletin basarisizliklari sebebiyle gercek potansiyelinin altinda bir buyume performansi gosteren ekonomiler, kurumsal yapi ve politikalardaki en ufak bir iyilesmeye ani ve yuksek bir buyume artisiyla cevap veriyorlar. ancak bu artisin surekli olmasi, daha genis capli ve koklu reformlarin ilk dalgayi takip edebilmesine bagli. rodrik, ana hatlariyla bunlari soyluyor.
ben reklamini yaptim; makalenin tamamini okuyup degerlendirmekse size kalmis.
makalenin kunyesi su: Rodrik, Dani, 2005. "Growth Strategies," Handbook of Economic Growth, Philippe Aghion & Steven Durlauf (ed.), edition 1, volume 1, chapter 14, pages 967-1014, Elsevier.
6 Temmuz 2007 Cuma
Ters Seçim Problemi ve Ayırt Etme (Screening)
"ters secim problemi" (adverse selection) bilgi asimetrisinden kaynaklanan sorunlardan biridir. "limon problemi" olarak da bilinir. limon tabiri, ingilizce'de kullanilmis kotu arabalar icin kullaniliyor. literature de george akerlof'un araba piyasasi ornegiyle gecmis. "ayirt etme" (screening) ise bu problemin ustesinden gelmek icin kullanilan bir yontem. bir ornekle aciklayalim.
diyelim ki guzel ve akilli bir genc kizimiz iki damat adayi arasinda bir secim yapacak olsun. bu iki gencten birisi aslan gibi delikanli; durust, mert, iyi niyetli, caliskan, tasi siksa suyunu cikarir. digeri ise sorumsuz serserinin teki. lakin genc kizimiz bu iki gencin nasil birer insan olduklarini bilmiyor. ama gerek kendi edindigi hayat tecrubesinden, gerekse annesinden ve cevresinden ogrendiklerinden cevredeki erkeklerin yarisinin iyi, yarisinin kotu koca adayi oldugunu biliyor. (kotu adaylara biz bundan sonra limon diyecegiz.)
derken gencler ailelerini kizin evine gorucu gonderiyorlar. aileler kizi ve ailesini evlilige ikna etmek icin caba sarf ediyorlar. peki, hangi aile ikna icin daha cok caba sarf eder? muhtemelen limonun ailesi. diger delikanlinin ailesi, kiz tarafi cok sey isterse "aslan gibi oglumuz var, ona kiz mi yok" deyip bir noktadan sonra vazgececektir. ama oglumuz bir an once evlensin de hayatini bir duzene soksun diye dusunen limonun ailesi, daha buyuk maddi ve manevi fedakarliklar yapacaktir. iste evlilige ihtiyaci olan kotu adayin one cikmasi "ters secim problemi"dir.
tabii, genc kiz ve ailesi de aptal degil. onlar, kotu adayin goz boyamaya calisacaginin, iyi adayin da daha tok olacaginin farkindalar. bu yuzden limonun cazip gorunen evlilik teklifini kibarca reddedecekler. tamam da bu kiz evde mi kalacak? ters secim probleminin ustesinden nasil gelinecek?
ters secim probleminin ustesinden gelen bir cozum olan "sinyal verme" (signalling) uzerinde daha onceki bir yazida durmustuk: tiklayin. orada iyi genc, kiza kotu gencin veremeyecegi bir sinyal gondererek kizi ikna etmeyi basariyordu. bugun ele alacagimiz "ayirt etme" (screening) teorisinde ise, bu sefer kiz ona evlilik teklif eden erkekten ancak iyi bir koca adayinin kabul edecegi seyler isteyecek.
mesela disardan munasip gorunen bir adaya kizin babasi, kizinin okulu bitmeden evlilige izin vermeyecegini soyleyecek. bu arada gencler soz kesecekler ve kizin ailesinin gozetiminde birlikte olup birbirlerini taniyacaklar. eger sozluluk ve nisanlilik donemi yeterince uzunsa, kotu aday bu sure icerisinde limonlugunun isaretlerini verecektir. eger genc limonsa, gencin ailesi kiz tarafi uyanmadan nikahi yapmak isteyeceginden, evliligin bir an once olmasi icin bastiracaktir. bu yuzden kiz tarafi uyanik olmali ve evlilik oncesi yeterince uzun bir sozluluk ya da nisanlilik doneminde israr etmeli. kiz tarafi yeterince kararli olursa, bir ihtimal nikahtan once foyalarinin ortaya cikacagini anlayan limon tarafi zaman kaybetmemek icin evlilikten cayabilir.
tabii bir erkegin sozlenmeyi kabul etmesi onun limon olmadigini garanti etmeyebilir. bu yuzden sozluluk ve nisanlilik donemlerinde, genc kizimiz turlu kizsal yontemlerle erkegin ilgisini, sevgisini, sabrini test eder. bu arada kizin ailesi de bos durmaz, kiz anasi ve kiz babasi tripleriyle erkegin iyi damat olma potansiyelini test ederler. iste bu gibi yollarla iyi koca adayini biktirmadan, limonlari eleme sanati "screening", yani "ayirt etme"dir. eger kiz tarafi bu sanati layigiyla icra ediyorsa, limon evin kapisindan geldigi gibi geri donecektir.
burada evlilik ornegi uzerinden inceledigimiz ters secim ve ayirt etme problemleri, isgucu piyasasi, bankacilik, sigortacilik gibi ekonominin pek cok alaninda kendilerini gostermektedirler.
diyelim ki guzel ve akilli bir genc kizimiz iki damat adayi arasinda bir secim yapacak olsun. bu iki gencten birisi aslan gibi delikanli; durust, mert, iyi niyetli, caliskan, tasi siksa suyunu cikarir. digeri ise sorumsuz serserinin teki. lakin genc kizimiz bu iki gencin nasil birer insan olduklarini bilmiyor. ama gerek kendi edindigi hayat tecrubesinden, gerekse annesinden ve cevresinden ogrendiklerinden cevredeki erkeklerin yarisinin iyi, yarisinin kotu koca adayi oldugunu biliyor. (kotu adaylara biz bundan sonra limon diyecegiz.)
derken gencler ailelerini kizin evine gorucu gonderiyorlar. aileler kizi ve ailesini evlilige ikna etmek icin caba sarf ediyorlar. peki, hangi aile ikna icin daha cok caba sarf eder? muhtemelen limonun ailesi. diger delikanlinin ailesi, kiz tarafi cok sey isterse "aslan gibi oglumuz var, ona kiz mi yok" deyip bir noktadan sonra vazgececektir. ama oglumuz bir an once evlensin de hayatini bir duzene soksun diye dusunen limonun ailesi, daha buyuk maddi ve manevi fedakarliklar yapacaktir. iste evlilige ihtiyaci olan kotu adayin one cikmasi "ters secim problemi"dir.
tabii, genc kiz ve ailesi de aptal degil. onlar, kotu adayin goz boyamaya calisacaginin, iyi adayin da daha tok olacaginin farkindalar. bu yuzden limonun cazip gorunen evlilik teklifini kibarca reddedecekler. tamam da bu kiz evde mi kalacak? ters secim probleminin ustesinden nasil gelinecek?
ters secim probleminin ustesinden gelen bir cozum olan "sinyal verme" (signalling) uzerinde daha onceki bir yazida durmustuk: tiklayin. orada iyi genc, kiza kotu gencin veremeyecegi bir sinyal gondererek kizi ikna etmeyi basariyordu. bugun ele alacagimiz "ayirt etme" (screening) teorisinde ise, bu sefer kiz ona evlilik teklif eden erkekten ancak iyi bir koca adayinin kabul edecegi seyler isteyecek.
mesela disardan munasip gorunen bir adaya kizin babasi, kizinin okulu bitmeden evlilige izin vermeyecegini soyleyecek. bu arada gencler soz kesecekler ve kizin ailesinin gozetiminde birlikte olup birbirlerini taniyacaklar. eger sozluluk ve nisanlilik donemi yeterince uzunsa, kotu aday bu sure icerisinde limonlugunun isaretlerini verecektir. eger genc limonsa, gencin ailesi kiz tarafi uyanmadan nikahi yapmak isteyeceginden, evliligin bir an once olmasi icin bastiracaktir. bu yuzden kiz tarafi uyanik olmali ve evlilik oncesi yeterince uzun bir sozluluk ya da nisanlilik doneminde israr etmeli. kiz tarafi yeterince kararli olursa, bir ihtimal nikahtan once foyalarinin ortaya cikacagini anlayan limon tarafi zaman kaybetmemek icin evlilikten cayabilir.
tabii bir erkegin sozlenmeyi kabul etmesi onun limon olmadigini garanti etmeyebilir. bu yuzden sozluluk ve nisanlilik donemlerinde, genc kizimiz turlu kizsal yontemlerle erkegin ilgisini, sevgisini, sabrini test eder. bu arada kizin ailesi de bos durmaz, kiz anasi ve kiz babasi tripleriyle erkegin iyi damat olma potansiyelini test ederler. iste bu gibi yollarla iyi koca adayini biktirmadan, limonlari eleme sanati "screening", yani "ayirt etme"dir. eger kiz tarafi bu sanati layigiyla icra ediyorsa, limon evin kapisindan geldigi gibi geri donecektir.
burada evlilik ornegi uzerinden inceledigimiz ters secim ve ayirt etme problemleri, isgucu piyasasi, bankacilik, sigortacilik gibi ekonominin pek cok alaninda kendilerini gostermektedirler.
4 Temmuz 2007 Çarşamba
Susuz Yaz
bu yaz turkiye'ye ayak bastigimdan beri en cok ilgimi ceken konulardan biri susuzluk. bu konuda bana ilginc gelen bir kac noktayi sizinle de paylasmak istiyorum.
once kollektif bir bilincle su tasarrufu yapanlari ele alalim. gecen gun hurriyet'te okudum. izmir'de vatandas iki milyon metre kup su tasarrufu yapmis. bakin bu cok olaganustu bir sey. zira her birimiz bilmem kac milyonluk sehirde tek bir insaniz. yani etkisiz elemaniz. sulari butun gun acik da tutsak, vanayi sonuna kadar da kapatsak, tek basimiza barajdaki su seviyesini milim oynatamayiz. yani baskalari tasarruf yapmiyorsa, bizim tasarruf yapmamiz bizi susuzluktan kurtarmaz; obur taraftan cok su kullanmamiz da bizi susuz birakmaz. bu yuzden bencil bir insan icin baskin strateji tasarruf yapmamaktir. izmirli vatandas ise bunu umursamamis, zahmet cekip tasarruf yapmis.
caba gostermeden, baskasinin cabasindan faydalanan insanlara ingilizce'de "free rider" deniyor. biz belesci diyebiliriz. su meselesinde belesciligin yaygin olmasi, tasarruf yapmayi anlamsiz kilabilir. bu durumda kimse tasarruf yapmaz ve su kaynaklari tukenir. bu tip ortak kullanilan kaynaklarin asiri kullanimiyla olusan "kamu mali" sorunlarina "tragedy of commons" deniyor. oyun teorisindeki tutuklular ikilemi oyununu bilenler, sorunun tutuklular ikilemindeki nash dengesine tekabul ettigini farkedeceklerdir.izmir ornegi gosteriyor ki, acik ya da gizli bir takim toplumsal normlar ya da kurallar yoluyla, toplum zaman zaman kendiliginden bu tip sorunlarin ustesinden gelebiliyor.
ote yandan, bu tasarruf cagrilarinin ters teptigine de sahit oldum. bir arkadasim var; basinda ne zaman su tasarrufu haberleri ciksa inadina daha cok su harciyor. belediyenin susuzluga bastan onlem almak yerine, sonradan insanlari tasarrufa cagirmasina kiziyor. boylelikle kusurlarin ortulmeye, vatandasin yavas yavas hizmet yerine yokluga alistirilmaya calisildigini iddia ediyor. ona gore, bilincli olmak suyu idareli kullanmak degil, susuzluga care bulamayanlardan hesap sormak. bu hesabin sorulabilmesi icin susuz kalmak gerekiyorsa, buna da razi. goruluyor ki, arkadasim uzerine duseni yapmadigini dusundugu belediyeyi siyasi sorumlulugundan kurtarmak icin zahmet cekmek istemiyor. demek ki, insanlari toplumsal bir sorunun cozumu icin kollektif bir harekete cekmek icin, onlari herkesin uzerine duseni yaptigina ikna etmek gerekiyormus.
bu arada, dogal kaynak, kamu mali falan diyorum ama cogumuz bu suyu evimizin bahcesindeki kuyudan cekip cikarmiyoruz. evlerde kullandigimiz suyun basinda belediye var. isterse suyun fiyatini artirarak, isterse su kesintisi gibi yontemlerle su kullanimini dogrudan duzenleyerek su sorunuyla bas edebilir. yani gercekte ortada bir kamu mali sorununun olmasi icin bir sebep yok. ama muhtemelen bunlar siyaseten pek gecerli yontemler olmadiklarindan, belediye baskanlari televizyona cikip halki tasarruf yapmaya cagirmayi tercih ediyorlar. aslinda sivil toplum kuruluslarinin ve medyanin da destegiyle insanlarin tuketim tercihlerini etkilemek uzere propaganda yapilmasi bana gercekten cok ilginc geliyor. bu konuda ne kadar basarili olundugunu muhtemelen 22 temmuz'dan sonra gorecegiz.
once kollektif bir bilincle su tasarrufu yapanlari ele alalim. gecen gun hurriyet'te okudum. izmir'de vatandas iki milyon metre kup su tasarrufu yapmis. bakin bu cok olaganustu bir sey. zira her birimiz bilmem kac milyonluk sehirde tek bir insaniz. yani etkisiz elemaniz. sulari butun gun acik da tutsak, vanayi sonuna kadar da kapatsak, tek basimiza barajdaki su seviyesini milim oynatamayiz. yani baskalari tasarruf yapmiyorsa, bizim tasarruf yapmamiz bizi susuzluktan kurtarmaz; obur taraftan cok su kullanmamiz da bizi susuz birakmaz. bu yuzden bencil bir insan icin baskin strateji tasarruf yapmamaktir. izmirli vatandas ise bunu umursamamis, zahmet cekip tasarruf yapmis.
caba gostermeden, baskasinin cabasindan faydalanan insanlara ingilizce'de "free rider" deniyor. biz belesci diyebiliriz. su meselesinde belesciligin yaygin olmasi, tasarruf yapmayi anlamsiz kilabilir. bu durumda kimse tasarruf yapmaz ve su kaynaklari tukenir. bu tip ortak kullanilan kaynaklarin asiri kullanimiyla olusan "kamu mali" sorunlarina "tragedy of commons" deniyor. oyun teorisindeki tutuklular ikilemi oyununu bilenler, sorunun tutuklular ikilemindeki nash dengesine tekabul ettigini farkedeceklerdir.izmir ornegi gosteriyor ki, acik ya da gizli bir takim toplumsal normlar ya da kurallar yoluyla, toplum zaman zaman kendiliginden bu tip sorunlarin ustesinden gelebiliyor.
ote yandan, bu tasarruf cagrilarinin ters teptigine de sahit oldum. bir arkadasim var; basinda ne zaman su tasarrufu haberleri ciksa inadina daha cok su harciyor. belediyenin susuzluga bastan onlem almak yerine, sonradan insanlari tasarrufa cagirmasina kiziyor. boylelikle kusurlarin ortulmeye, vatandasin yavas yavas hizmet yerine yokluga alistirilmaya calisildigini iddia ediyor. ona gore, bilincli olmak suyu idareli kullanmak degil, susuzluga care bulamayanlardan hesap sormak. bu hesabin sorulabilmesi icin susuz kalmak gerekiyorsa, buna da razi. goruluyor ki, arkadasim uzerine duseni yapmadigini dusundugu belediyeyi siyasi sorumlulugundan kurtarmak icin zahmet cekmek istemiyor. demek ki, insanlari toplumsal bir sorunun cozumu icin kollektif bir harekete cekmek icin, onlari herkesin uzerine duseni yaptigina ikna etmek gerekiyormus.
bu arada, dogal kaynak, kamu mali falan diyorum ama cogumuz bu suyu evimizin bahcesindeki kuyudan cekip cikarmiyoruz. evlerde kullandigimiz suyun basinda belediye var. isterse suyun fiyatini artirarak, isterse su kesintisi gibi yontemlerle su kullanimini dogrudan duzenleyerek su sorunuyla bas edebilir. yani gercekte ortada bir kamu mali sorununun olmasi icin bir sebep yok. ama muhtemelen bunlar siyaseten pek gecerli yontemler olmadiklarindan, belediye baskanlari televizyona cikip halki tasarruf yapmaya cagirmayi tercih ediyorlar. aslinda sivil toplum kuruluslarinin ve medyanin da destegiyle insanlarin tuketim tercihlerini etkilemek uzere propaganda yapilmasi bana gercekten cok ilginc geliyor. bu konuda ne kadar basarili olundugunu muhtemelen 22 temmuz'dan sonra gorecegiz.
Etiketler:
hayatın içindeki iktisat,
oyun teorisi,
piyasa başarısızlığı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)