Para politikası önceden belirlenen hedef ve kurallar çerçevesinde mi yönetilmeli, yoksa takdire bağlı serbest şekilde mi belirlenmeli? Piyasaları düzenleyen kurallar konjonktüre göre değiştirilmeli mi? Bir defalığına vergi veya imar affı çıkarmanın ne zararı olabilir? Bunlar iktisattaki kural mı, takdir mi (rules vs. discretion) meselesi çerçeveside, günümüz Türkiye ekonomisiyle yakından ilgili sorular.
Para politikasını ele alalım. Merkez bankaları enflasyon, büyüme, işsizlik, döviz kuru gibi temel makroekonomik göstergeleri hedeflenen seviyelerde tutmak için istikrar politikaları uygular. Bu politika bir grup karar alıcının takdirine göre serbest bir şekilde belirlenebileceği gibi, kural ve hedefler çerçevesinde de belirlenebilir. İlkinin avantajı sürprizler yaratıp kısa vadede etkili olabilmesidir. Kimsenin beklemediği anda para politikasını gevşeten bir merkez bankası, bir yandan tüketim ve yatırım harcamalarını teşvik ederken, diğer yandan yarattığı enflasyonla reel ücretlerin düşmesini sağlayıp üretim ve istihdamı artırabilir. Enflasyondaki yükseliş öngörülebilir olsa, işçiler ücret zamlarını ona göre isteyeceklerinden, parasal genişlemenin etkinliği azalır. O yüzden sürpriz politika kısa vadede daha etkilidir. Buradaki dezavantaj, sürekli uygulandığında bir süre sonra insanlar ne döndüğünü anlar. O zaman genişlemeci politikanın faydası geçer; geride yüksek enflasyon, yüksek faiz, yabancı paraya kaçış (dolarizasyon) gibi olumsuzluklar kalır.
Kısa vadeli düşünüp para basmanın rahatlığına alışınca yüksek enflasyona bağımlı olunduğundan, para politikasını serbestçe belirlemek genelde makbul değildir. Bu yüzden günümüzde, merkez bankaları (enflasyon, döviz kuru gibi) hedefler belirler ve elindeki araçları buna göre kullanacağına herkesi inandırmaya çalışır. Ayrıca, başlıca meselesi iktidarda kalmak olan politikacıları uzun vadeli istikrarın önemine ikna etmek zor olduğundan, merkez bankalarının siyasetten bağımsız ve enflasyon konusunda ihtiyatlı uzmanlarca yönetilmesi ilkesi dünyada kabul görmüştür.
Kurallı para politikası anlayışını ileri götürüp başta faiz olmak üzere politika araçlarını (enflasyon, büyüme gibi) makroekonomik değişkenlere bağlamak da mümkün. Bu öngörülebilir olmak açısından iyi bir şey, fakat esnekliği de çok fazla kaybetmek lazım. Örneğin yüksek enflasyon faizin yükseltilmesini gerektirirken, sert bir faiz artırımı çok sayıda borçlu şirketin batmasına da sebep olabilir. Eğer kurala bağlı kalmak, bankacılık sektörünü tehdit edecek kadar çok batığa yol açacaksa merkez bankası ne yapacak? Para politikası araçlarının tasarımı burada halledebileceğimiz bir mesele değil. Uzmanların üzerinde çalışılarak karar vereceği teknik bir mevzu. Ama önce para politikasının uzmanların eline bırakılması lazım.
Piyasaları düzenleyen regülasyonlar için de kısa ve uzun vadeli hedefler arasında çelişki vardır. Ülkemizde döviz bazında belirlenen AVM kiralarının Türk lirasına döndürülmesini ele alalım. İlk bakışta mantıklı görünüyor. Türkiye'deki bir mağaza kirasını neden dolarla versin ki? Lakin kira kontratının öncesinde, AVM inşaatının döviz cinsi kredilerle finanse edilmesi vardır. Yani başlangıçta borcu dövizle olan mal sahibi, kirayı da buna göre belirleyip kur riskini ortadan kaldırmıştır. Kira kontratını dövizle yapan dükkan sahibi ise, riski gönüllü olarak üstlenmiştir. Düzenlemenin yaptığı, iki kişi arasındaki kontratı değiştirip riski bir taraftan öbür tarafa aktarmaktır.
Devletin yaptığı tercih o koşullarda çok yerinde olabilir. Ancak o durumda bile, yapılan maç oynanırken kuralların değiştirilmesidir. Bu münferit bir olay olsa önemsemeyebilirdik ama böyle uygulamaları her alanda görüyoruz. Halihazırda yatırımını yapanların zarar etmeden kaçacak yeri yok. Zaten devletin düzenleme yapmadaki rahatlığı buradan geliyor. Ancak potansiyel yatırımcılar çantada keklik değil. Yerli ya da yabancı, Türkiye'de iş yapacak herkes bugünkü kuralların yarın değişebileceğini hesaba katmak zorunda. Bu durum yatırımları engelleyebileceği gibi, risk yarattığından maliyetleri de artıracaktır.
Devletin çıkardığı aflar da kurallardan sapmanın başka bir örneği. Mesela, devlet vergi borçlarının bir kısmını silip yapılandırdığında, bir yandan borçlulara kolaylık sağlarken, diğer yandan alacağını rahat toplayıp gelir elde eder. Fakat bu sürekli yapıldığında, insanlar affa uğrar beklentisiyle vergisini zamanında ödememeye başlar. Aynı durum imar konusunda da geçerli. Uzun yıllar kanunlar uygulanmadı ve kaçak yapılaşmaya göz yumuldu. Sonrasında o kadar çoğaldılar ki, devlet önleyemedik bari para kazanalım dedi ve imar affı çıkardı. Kanunların uygulanmadığı algısı değişmezse, bu aflar da son olmaz.
Daha çok örnek verilebilir ama lafı uzatmayalım. Özetle, uzun vadeli hedefler doğrultusunda, zamana ve konjonktüre göre değişmeyen kurallara ve bunları uygulayacak mekanizmalara ihtiyacımız var. Ne yazık ki bugün aksi yönde gidiyoruz.
Para politikasını ele alalım. Merkez bankaları enflasyon, büyüme, işsizlik, döviz kuru gibi temel makroekonomik göstergeleri hedeflenen seviyelerde tutmak için istikrar politikaları uygular. Bu politika bir grup karar alıcının takdirine göre serbest bir şekilde belirlenebileceği gibi, kural ve hedefler çerçevesinde de belirlenebilir. İlkinin avantajı sürprizler yaratıp kısa vadede etkili olabilmesidir. Kimsenin beklemediği anda para politikasını gevşeten bir merkez bankası, bir yandan tüketim ve yatırım harcamalarını teşvik ederken, diğer yandan yarattığı enflasyonla reel ücretlerin düşmesini sağlayıp üretim ve istihdamı artırabilir. Enflasyondaki yükseliş öngörülebilir olsa, işçiler ücret zamlarını ona göre isteyeceklerinden, parasal genişlemenin etkinliği azalır. O yüzden sürpriz politika kısa vadede daha etkilidir. Buradaki dezavantaj, sürekli uygulandığında bir süre sonra insanlar ne döndüğünü anlar. O zaman genişlemeci politikanın faydası geçer; geride yüksek enflasyon, yüksek faiz, yabancı paraya kaçış (dolarizasyon) gibi olumsuzluklar kalır.
Kısa vadeli düşünüp para basmanın rahatlığına alışınca yüksek enflasyona bağımlı olunduğundan, para politikasını serbestçe belirlemek genelde makbul değildir. Bu yüzden günümüzde, merkez bankaları (enflasyon, döviz kuru gibi) hedefler belirler ve elindeki araçları buna göre kullanacağına herkesi inandırmaya çalışır. Ayrıca, başlıca meselesi iktidarda kalmak olan politikacıları uzun vadeli istikrarın önemine ikna etmek zor olduğundan, merkez bankalarının siyasetten bağımsız ve enflasyon konusunda ihtiyatlı uzmanlarca yönetilmesi ilkesi dünyada kabul görmüştür.
Kurallı para politikası anlayışını ileri götürüp başta faiz olmak üzere politika araçlarını (enflasyon, büyüme gibi) makroekonomik değişkenlere bağlamak da mümkün. Bu öngörülebilir olmak açısından iyi bir şey, fakat esnekliği de çok fazla kaybetmek lazım. Örneğin yüksek enflasyon faizin yükseltilmesini gerektirirken, sert bir faiz artırımı çok sayıda borçlu şirketin batmasına da sebep olabilir. Eğer kurala bağlı kalmak, bankacılık sektörünü tehdit edecek kadar çok batığa yol açacaksa merkez bankası ne yapacak? Para politikası araçlarının tasarımı burada halledebileceğimiz bir mesele değil. Uzmanların üzerinde çalışılarak karar vereceği teknik bir mevzu. Ama önce para politikasının uzmanların eline bırakılması lazım.
Piyasaları düzenleyen regülasyonlar için de kısa ve uzun vadeli hedefler arasında çelişki vardır. Ülkemizde döviz bazında belirlenen AVM kiralarının Türk lirasına döndürülmesini ele alalım. İlk bakışta mantıklı görünüyor. Türkiye'deki bir mağaza kirasını neden dolarla versin ki? Lakin kira kontratının öncesinde, AVM inşaatının döviz cinsi kredilerle finanse edilmesi vardır. Yani başlangıçta borcu dövizle olan mal sahibi, kirayı da buna göre belirleyip kur riskini ortadan kaldırmıştır. Kira kontratını dövizle yapan dükkan sahibi ise, riski gönüllü olarak üstlenmiştir. Düzenlemenin yaptığı, iki kişi arasındaki kontratı değiştirip riski bir taraftan öbür tarafa aktarmaktır.
Devletin yaptığı tercih o koşullarda çok yerinde olabilir. Ancak o durumda bile, yapılan maç oynanırken kuralların değiştirilmesidir. Bu münferit bir olay olsa önemsemeyebilirdik ama böyle uygulamaları her alanda görüyoruz. Halihazırda yatırımını yapanların zarar etmeden kaçacak yeri yok. Zaten devletin düzenleme yapmadaki rahatlığı buradan geliyor. Ancak potansiyel yatırımcılar çantada keklik değil. Yerli ya da yabancı, Türkiye'de iş yapacak herkes bugünkü kuralların yarın değişebileceğini hesaba katmak zorunda. Bu durum yatırımları engelleyebileceği gibi, risk yarattığından maliyetleri de artıracaktır.
Devletin çıkardığı aflar da kurallardan sapmanın başka bir örneği. Mesela, devlet vergi borçlarının bir kısmını silip yapılandırdığında, bir yandan borçlulara kolaylık sağlarken, diğer yandan alacağını rahat toplayıp gelir elde eder. Fakat bu sürekli yapıldığında, insanlar affa uğrar beklentisiyle vergisini zamanında ödememeye başlar. Aynı durum imar konusunda da geçerli. Uzun yıllar kanunlar uygulanmadı ve kaçak yapılaşmaya göz yumuldu. Sonrasında o kadar çoğaldılar ki, devlet önleyemedik bari para kazanalım dedi ve imar affı çıkardı. Kanunların uygulanmadığı algısı değişmezse, bu aflar da son olmaz.
Daha çok örnek verilebilir ama lafı uzatmayalım. Özetle, uzun vadeli hedefler doğrultusunda, zamana ve konjonktüre göre değişmeyen kurallara ve bunları uygulayacak mekanizmalara ihtiyacımız var. Ne yazık ki bugün aksi yönde gidiyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder