Modern iktisatta ekonomik gelişmeler modeller çerçevesinde çalışılır. Basit formları ders kitaplarındaki grafiklerle de gösterilebilen, matematiksel yapıdaki bu modeller iktisatçı için laboratuvar görevi görür. Ele alınan ekonomik yapı ve cevap aranan soruya göre uygun olarak seçilen modellerin çıktıları üzerinde analiz yapılır. Serbest ticaret ve rekabet prensibiyle işleyen piyasaları ve bunlardan oluşan ekonomileri betimleyen modellerin çözüm konsepti "rekabetçi denge"dir. (İngilizce, competitive equilibrium.)
Kısmi rekabetçi denge
İktisada giriş derslerindeki arz-talep eğrilerini gözümüzün önüne getirelim. Arz eğrisi (S(P) diyelim), piyasada belirlenen P fiyatına göre firmaların maliyet minimizasyonu (kar maksimizasyonu) problemlerinden gelir ve piyasaya sürülen mal miktarlarının toplamının fiyata göre nasıl değiştiğini gösterir. Talep eğrisi (D(P)), yine piyasadaki P fiyatına göre tüketicilerin fayda maksimizasyonu probleminden gelir ve onların almak istedikleri mal miktarlarının toplamının fiyat seviyesine göre nasıl değiştiğini gösterir. Standart bir grafikte bunlar y-ekseninde bir fiyat (P*) ve x-ekseninde bir miktar (Q*) değerinde kesişirler. Arz ve talebin eşit olduğu, yani D(P*)=S(P*)=Q* koşulunu sağlayan (P*, Q*) ikilisine rekabetçi denge denir. (Özel değerleri ayırt etmek için * gibi semboller kullanıyoruz.)
Model içinde çözülen fiyat ve miktar değerlerine içsel değişken denir. Etkisi araştırılan faktörler (mesela firma maliyet yapısı, teknoloji, tüketici tercihleri, vergi ve sübvansiyonlar vb.) modelde parametrelerle ifade edilir. Dolayısıyla, analitik çözüm bu parametrelere bağlı olarak bulunur. Sonuç üzerinde parametreler değiştirilerek statik analiz (comparative statics) yapılır. İktisat ders kitaplarında kayan eğrilerle görsel olarak yapılan, niteliksel statik analizdir. Parametre değerleri, (vergi oranları gibi) verilerden doğrudan elde edilir ya da (arz ve talebin fiyat esnekliği gibi) uygun yöntemlerle tahmin edilirse sayısal analiz de yapılabilir.
Örneğin, akaryakıt, tütün, otomobil gibi bir mal üzerindeki tüketim vergisinin artırılmasının, piyasa fiyatını ne kadar artıracağını ve satılan miktarı ne kadar azaltacağını kestirmek, vergiden sağlanacak geliri ve oluşacak refah kaybını hesap etmek için önemlidir. İstatistik bilenler, burada geçmiş verileri kullanıp düz bir regresyon yapmayı düşünebilir. Fakat bu genellikle iktisadi açıdan doğru sonuç vermez. (Diyelim ki satış miktarı ve fiyat arasında regresyon yapıldı. Tahmin edilen denklem, arz eğrisine mi, talep eğrisine mi karşılık gelir? Cevap hiçbiri.) O yüzden iktisat teorileriyle uyumlu istatistiksel teknikler kullanmak gerekir ki, ekonometri dediğimiz alanın konusu bunları geliştirmektir. Teoriyi ve uygun ekonometrik teknikleri bilmek, doğru analiz yapabilmenin koşuludur. ABD'de akaryakıt vergilerinin etkileri üzerine yapılmış şu çalışma bu konuda güzel bir örnek: bkz.
Bir de şu var, piyasadaki her sonuç illa denge değildir. Örneğin asgari ücrette, devlet vasıfsız işgücü için piyasa dengesinin üzerinde bir ücret seviyesi belirler. Standart arz-talep analizinde, bu durumda firmaların işgücü talebi çalışanların işgücü arzından düşük olacağından, arz fazlası/talep eksikliği (işsizlik) oluşur. Elbette burada denge yok diye analizi bırakmıyoruz. Tersine, asgari ücretin artırılmasının işgücü talebinde anlamlı bir düşüş yaratıp yaratmayacağı, tüm dünyada oldukça güncel ve hararetli bir ampirik araştırma konusudur. Yakın zamanda makine öğrenimi tekniklerini kullanarak yapılmış şu çalışma güzel bir örnek: bkz.
Genel rekabetçi denge
Yukarıda rekabetçi dengeyi, mikroekonomide kullanılan ve bir piyasayı bağımsız olarak ele alan kısmi denge modelleri üzerinde tanımladık. Makroekonomik analizlerde ise birçok piyasa (mal ve hizmetler, sermaye, işgücü vb.) arasındaki etkileşimlerin dikkate alındığı "genel denge" modelleri kullanılır. Bunlar içerisinde tasarruf, borçlanma, yatırım gibi sermaye piyasası işlemlerini içerenler "dinamik" olarak nitelenir. Makroekonomik belirsizliklere karşılık gelen rastlantısal degişkenler de varsa modele "stokastik" denir.
Genel denge modellerinde de kısmi dengede olduğu gibi, arz ve talep fonsiyonları bireylerin ve firmaların piyasalarda belirlenen fiyatlara göre çözdükleri optimizasyon problemlerinden gelir. Arz ve talep her bir piyasada eşitlenir. Buna ek olarak, modelde her şeyi birbirine bağlayan unsurlar vardır. En önemlisi kaynak kısıtıdır. Ders kitaplarında iki üründen oluşan basit bir ekonomi için çizilen üretim imkanları sınırı (production possibilities frontier) tam da budur. Bu eğri, ekonomideki tüm kaynaklar (emek, fiziksel ve beşeri sermaye vs.) sektörler arasında farklı şekillerde dağıtıldığında, üretebilecek maksimum ürün kombinasyonlarını gösterir. Maliye politikası, para politikası, uluslararası ticaret ve finans gibi konular incelenecekse, modelde devletin bütçe kısıtı gibi bunlara ait denklemleri de eklemek gerekir. Sonuçta, genel denge modelindeki tüm fiyatları P ve miktarları Q vektörleri ile ifade edersek, belirttiğimiz şartları (birey ve firma optimizasyon problemlerini, piyasa denge koşullarını, ekonominin kaynak kısıtını ve diğer koşulları) sağlayan (P*,Q*) vektörüne rekabetçi denge denir.
Genel denge modeliyle analiz yapmak, temelde kısmi denge modelindeki gibidir. Ders kitaplarında gördüğümüz basit modellerde, denge durumunu gösteren grafikler elde edilir ve bunlar üzerinde eğriler kaydırılarak dengenin dışsal tepkilere nasıl tepki verdiği bulunur. Fakat karmaşık modellerde denge ancak sayısal olarak hesaplanıp analiz yapılabilir. Bunun için yine bazı parametreler (mesela vergi oranları) ilgili verilerden doğrudan alınır, diğer parametreler makroekonometrik yöntemlerle tahmin edilir. Kalibrasyon denilen ve modelin dengesini iktisadi verilerle örtüştüren bu işlemden sonra, parametre değerleri değişse denge değerlerinin buna ne kadar tepki vereceğinin analizi yapılır.
Örneğin, gümrük vergilerinin dünya genelinde artırılmasının farklı özellikteki ülkelerin ticaret hacimlerini nasıl etkileyeceği ve ne kadar küresel ticaret kaybına yol açacağı bir genel denge modeliyle analiz edilebilir. Cevap aranan soru sermaye birikimi veya konjonktürel dalgalanmalar gibi unsurlarla doğrudan ilgili olmadığından, burada statik ve deterministik bir model iş görür. Robert Lucas'ın yazarı olduğu şu makalede, özü Ricardo'nun ticaret teorisine dayanan tam da böyle bir model var: bkz.
Sosyal planlamacı problemi
Rekabetçi genel dengenin önemli bir özelliği, birinci (bkz.) ve ikinci (bkz.) refah teoremleri uyarınca (elbette belli varsayımlar altında), dengedeki Q* dağılımının ekonomideki pareto optimal (bkz.) kaynak dağılımıyla aynı olmasıdır. Zamanında, linkli yazılarda bunun anlam ve önemini detaylıca anlatmıştım. Söz konusu teoremler rekabetçi dengeyi hem pozitif hem normatif analiz için önemli bir referans noktası yapar. Bu teoremlerin pratik bir faydası da iktisatçıya sermaye birikimi ve büyüme gibi konuları kısa yoldan analiz etme fırsatı vermesidir. Zira model ekonomide optimal büyüme patikasını hesaplamak, rekabetçi dengeyi çözmekten daha kolaydır. Örneğin, Solow'un büyüme teorisine dayanan neoklasik büyüme modellerinde bu yöntem kullanılır. Alanın babalarından Philippe Aghion ve Charles Jones, yazarı oldukları şu makalede böyle bir model üzerinde yapay zeka ve otomasyonun etkilerini çalışmışlar: bkz.
Uzun vadeli büyümeyi çalışmakta kullanılan modeller deterministiktir. Öte yandan konjonktürel dalgalanmaları çalışırken, kısa vadeli belirsizliklerin etkisini gösterecek stokastik değişkenler kullanmak gerekir. Bu modellere "dinamik stokastik genel denge" modeli denir. Örneğin, küçük açık ekonomiler için böyle bir model kullanılan şu çalışma, ani sermaye çıkışlarının gelişen ülkelerde nasıl ekonomik daralmaya yol açtığına cevap vermeye ve özel olarak 1995 Meksika krizini açıklamaya çalışıyor: bkz. (Sermaye çıkışı, teorik olarak yerel paranın değerini düşürüp ihracatı artırarak büyümeyi bir süre hızlandırabilir. Gelişen ülkelerde neden böyle olmadığı önemli bir soru.)
Piyasa başarısızlıkları
Pratikte refah teoremlerinin şartlarının sağlanmadığı, yani serbest piyasadaki dengeyle verimli kaynak dağılımının aynı olmadığı birçok durum var. Buna piyasa başarısızlığı denir. Buna yol açan monopol (tekel), oligopol, kamu malları, dışsallıklar, eksik piyasalar gibi durumlara yazıyı buraya kadar okuyan herkes aşinadır diye düşünüyorum. Bunların makroekonomi bağlamında nasıl modellendiğini örnekleyelim.
Kamu malı ve dışsallıklar bağlamında önemli bir mesele beşeri sermayenin (human capital) büyümedeki rolüdür. Beşeri sermayeyi yaratan eğitimin ekonomiye faydası iki türlüdür. İlki özel fayda; daha eğitimli kişiler daha üretkendir ve karşılığında da daha çok kazanır. İkincisi ise topluma sağladığı dışsallık (externality). Üniversiteden üç arkadaş bir araya geldi ve küçük bir girişim kurdu diyelim. Muhtemelen sonunda batarlar ve maaşlı bir iş ararlar. Ama bunun gibi iyi eğitimli insanların kurduğu binlerce girişim çıkarsa, içlerinden biri bir gün Google, Tesla veya Biontech olabilir. Teknolojik gelişmişlik seviyesi bu şekilde beşeri sermayeyle ilişkiliyse, eğitime yatırım yapıldıkça gelecekte ekonomi daha hızlı büyüyecektir. Bu durumda devletin eğitimi piyasaya bırakmaması ve kamu kaynaklarıyla desteklemesi doğru bir politika olur. Peki beşeri sermayenin iktisadi büyümeye gerçekten anlamlı bir katkısı var mı? Yoksa dışsallık hoş bir hikayeden mi ibaret? Bu konuda Ben Bernanke ve Refet Gürkaynak'ın yazdığı şu makale ampirik olarak bu ilişkiyi destekliyor, fakat bununla ilgili mevcut büyüme modellerini yetersiz buluyor: bkz.
Makroiktisatta sadece ulusal gelirin büyümesi değil, onun bölüşümü de önemli bir meseledir. Önceki örnekte büyümenin kaynağına açıklama getirmek üzere anlattığım hikaye aynı zamanda bir eşitsizlik hikayesi. (Şurada daha detaylı anlatmıştım: bkz.) Aynı özellikteki ve aynı çabayı gösteren girişimcilerin içinden birilerinin başarılı olup diğerlerinin olmaması, herkese ayrı ayrı vuran bireysel şans faktörlerinden ileri geliyor. Sonunda şanslı olanlar zengin oluyor, olamayanlar fakir kalıyor ve bu da toplumda eşitsizlik yaratıyor. Sonuç önceden belli olmadığı için, bu baştan sorulsa riskten kaçan kişilerin istemeyeceği bir durum. İşte böyle sigortalanamayan bireysel risklerin varlığı, eksik piyasa (incomplete market) denen piyasa başarısızlığının bir örneğidir. Şu çalışma böyle bir modelle, Amerika'daki tüketim ve gelir eşitsizliği arasındaki ilişkiyi incelemiş: bkz.
Yeni Keynesçi modeller
Dinamik stokastik genel denge modellerini, klasik ve Keynesçi diye ikiye ayırabiliriz. (Eski tip modellerden ayırmak için başlarına "yeni" de ekleniyor.) İkisi arasındaki en önemli fark, birinci tip modellerde fiyatların esnek olduğu ve değişen koşullara hemen tepki verip ekonomiyi dengeye getirdiği varsayılırken, ikincide fiyatlar çabuk tepki veremediği için ekonomi otomatik olarak dengelenmez. Örneğin fiyatlar esnekse, ekonominin daraldığı ve şirketlerin işgücü talebinin azaldığı bir durumda reel ücretler gerilemelidir. Fakat mesela sendikalar enflasyonun altında bir ücret artışını kabul etmiyorsa bu olmaz, reel ücret denge değerinin üzerinde kalır. O zaman istihdam ve üretim dengenin altında oluşur. Ekonomi genişlerken de bunun tersi gerçekleşir. Keynesçi jargonda denge üretim (çıktı) ekonominin "potansiyel"ini gösterirken, gerçek üretimin bundan farkına (pozitif veya negatif olabilir) "çıktı açığı" denir.
Yeni klasik yaklaşımda ekonomi kendiliğinden dengelendiğinden, makroekonomik istikrar politikaları uygulamaya gerek yoktur. Hatta fiyatlar esnekken parasal şokların reel ekonomiye etkisi olmayacağı için, içinde para piyasası barındırmayan "reel iş çevrimi" (real business cycles) modelleri ile çalışırlar. Yeni Keynesçi modellerde ise parasal şoklar reel ekonomiyi bir "parasal aktarım mekanizması" yoluyla etkiler. Reel veya nominal bir şok sonrası ekonomiyi dengeye getirmek için, para ve maliye politikalarını "döngü karşıtı" (countercyclical) olarak kullanmak gerekir.
Örneğin Covid-19 pandemisine klasik perspektiften bakarsak, devlet geliri düşen kişilere ve geçici olarak zora düşen sektörlere mali destek sağlayabilir; bu amaçla kaynak sağlamak için borçlanabilir. Fakat sağlık endişeleri veya tedbirler sonucu üretim düştü ve insanların tüketim istekleri azaldı diye, bunu tersine çevirmek için genişletici ekonomi politikaları uygulanmamalıdır. Öte yandan Keynesçi açıdan bakarsak, pandeminin doğrudan etkisinin üzerine gelecek talep eksikliğini gidermek gerekir. Dolayısıyla, devlet daha fazla borçlanarak daha büyük harcamalar yapmalı, para politikasını da olabildiğince gevşetmelidir. Dünyadaki politika yapıcılar ağırlıklı olarak Keynesçi düşüncede oldukları için, pandemi sonrası uygulama da bu şekilde oldu. Ne kadar doğru yaptıklarını, pandeminin etkisi geçtiğinde anlayacağız. Dünya çapında artan borçlar, varlık fiyatlarında şişme gibi bir sebepten finansal kriz yaşamazsak haklılarmış diyeceğiz.
İşin teknik tarafına dönersek, yeni Keynesçi modeller, para politikasının yanında ekonominin farklı noktalarına etki eden başka şoklar da içerir. Birçok stokastik parçadan oluşan modeller bu yüzden çok karmaşıktır. Bu özellik modeli daha gerçekçi hale getirir ama onun daha iyi tahminler yapacağını garanti etmez. Nitekim özellikle 2008 küresel finansal krizinden sonra, makroekonomik modellerin krizlerin sebeplerini anlamak ve onları öngörmekte işe yarayıp yaramadıkları konusunda tartışmalar hararetlendi. Tartışmada eleştirel taraftakilerden Joseph Stiglitz bu modellerin temelden çürük ve işe yaramaz olduğunu iddia ederken (bkz.), alanın önde gelen iktisatçıları Stiglitz'in bilmediği bir konuda ahkâm kestiğini söylüyorlar (bkz). Bununla beraber, ikinci gruptakiler 2008 krizinden dersler çıkarıldığını ve makroekonomik modellerin ekonominin güncel sorunlarına cevap vermek üzere sürekli geliştirildiğini de savunuyorlar.